Reprodüksiyon – Tuğçe Duysak

Reprodüksiyon*

– Çok uzun bir yol, daha önce görmediğim kadar uzun. Sarının hakimeyeti var yerde ve gökte.

– Peki, bir çöl mü burası?

-Sanmıyorum. Görünüm olarak öyle olsada sıcaklığı hissedemiyorum. Kulağıma su kaçmış gibi yabancıyım bu yere.

-Peki ne yapıyorsun orada?

-Yürüyorum. O uzun yola varmak için yürüyorum.

-Nasıl hissediyorsun yürürken?

-Uçar gibi hızlıyım. Ama içimde bir sıkıntı var. Bir şey olacak gibi.

Gözünü açtı tekrar. Arkadaşına baktı. Yeni bir soru bekler gibiydi.

-Nasıl bir şey?

-Ne bileyim! Kötü işte. Canımı sıkacak kadar kötü. İstemediğin, ama aslında görmek istediğin birini görmüşsün gibi. Heyecanlı ve sıkıntılıyım. Yola da varamadım üstelik…

-Allah allah çok garip.

Arkadaşı aslında neyin garip olduğunu bilmiyordu. Garip olan anlattıkları mıydı, yoksa yola varamayışı mı? Bunu konuşma bittikten sonra da bilemedi üstelik. Sadece dinleyesi vardı o kadar.

-Evet garip. Ama aslında burası çok tanıdık bir yer. Anne evi gibi, sıcak ve davetkar. Ama aynı zamanda da ürkütücü. Çaresiz hissediyorum kendimi burada. Hissettim yani, çaresizdim.

-Anne evi… Evet, anladım anladım. Hem sıcak, hem soğuk. İlişkiler gibi.

-Evet evet öyle. Yani galiba. Yolun yanında tanıdığım bir sürü insan görüyorum. Onlar beni görmüyor! Sanki yokmuşum gibi. Aramızda şu yol kadar mesafe var oysa. Onların olduğu yer çok hareketli. Bense yalnızım.

Arkadaşı çocuğunun yemeğini getirmek için mutfağa gitti. Döndüğünde hala şaşkındı.

-Nasıl yalnızsın? O insanların olduğu yere gitsene!

-Gitmeyi düşündüm, ama orası çok uzak. Yakın, ama uzak. Üstelik kasvetli de. Gitmek istediğim yolda umut var. Öyle hissediyorum. Eğer gökle yerin birleştiği yere varabilirsem, orası çok hoş.

-Ya yol orada da devam ediyorsa?

-Nasıl yani?

Arkadaşı duvardaki manzara resminin reprodüksiyonunu göstererek devam etti konuşmaya.

-Bunun gibi yani. Bak yol orada bitmiş. Güneş de dağların orada, yolun sonunu aydınlatmış. Sende de böyle miydi?

-Evet, bunun gibiydi!

-Ama biz buraya gittik. O yol devam ediyor. Dağa doğru hem de. Aç oğlum ağızını!

-Yani?

-Uçak geliyor, uçak geliyor. Bip bip bip! Aferin oğluma. Yanisi canım, güzel güzel. O dağ güzeldi. Birçok derde şifa veriyordu.

-Ya benimki öyle değilse?

-E bu kadar mı?

Bizimki şaşkın arkadaşına baktı. Arkadaşının, çocuğunun ağzına peşi sıra koyduğu kaşıkları saydı. Oğlanın suratı gitgide kırmızıya yaklaşıyordu.

-Bu kadar. Bu kadarı yeter.

Gülümsedi teşekkür edercesine. Oğlanın suratı ise morarmak üzereydi. Daha fazla renk cümbüşüne dayanamayıp bedeni yediklerini geri çıkardı.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2010

Bunu paylaş: