Çay*
Biraz daha oturabilsek mi acaba? Nasıl bir istenç bu? Ya da beni böylesine yüzeysel bir meselede derin bir saplantıya sokan… Her neyse… bu yeter artık. Saçma sapan cümleleri terket!
“Bir demlik daha çayımız olsaydı keşke” dedim. Ama bu kez kendi kendime… Çoğu şeyi de öylesine söylemiştim zaten. “Sen gideli…” diye başlayan bir yığın cümle girişlerinden başka bir iki sigara öksürüğü iki de kurumuş çay kaşığının gürültüsü sardı etrafı. Keşke bir demlik daha çayım olsaydı. Geçen ay kirayı beş lira eksik yatırsaydım. Ne olurdu ki? Ya da almasaydım bir tane saçma sapan temizlik malzemelerinden. Oysa… Etraf leş gibi şimdi bile. Almış olmam hiçbirşeyi değiştirmemiş. Ya da onlarla herhangi bir temizlik yapmış olmam… Belki de ekmek yemeseydim. İki gün mesela… Yeterdi bir demlik yapabileceğim kadar çayımın olmasına. Oruç tutardım. Gerçi en son dedemin verdiği harçlıkların yüzüne tutmuştum ya son oruçlarımı. Olsundu. Ben tutardım. Ama bilseydim geleceğini böyle alelacele, tutardım inan. Belki inancım kalmadı. Harhangi bir şeye. “O” var onu biliyorum. Hayır hayır gene başlamayacağım…. Sustum. Söz bir daha O’nunla ilgili birşey söylemeyeceğim. Otur biraz. Bak tutmuyorum ellerini, otur sadece. Tamam mı? Gözlerime bakma, akları çoğaldı. Çamaşır suyunun kokusu sindi ellerime. Hem paldır küldür gelmedin sen aslında, ben hazırlıksızdım. Bilmeliydim. “Bir gün çıkıp geleceksin” derdim hep. Ama hiç inancım olmamış ki geleceğine! Baksana oturduğun somyanın bir ayağı kırık. Oysa sen… Ya da ben… Hava biraz değişsin mi? Pencereleri açalım. Belki bugün sırf sen varsın diye güneş girme zahmetinde bulunur bu eve. Ne dersin? Ya da çocukların top oynayışları ve sövmelerinin sesi gelir. Yan komşum camı ilk kez açtım diye belki meraklı bir bakış atar. Yada ev sahibi ölmediğimi anlar ve iki aylık kira için çıkar gelir? He? Ne dersin? Hangisi olsa, ben senin karanlık odamda huzur bulmana değişrim ki? Hangisi vazgeçirebilir ki beni? “Bir kelime de sen söyle” diyeceğim geliyor da dilime. Ben daha çok özlemişim konuşmayı. Hele de sen karşımda boş bakışlarını tenimde gezdirirken… Sonra odadaki çöplerin kokusundan burnunu bazen kaşıyormuş gibi yapıp kapatırken… “İçimde bir sıkıntı var” diyorsun bi ara. Hayırdır diyorum. Hayır? Hayır demek şerre inanmaktır, oysa ben O’nun varlığına delil gelen bu kelimeyi… kullanmak… istem…m… sustum. Söz. Yeter ki otur. Anlat hadi sıkıntını? Bak ben luzümsuz deyişleri kestim. Eskiden olduğu gibi nenemin bana dediği gibi. Hayırdır? Hadi anlat biraz.
“Bir uçurumun kenarında ayaklarımın olmayışını gördüm rüyamda. Ayaklarım yok diye geriye çekilemiyorum. Ama ileri doğru bir esinti beni hafif hafif aşağı itiyor. Adaletin kalmadığı bir mahkemede son oturum gibi… birden bire düşsem, belki ölüp ruhumun içinden de çıkacağım. Ama ağır ağır bir eylemin sonunu görmeye çalışmak işkencenin en berbat olanı. Sonra bir kuyuya düşüyorum. Ucu bucağı yok. Sadece karanlık. Haykıramıyorum. Sadece düşüyorum. Tıpkı bu oda gibi karanlık… düştüğüm zeminde acının hadsizliğini hissediyorum. Ellerimde kan var, biliyorum ama her yan karanlık ya göremiyorum bir türlü. Sağı solu yokluyorum ellerimle. Her hareketimde birşeyler daha fazla acı veriyor bana. Elime bir kıymık geliyor. Koca bir kıymık… tutup fırlatıyorum bir yere can havliyle. Bir ses geliyor: bir pencerenin camı kırılıyor; ardından ince, ergen bir kız çığlığı… Sonra uyanıyorum. Ama kan ter içinde değil. Usulca. Çişim gelmiş. Tuvalete gidiyorum. Yanaşmıyorum. Ayakta yapıyorum. Kapıyı itip içeri bakıyorum. Çişimi ederken arkama sağıma soluma… sürekli bir tedirginlik var. Bir odadan diğerine geçerken geçeceğim odanın ışığını yakmadan geçtiğim odayı söndürmüyorum. Korkuyorum. Son günlerde tek derdim bu. Korkudan öleceğim diye çok korkuyorum.”
Sen birşey diyecektin değil mi? Bakma gevezeliğime. Ben işte, bilirsin… Ne salağım ben ya! Gerçi sen nasıl bıraktıysan öyle salağım hala ama… Ne olur susma, hadi söyle bir şeyler. Ne anlatacaktın? Sen anlatmaya başla… Ben pencereyi açayım. Güneş girer belki o zaman içeri… Hadi, çocukların sövmelerine güleriz katıla katıla. Hadi, baksın yan komşu, çıksın gelsin ev sahibi razıyım koltukları-senin oturduğun hariç-satar veririm kiramı. Anlat hadi. Soluğun olmayayım artık! Bakışlarını kelimelere dökmeyeyim zihnimde. Bir cümlenin girişini gözlerinde aramayayım artık ne olur birşeyler söyle bana? Hadi…
Elleriyle kurumuş çay kaşıklarını bardaklara vurdu hafif. Gözlerinde, bomboş bir arazide nefes nefese koşarken ben, “çay” dedi. Kısık bir sesle. Sonra boğazını temizledi. Çay mı? Çay… şeyyy… Biraz daha uzatsan soruyu? Hani lisede öğrendiğimiz ama hiçbir işe yaramayan edatları, bağlaçları kullansan? Bak lazım oldu ilerde işte. Uzun meselelerden bahset ne olur? Sesinin rengini duyabileyim? Nefesindeki her zerre konsun içime… ne olur birkaç kelime daha koy yanına…
…dur yardım edeyim. Sen yorulma. Evet geldiğin yerden, o kapıdan, çıkar benim evimde insanlar.
-sen de…
Sahi o kıymık senin bulunduğun pencerenin mi camını kırmıştı yoksa?
…