2000’li Yıllarda Türkiye’deki Politik Düşüncenin Sinematografik Sunumu (5): Nefes*
2000’li yılların sonlarına doğru ülke siyasetinde gündemi teşkil eden konu, PKK’nin terör eylemlerini yeniden arttırması ve AKP’nin güneydoğu/Kürt sorununa çözüm bulma amacıyla ortaya koyduğu “Demokratik Açılım” politikasıdır. Muhalefet tarafından “Kürt açılımı” olarak anılan bu politikayla birlikte Kürtçe eğitim vb benzeri tartışmalar açılmış ancak açılımın program anlamında içeriğinin ne olduğu bir türlü tam olarak anlaşılamamıştır. Bu süreçte konuyu merkezine alan filmler çekilmiş, 2009 yılında çekilen Güneşi Gördüm doğudaki savaşı ve göçü merkeze almış ancak fazlasıyla yüzeysel bir dil kullanarak sorunu tarihsel bağlamından kopartmıştır. Aynı yıl çekilen İki Dil Bir Bavul ise belgesel anlatıyla anadilde eğitim sorununa eğilmiş, sinematografik açıdan oldukça zayıf ancak cesur bir film olmuştur. Yine 2009’da çekilen ve yönetmenliğini Levent Semerci’nin üstlendiği Nefes, “Demokratik Açılımın” ilan edildiği ve peşi sıra PKK saldırılarının arttığı bir dönemde gösterime girerek büyük ses getirmiştir.
Hem milliyetçileri hem liberalleri memnun edip aynı zamanda bu kesimlerin tepkisini toplayan film, terörün en yoğun ve şiddetli olduğu 1993 yılında, güneydoğuda bir sınır karakolundaki jandarma birliğinin yaşantısına eğilmektedir. Oldukça zorlu bir coğrafyada, bulutların da üzerinde yer alan bu karakola, yakın arkadaşı Orhan’ı daha yeni kaybetmiş olan ve arkadaşının “Güneydoğu’da hepimizin ailesinden, yakınından genç insanların çektiği acılardan bir propaganda malzemesi”1 çıkarmaktadır. Doktorun telefon ölümünden sorumlu tuttuğu, doktor lakaplı PKK liderini öldürüp intikam alma gayesi güden bir yüzbaşı gelmiştir. Genel olarak film, karakoldaki askerlerin tümünü izleyiciye eşit mesafede sunmuş, hiçbirinin öne çıkmasına ve izleyicinin ağırlıklı olarak bir karakterle özdeşleşmesine izin vermeyen bir üslupla ilerlemiştir. Saldırı bekleyişiyle süren film boyunca askerlerin yaşamlarına, acılarına, sevinçlerine, gülüşlerine izleyiciyi ortak eden Nefes, özellikle askerlerin aileleriyle konuştuğu sahnede “bütün bir ulus” çağrışımı yapmayı hedeflemiştir. Doğulu-batılı, Türk-Kürt-Arap, zengin-fakir, dindar-laik kısacası toplumun tüm katmanlarından gelen askerlerin hikâyelerini gözler önüne sererek film, izleyen herkesin kendini yakın hissedebileceği bir anlatıyı sergilemiştir. Yakın plan çekimlerle verilen bu telefon sahneleri, izleyicinin askerlerin her biriyle yakınlaşmasını sağlamakta, Enver Gülşen’e göreyse Nefes, tacizlerinden bunalan yüzbaşının kurduğu pusu sonrasındaysa daha sonra doktorun sevgilisi olduğunu öğreneceğimiz kadın militan yaralı ele geçirilmekte ve karakolda tedavisi için uğraşan Türk askerinin engelleme çabalarına rağmen yüzbaşı kadına şiddet uygulamaktadır. Bu noktadan sonra film yüzbaşı özeline inmiş ve beklenilen saldırının gelmesiyle birlikte şiddetli çatışmalarla doktorla yüzbaşı kozlarını paylaşmış, ikisi dâhil hemen herkes ölmüştür.
Sıklıkla Türk bayrağının ve Atatürk büstünün gösterildiği filmin politik açılımı ise başarılı sinematografik anlatının ve şiddetli savaş sahnesinin ötesinde yüzbaşı ve doktorun telsizlerdeki atışmalarıdır. Yüzbaşının “O bayrak için sende savaştın” sözüne karşı doktor, “Bunu unutan sizsiniz. O bayrakta benim halkımın da kanı var” diyerek etnik ayrışmayı yaratanın Türk milliyetçiliği olduğu öne sürmektedir. Bir diğer diyalogda ise doktorun tıp eğitimini yarıda kesip dağa çıkmış bir PKK’lı olduğu gerçeği üzerine yüzbaşı ona dağdan inip okulunu bitirmesini ve köyde doktor olmasını tavsiye eder. Türkiye’de hemen her iktidarca zaman zaman gündeme gelen “dağdakilere af” politikasının söylemi olan bu cümlelere doktor “Bırak bu propagandaları. Senin okulunda olmaktansa kendi dağlarımda özgürce dolaşırım” der. Son atışmalarında ise karşılıklı köy basan PKK, köy boşaltan TSK suçlamaları ardından doktor “Yoksulluğu halkıma kader yaptınız” derken yüzbaşı “Her yoksul dağa mı çıkıyor? Bu toprak hepimizin” diyerek cevaplar. Bu tartışmalarda egemen ideolojinin argümanlarını görmenin yanında dönemin TV programlarında tartışmalardaki dayanakların birebir sunumlarını görürüz, “bu vatan için birlikte savaştık” ve “bizi yoksul bıraktınız” söylemleri Türk ve Kürt politikacılarca sıklıkla yinelenen söylemlerdir. Yüzbaşının filmin sonlarına doğru ağzından dökülen “Savaşta haklı yoktur. Ben savaşın böyle kazanılamayacağını bilmiyor muyum sanıyorsun?” sözleri Nefes’in savaş karşıtı, anti militarist bir film olduğu yanılsamasını doğurmaktadır. Doğan Yılmaz bu konuda şunları söylemektedir:
“Savaşın anlamsızlığı, yanlışlığı, gayri insaniliği üzerine bir şey söylemekten çok askerlerin içinde bulundukları ruhsal duruma odaklanır film… Bu, yönetmenin açık politik bir tutumunun olmamasından, ülkenin doğusunda olanları tarihsel ve toplumsal bir bağlam içene yerleştirememesinden kaynaklanır.”2
Nefes’te ortaya çıkan bir başka ikilem, iki tarafın da beylik söylemlerine yer vererek tarafsızlık amacı güderken, tüm filmin tek bir bakış açısıyla ilerlemesidir. Kötüleme anlamında dahi olsa PKK tarafı gösterilmemekte, doktorun sesi dışında da hiçbir konuşma yer almamaktadır. Buna rağmen Murat Belge’nin doktorun konuşmalarına yer verilmesinden yola çıkarak nesnel bulduğu film 3 yalnızca Türk askerinin bakış açısıyla sunulmasından ötürü taraflı bir anlatıma sahiptir. Gülşen’e göreyse bu yanlılık yüzbaşı imgesinde vücut bulan ve hemen her görüntüde yer alan Atatürk büstünün temsil ettiği ideolojidir.4 Özellikle filmin sonunda hayatta kalan birkaç askerin yerdeki büstü kucaklaması, yaralı PKK’lının vurulmaması(gerçekçilikten alabildiğine uzak ama verilmek istenen mesaj anlamında gerekli olan) ve karakoldan geriye kalan son görüntünün ölü PKK’lı, arkasında Atatürk büstü ve Türk bayrağıyla birlikte “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü olması bu görüşü doğrular niteliktedir. Sonuç olarak Nefes hamasi söylem ve şoven milliyetçiliğe yer vermeyen anlatısı, şehitler üzerinden yürütülen propagandanın yüzeyselliğini gözler önüne sermesi açısından dikkat çekicidir. Filmin konumuz açısından asıl önemiyse, 2000li yıllarda Türk toplumunun, Kürt sorununa bakış açısındaki egemen politik düşüncenin, yani tarihsel ve toplumsal bağlarından koparılmış ve salt PKK’la mücadeleye indirgenmiş yaklaşımın5, sinematografik açıdan taraflı ve çatışma merkezli verilerek birebir sunulmuş olmasıdır.
SONUÇ
Yazı dizimiz kapsamında ele alınan beş film üzerinden genel bir değerlendirme yapılacak olursa 2000li yılların politik düşüncesinin, ülkedeki yoğun politik çatışma ortamını sinematografik açıdan sunmakta eksik ve sıkıntılı olduğunu ancak 80li ve 90lı yıllara kıyaslandığında güncel olayların ve tartışmaların beyazperdede daha dolaysız yer aldıkları görülmektedir. Örnek olarak tek bir güncel olay, çuval hadisesi, Kurtlar Vadisi Irak’ta, ülke gündemi uzun süre meşgul eden demokratik açılım politikasıysa Nefes filminde konu olmaktadır.
Öte yandan var olan egemen politiğe karşı muhalif duruşlarını, güncel veya gerçek olaylardan yola çıkarak ele alma yöntemini kullanmadan, toplumun bütününe ve zihniyetine yayan Dokuz ve Yazı Tura, 80 öncesi Toplumsal Gerçekçi Akım ve Yılmaz Güney sinemasında görüldüğü gibi politik sinema anlayışına sinematografik açıdan da uygun nitelikli çalışmalar olarak öne çıkmaktadırlar. Dikkat çeken bir diğer durumsa ülkedeki egemen politika halini alan siyasal İslam’ın, önceki dönemlerde Türk sinemasında görüldüğü gibi Milli Sinema akımı ya da İslami filmler gibi unsurlara ihtiyacının kalmamasıdır. Egemenlik kazanan, iktidar olan politik düşüncenin sinemada sunulmaması 2000lerde de sürmüş ve İslam’ın konu olduğu filmler, Takva örneğinde olduğu gibi bu yaşam biçimine ve politikaya muhalif yapımlar olmuşlardır.
1. Enver Gülşen, Nefes Filmiyle Kürt Sorununa Bakmak, www.derindusunce.org
2. Doğan Yılmaz, Kişisel Öç Duygusuyla Alınan Nefes, Yeni Film, Ocak-Mart 2010, sayı 19, s. 19.
3. Murat Belge, “Nefes” Üzerine, Taraf, 16 Şubat, 2010.
4. Gülşen, a.g.e.
5. Yılmaz, 2010, s. 20.