Şiir Üzerine*
“Şiir nedir ne değildir?” sorusunu sorduğumuzda karşımıza biçim ve içerik başlıkları altında, şiirin tarihi içinde oluşmuş çok geniş değerlendirmeler çıkar. Hatta bu değerlendirme ve bakışlar, yazın dünyası içinde neredeyse şiirin kendisi kadar yer tutar diyebiliriz. Bununla birlikte şairin serüveninde şiiri keskin çizgilerle şekillendirilmiş bir çerçeveye oturtmak yaratıcılığı sınırlandırmaya ve serüveni yavaşlatmaya neden olabilir. Belki de şiir dünyasında gördüğümüz durağanlığın bir nedeni de sınırlardır. Bunu söylerken şiirin poetikasının olmamasından bahsettiğim anlaşılmasın. Yalnızca sabit bir çerçeve çizilmemesi ve şiir üzerine değerlendirmeler yapılırken şiirin kendisini boğmamamız gerektiğini belirtmek istiyorum. Yoksa şiirin de gelişimini kendi içindeki eleştirel yaklaşımlarla sağlayacağı gayet açık bir gerçekliktir.
Şiir yaşamın diyalektiğinden beslenir, aynı zamanda diyalektiği de besler. Bu nedenle durağan değildir, her gün yeniden doğar. Denemecidir, yenilikçidir, sanatın diğer dallarında da olduğu gibi yorum zenginliği yaratır. Eleştireldir, kendi oluşu içinde pozitif yönlü olması, düşün ayağının ilerici-eleştirel bakış açısıyla yaşadığını gösterir. Sözel bir resmidir daha önce hiç fark edilmemiş bir güzelliğin kimi zaman, kimi zaman düşüncenin ince işlenmiş sözel bir heykeli. Diğer yazın dallarından farklı olarak yoğunluk açısından daha sıkıdır, okuyucu şairin nokta atışı yaptığı konunun, düşüncenin, hikâyenin, duygunun vuruculuğunu daha yoğun hisseder.
Şair, şiirini söylerken çağının, gününün içinde kaynağını bulur. Şair-yaşam-insan-toplum dörtlüsünü etkileşim içinde öğeler olarak ele alırsak, şiirini söyleyen şair, bireysel veya toplumsal olsun her neyi işlerse işlesin dönemini yansıtıyordur. Aşkı da anlatsa, bir düşünceyi bir mücadeleyi de anlatsa da, bir an tek bir insanı başka bir an toplumu ön plana çıkarsa da, dönemin yaşayış sürecinin yansımalarını dilinin tüm renklerini kullanarak hatta o dile yeni renkler kazandırarak oluşturur şiirini. Öyle bir an gelir ki, fazladan bir adım daha atan bir şiir kendi içeriğinde geleceği çizer, geleceği çağırır. Anlam konusundaysa, şiir açık ya da kapalı anlatıma sahip olsun, şairin okuyucuya ulaşabilmesi sözcükleri anlam yoğunluklarıyla yoğurabilme gücüne bağlıdır. Şair bir şiirin içinde kimi zaman derinlikler yaratıp okuyucuyu düşünmeye kimi zaman da anlatmak istediğini su yüzüne çıkararak okuyucuyu görmeye itebilir.
Şiirin söylenirken dikkat çeken bir diğer özelliği de estetiktir. Biçim olarak göze hoş gelmesi, fonetik olarak da kulağa büyük bir incelikle dokunması beklenir. Şiirin müziği oluşurken kendi notalarını keşfetmesi en sağlıklı olanıdır. Bununla birlikte estetik ciddi bir konu olsa da zorlama bir estetik yapı ya çökecektir ya da göze/kulağa çok iyi şekilde hitap etse de içeriği geri plana düşürme hatta içeriğin anlamını eksiltme sonucunu doğurabilir. Buradan estetiği hiçe saydığım sonucu doğmasın. Estetik sanatın tüm dallarında ve boyutlarında önemli olduğu gibi edebiyatın şiir boyutunda da oldukça önemlidir ancak estetiği içeriğin önünde tutmak şiirin anlam ayağının aksamasına neden olabilir. Estetiğin, içeriği bir adım geriden takip etmesi de anlaşılmasın. Dediğim gibi şiir -açık veya kapalı olsun- söylenirken kendi müziğini keşfedecektir.