Beğeni Üzerine…*
Eğer birilerini ya da bir şeylerden ötürü bazı kişileri örnek almak gerekmişse zaman içerisindeki beğeni ve ilgiden kaynaklanır diye inanıyorum. Zira ilgilendiğim çok sayıda sinemacı, yönetmen, senarist ya da oyuncu olmuş ve o kişilerin o dönem içerisinde müptelası olmuş olduğum durumlar vardı. Beğeni ve güzellik evre şeklinde gelişip evre şeklinde tükendiğinden bu durum bazı zaman özellikle de güncel meseleler üzerine çokça gidilen bir kitle iletişim aracı olan sinemada daha fazla değişkenlik gösterebilir ve gösterir. Belli başlı klasik isimlerin dışında sinema okunamaz duruşuyla aksettiriliyor. Bu bir yanılgı… Ancak bu durumu doğuran sebep de o klasikleşen isimlerin hakikaten kayda değer işler gördüğü ve dünya çapında önemli mevzuular üzerinde yoğunlaştığı görülür. Buna rağmen hiçbir şekilde örnek olarak alınmama gibi durumlarının dışında tamamen idol olarak alınma durumları da ideolojik bakışla alakalıdır. İdeolojik bakış olgun bir kişiliğin zeminindeki en katı maddedir. Onun varlığı bazı durumların objektif yorumunu güçleştirir. Bu bir gerçek… Nedeni çok çeşitlidir. İdeolojik unsur hele de sinema gibi tamamen ideolojik bir kitle iletişim aracında olmazsa olmaz hatta olmaması sinemayı niteliksiz salt bir video görüntüleme duruşuna kadar götürecek tavırdır. İdeoloji bu iş içerisinde barınan derdini-ki dertten kasıt fikir havuzundaki suya atlayacak insan bulmayı-anlatmayı hedefler. Zira dertsiz bir ferdin sinema yapması saçma olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda ideolojiyi bu zemine oturtarak bu büyük sinema hengâmesinde izinden gidilebilecek birinin olmaması düşünülemez. Eğer ideolojinin idol olarak alınacak kişide aranacak en müstesna durum olduğunu anlatabilmişsem yazacaklarım bu bağlamda değer kazanıp anlamlı bir sunum niteliği kazanacaktır.
İdeolojik bir takım sebeplere takılıp ortadaki yiğidi öldürüp hakkını da kör güvercinlere yem yapanlardan değilimdir. Tarihsel süreç içerisinde birçok yönetmen ve sinema adamından etkilenerek bir şeyler karalayıp ya da bizzat o kişiye ithaf edilen eserlerin oluşu yazarken ya da bir şeyler oluştururkenki ruh halimi fazlasıyla etkilemektedir. Bu bağlamda Zeki Demirkubuz tarz olarak, dil olarak örnek alıp da fazlasıyla bir aralar ona benzediğim yönetmen ve senaryo yazarıydı. Art arda filmlerindeki o bakışı, duruşu gördükçe kendi anlatacaklarımın gözümün önünde canlandığı; ruhen benim dünyamı içerisinde bulunduğu filmlerle barındıran bir yazara, yönetmene bakıp da ondan feyz almamak olanaksızdı. Çünkü hele ki “Masumiyet”, bir metanın ardına düşerek-ki kadın erkek için ardına düşülecek ve durumunu sürekli sıfıra çeken bir metadır-hayatına nesne gözüyle baktığı bir kadın üzerinden yön veren bir yurtsuzu görmem bana yazılan o senaryo ve hayal edilen o dünya tamamıyla samimi geldi. Onun paralelinde devam eden diğer filmleri olsun ya da Masumiyeti’ in öncesini anlatan “KADER” olsun bana samimi ve içten geldiği için o dönem Zeki Demirkubuz sineması benim idolümdü. Ve yazdığım çoğu örnekte onu görebiliyordum. Bu bir bilinçaltı olarak sinema serüvenimde bana sürekli dostluk edecektir, bu bir gerçek. Ama insanın kendini keşfi sürekli olduğu, arayışının sürekli bir devinim halinde seyrettiği için zaman içerisinde tamamen değişmese de yine de bilinçaltına itilip kalıyor. Bu dönemde ise arayışın bir temsili olarak bir fikirdaş seçmek gerekecekti. Onun adı ise Semih Kaplanoğlu… Aslında belki de çok sebebi vardır. Ancak bana onu fikirdaş eden sebep: sakinliğin yalınlıkla birleşerek insanı var olduğu haliyle olayın içine kurgu katmadan asıl olan ne ise onu aktarmasıdır. Benim için o filmin çoğu kişi gibi durağan olmasındaki sıkıntılar mevcut değil. Burada kendimde olan bir duruş bir fikrin ortaya çıktığını ve benim arayış yap-bozumun bir parçasının tamamlandığını görüyorum: sakinlik. Zira benim ruhen yalnızlık gibi bir duruşa öykünme durumumun olduğunu ve neden çoğu insanla sağlıklı bir sıkılığımın olmayışını keşfettim. Bu benim ilerleme şeklimdeki yürümek, emeklemek, koşmak gibi etmenlerin nerede nasıl ve ne sebeple kullanılacağının açığa çıkmasına yardım edecek bir fikir duruşudur.
İdeolojik bakmakla ruhun işleyişindeki mekanizmanın bileşkesi olan beğeni, çoğu zaman değişkenlik göstererek kişiliğini oluşturan bireylerin o büyük resmi tamamlamasına vesile olan bir görüntüdür. Çelişik bir zihin dünyasının zıtlıklarla beraber var olabildiğinin kanıtı olarak öne sürdüğüm bu tez aslında çoğu kişinin tek planla zihnindeki tüm odaları yapabildiğine şaşmamızı sağlayacağını umuyorum. Tek adres yalnızca bir eve götürür ve sadece o evi keşif için bize imkân verir. Arayış serüvenindeki tam adresi alan zihin sürekli olarak kısır bir döngüye sıkışmış devimi aynı noktalarda sayan bir duruş sergilerken çeşitli adreslerin verildiği zihin-yorgunluğu bir kenara bırakın-o durumda aksine çeşitliliği artan evlerin ve ayrı ayrı odalarının keşfi için harcadığı zamandaki devinimin sürekli oluşuyla büyük fotoğrafı görme süresini kısaltır.
Tek bir kişinin hocalığındaki okul tek bir fikre, tek bir ideolojiye ve o ideoloji içerisinde de zıttı olmayışı sebebiyle körelmeye doğru gider. Oysa zıt fikirlerin meydan savaşında kaybeden yoktur kazanan ise tüm zıt ideolojilerdir. Faşizm Avrupa’ya hâkim olmadan kısa bir süre önce 1929 dünya ekonomik bunalıma maruz kalan devletlerin idaresi sosyalizmi komünizm ya da genel mahiyette ele alacak olursak solun elindeydi. Belli başlı birçok sebeplerin dışında zıt kutupların yükselişe geçmesinde aynı dönem içerisinde barınmaları ve mücadele etmeleri yatar.
Zıt zihinlerin eşiğinde devinen fikir, sağlam bir yön bularak kendi ruh dünyasında var olanla birleştirdiği birçok nesneyi veya bireyi bilinçaltına iterek davranışlarda açığa çıkmasını sağlar.