Söyleşi: Şükran Moral

Söyleşi: Şükran Moral*

 

Bundan birkaç ay önce güncelleme mesajlarımıza kısa ama insana garip bir güç ve güven veren bir tebrik mesajı aldık. “Şükran Moral” imzalı bu  mesajdan sonra hemen “düz adam” hesabı internette arama yaptık ve karşımızda sanat eğitimleri almış olmamıza rağmen görmeye pek de alışık olmadığımız sanatsal yaratımlar çıktı. Utancın da verdiği etkiyle bu sıra dışı, kalıplaşmış değer(!) yargılarını kıran sanatçının eserlerine daldık. Bu araştırma bizi kadınlar karşısında bocalayan erkek hamamına, bir modern sanat hatta belki post modern sanat merkezine dönüşen bir geneleve, aslında farkında olup somutlaştıramadığımız “kutsal aile” masasındaki şiddete ve kadınların sorunlarının tümüne götürdü. Daha o zaman Şükran Moral’la söyleşi yapmayı kafaya takmıştık. Artık zamanı geldi derken, ülkemizde sanat eğitimizi aldıktan sonra sanatıyla ülke sınırlarımızı çoktan aşan, özellikle video ve performans sanatlarında dünyanın önde gelen isimleri arasına adını yazdırmış Şükran Moral’ın çok ciddi ölüm tehditleri alması sonrası Roma’ya yerleştiğini öğrendik. Kendisine e-posta yoluyla ulaştık ve yine e-posta yoluyla bize zaman ayırıp sorularımızı yanıtladı. İyi okumalar…

Ortaya koyduğunuz sanat yalnızca bizim toplumumuzun değil dünya halklarının da alışageldiği sanattan ayrılıyor. Bazı kesimlerce bilinen her şeyi    altüst    ettiği,    kitlelerin    inandığı    değerleri    bozguna     uğrattığı düşünülüyor. Öncelikle siz buna katılıyor musunuz ve Şükran Moral’ın öğrencilik yıllarında sanata yönelmesinde neler etkili olmuştur?

Performans sanatının şu andaki aşaması dünya sanat tarihinde de daha yeni yeni anlaşılıyor. Küçük bir sanat çevresi ancak bunu anlayıp, hazmedebiliyor. HERKES KENDİ KÜLTÜRÜRÜ çerçevesinde anlayabilir. Bir öğrencim Marina Abramoviç‘in iskeletle olan performanstaki ilk sorusu şu oldu “neden çıplak?”, “giyinik olsa olmaz mıydı” diye. İnanılmaz hiç o gözle bakmamıştım. Neden çıplak Davit heykeli de, Boticelli’nin Venüs’ü de çıplak. Bu bir kültür meselesi. Aydınlanmanın yani Rönesansın başlangıcınde sanat tarihine bakıldığında Batı, çevreyi tanıyarak perspektifi, vücudu tanıyarak anatomiyi buldu. Bizde bu kavramlar ne zaman başladı? Öğrencilik yıllarında sanata yönelmemin birçok nedeni var, ama çok meraklı ve hassas bir çocuk olmamdı. Aynı zamanda haksızlığa tahammül edemeyişim.

Sizle ilgili araştırma yaptığımızda herkesin sizi ve sanatınızı farklı nitelemelerle yorumladığını görüyoruz. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz; feminist, radikal, ateist, avangart veya bunların dışında bir niteleme?

Bunların hepsi de bir arada doğru olabilir. Kendimi sadece sanatçı olarak nitelendiriyorum, o kadar.

Türkiye’de sanata yaklaşım ve Avrupa’daki sanata yaklaşımın farkları nelerdir? Bu farkta, ülkemizde, burjuvazi yerine belli bir dünya görüşünden ve estetik gözden uzak salt zengin sınıfımızın olmasının bir etkisi var mı?

Para birikimi yetmez bir de kültür birikimi olacak ki sanatçıyla sağlam bir diyalog kurulsun. Yoksa moda şeylerin peşinde koşulur. Bizde de az olmakla birlikte yavaş da olsa bir uyanma var. Türkiye’nin de Medici ailesi olabilir.

Türkiye’de sanatçıların yalnızca “sansasyonlarla” veya siyasilerce saldırıya uğrayan eserleriyle gündeme gelmelerini neye bağlıyorsunuz? Ülkenin kültür-sanat gündeminin yasaklanan resimler, yıkılan heykeller, kuma gömülen tarihi eserler ve basılan galerilerden arınmasının bir ihtimali var mı sizce?

Sanat genelde geniş kitlelere yayılmaz. Andy Warhol gibi sanatçılar çok az çıkıyor. Ama bazen sansasyon da çıkabiliyor. Duruma göre değişir tabii. Sanatın yasaklanması çok ilkel bişey. Sanat her zaman kalır, yasakçılarsa gidici. Bu arınma yine bilinçle ilgili. Sanılmasın ki kültürden ayrı bir ekonomik gelişme olur. Öyle olsaydı Arap ülkeleri bugüne düşmezlerdi. Kültürü olmayan parayı ne yapacağını bilemez.

Gazete/dergilerin ve özellikle internette haber sitelerinin porno siteleri aratmayan içeriklere sahip olduğu bir ülkede cinselliğin sanatla birlikte var olduğunda en ilerici geçinenlerden bile tepki toplamasını neye bağlıyorsunuz?

İşte bunun cevabı çok uzun. Nedenleri uzun. İleride bu olayı kitap haline getirirsem bunun cevabını kısmen verebiliriz. En azından bir sanatçı savaş resmi çiziyorsa savaşı savunur anlamına gelmez. Yani bunu dahi açıklamak zorundasın. Beğenmediğin şeye hakaret etmek, onu hedef göstermek çok ilkel  bir davranış. Tarihin kara sayfasında çok güzel yerlerini alacaklar.

“Kadın olmak” yani “ötekilerin” en büyüğü olmak sizde ve sanatınızda nasıl bir karşılık buluyor?

Öteki olmak demek toplumun seni ezdiği alanlarda yüzmen ve onun bilincine vararak sanatınla cevap vermendir. Ben bir sanatçıyım ama toplum sana kimlik olarak kadın, eşcinsel, Çingene, siyah tenli, deli, fakir diye de bakabiliyor.

Eserlerinizden belki de en çok konuşulanlar; “Jinekoloji Masası” adlı video performans eseriniz ve “İşte Suçlu” isimli fotoğraf çalışmanız, yani kadının doğurganlığına, hayat vermesine, vajinaya dair çalışmalar. Bu kadar doğal, insani ve gerçek bir olgunun bu denli dikkat çekmesini, ilgi görmesini ve tepki topluyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum sizin sanatınızı ne ölçüde etkiliyor?

Kadın düşmanlığının sonu yok. Sanat tarihinde de kadın sanatçı çok az, erkek sanatçıların yaptığı cinsel organ yorumları bu denli tepki almıyor. Kadını sanatçı olarak kabul etmemekten de kaynaklanıyor. Bu beni etkiliyor, tabiki sanatıma da yansıyor, ilham kaynağım.

Bir anlamda, olabildiğince “biriciklik” özelliğini sürdüren performans sanatlarında, izleyicinin sanat eserinin şekillendirilmesinde etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin sanat evreninizde seyircinin/izleyicinin konumu ve önemi nedir?

Performans sanatının tarihini bilenler kadın performns sanatçısının başarısını onun fiziksel acıya dayanabilmesiyle değerlendirdi genelde ve çok acı çektiyse sadık bir şekilde o sanatçıyı sevdi, onayladı. Ben bir yerde bundan ayrı yeni bir şey deniyorum, fiziksel acı gösterisinden çok, toplumsal iki yüzlülükleri açığa çıkaran performanslar yaptım ve birçoğu seyircinin tavrıyla eşdeğer gelişti. Onlar ‘tükürelim bu sanata’ diyerek kendi yapılarını, kimliklerini ortaya koymuş oldular. Birileri, “Şükran Moral, ‘benim sanatımı beğenmeyen tükürebilir’ demiş“ diye yalan söyleyerek beni tenkit ettiğini sanabilir ki bunu yaptılar da. O zaman, ‘göster, nerede?’ dedim, cevap veremediler. İkincisi, bu sanatı  anlamayan görmeyen insanlara beni hedef göstererek nefret ortamı yarattılar. Dünyanın hiç bir yerinde sanatçıya bu şekilde yaklaşılmaz; tetikçiler bunlar… Ayrıca kendileri de bu olayı görmeden yazdılar.

Siz sanatınızı yaratırken izleyicileri, günlük hayatta belki farkında olmadan sürekli yaptıkları bir eyleme; röntgenciliğe yönlendiriyorsunuz ve hatta onları “röntgenliyorsunuz”. Tacize ucundan kıyısından ama mutlaka bulaşmış kalabalıkları taciz etmeyi özellikle mi amaçlıyorsunuz? Bu  tarzınız karşısında “laik” Türkiye’nin ve “laik” İtalya’nın(Avrupa’nın) tepkileri nasıldı?

Yaptığım olaya bağlı sanatçı olarak tabiki işlerim insanları sarssın isterim bu doğal. Ayrıca genelleştirmeyi sevmem, bazen bizim seyirciye bayılıyorum çünkü çok heyecanlılar, Her şeye çıplak mı değil mi diye bakmaları da yorucu. Avrupa seyircisi bu tür performansı çok problem yapmaz, tabi ki onlarında  cahili çok.

Türkiye’de sanat eğitimi ve çağdaş sanatın ülkemizdeki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Umarım iyiye gider ne diyebilirim?

Son olarak Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz ve önümüzdeki dönemde sizi hangi konularda ve üsluplardaki sanatsal yaratımlarla takip edeceğiz?

Hangi insan ülkesinden ayrı yaşayabilir? O kafesin içinde ayrılık performansını yaparken 2003 yılında ülkeme özlemimi dile getirmiştim. Ben hala o kafesin içindeyim… Konularıma bu son yaşadıklarım kesin girecek…

 

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2011

Bunu paylaş: