Kaybedenin Türkiye Olduğu Sınavlar*
Benim zamanımdaki adları ile ÖSS ve ÖYS… İkişer kere girdiğim iki başbelası… Üniversite öncesinde ve sonrasında yaşattıkları ve hayatımdan çaldıkları nedeniyle nefret ettiğim iki sınav… Son dönemde yaşanılan skandallar, bu sınavları doğuran eğitim sistemimizin bir kazazedesi olan beni geçmişe götürdü.
Ülkemizdeki berbat eğitim sisteminden, başımıza açtığı türlü sınavlar, engeller ve haksızlıklar arasından ailemin de desteği ile olabilecek en az sıyrık ile çıkmayı başardığımı düşünüyorum. İşin düşündürücü ve acı tarafı, benim biricik öykümden bile en fazla sıyrık ile çıkanının ülkemiz olmasıdır. Kendi hataları nedeniyle benden daha verimle yararlanmayan ve aslında en çok kaybeden ne yazık ki ülkemizdir. Ve daha da üzücü olan benden binlerce, milyonlarca olmasıdır…
Sınav rezaletlerinin sınava girenler ve aileleri üzerinde yarattığı travmayı hissedebilen, liselilerin yürümesine sevinen ve aralarına katılmak istemiş olan da yalnızca ben değilim sanırım.
Liselilerle yürümek isterdim çünkü bir daha geri gelemeyecek gençliğim için şöyle dolu dolu haykırmak ne iyi olurdu. Gençlere, kâbusa dönen bu dönemde düşlerine sıkı sıkı sarılmalarını ve kimsenin onları kendi terazileri ile ölçüp “başarılı” ve “başarısız” olarak ayırmasına izin vermemelerini söylemek isterdim.
Geçmişe gitmişken, üniversite öncesi yıllarıma ait, sizlerin hafızlarında da benzerlerinin yer aldığına emin olduğum bazı anılarımı aktarmak isterim.
Çok küçük yaşlardan beri birçok konuda bilgilenmeyi, kitap okumayı sevdiğimi hatırlıyorum, ancak okulları her zaman sevmiş olduğumu söyleyemem. Özellikle durağan ders anlatan öğretmenlerden, ezberden, başarıda en belirleyici olarak sınavların kabul edilmesinden hiç hoşlanmadım. Diyelim bir sınavda karnınız ağrıdı, isterseniz her derste ilginizi göstermiş olun sonuncu olabilirdiniz. Ya da diyelim ki çok çabalıyorsunuz ama gerçekten bir konuda başarılı olamıyorsunuz. Geçmiş olsun, ne yazık ki çabanızın bir önemi yok, sınavda ne aldıysanız ona göre ödüllendirilebilirsiniz ancak…
Bunları yazdığım için benim bu örnekleri çok yaşadığımı düşünebilirsiniz. Aslında çoğu zaman bunun tersini yaşadım ben. Hiçbir zaman sınıfın kötü dilimi arasında olmadım ama orada olmanın kolaylığına hep şaştım kaldım. Ezberim çok iyi olduğu için bazen sınavlara çok az kala çalışıp çok iyi not alırdım. Örneğin tarih gibi derslerde. Bu işte büyük saçmalık olduğu buradan belliydi. Nitekim ben tarih derslerinden nefret ederdim. Belki de doğrudürüst bir tarih öğretmenim olmadı hiç. Kimse sevdirememiş tarihi bana. Tarihin önemini kavradığımda artık üniversiteliydim ne yazık ki.
Anlattıkları konuları başta kendileri seven, sürekli okuyup araştırarak bilgilerinin güncelleyen, bizlere bu konuları tutkuyla anlatan öğretmenlerimi saygıyla anıyorum. Aslında bunlardan biri de babam. Evdeki öğretmenimiz… Kimyayı bana sevdiren babamdı. Kızkardeşimle beni öyle tutkuyla çalıştırırdı onun kimya sevgisi ve tutkusu bize de bulaştı. Mesleği öğretmenlik olmayan babam, belki ekonomi anlatmış olsaydı hiç kafamın basmayacağını düşündüğüm bu konuyu da severdim. Tarih konusunda o yıllardaki hislerimin ezbere dayanan katı, kuru dersler ve tutkusuz öğretmenler olduğuna dair şüphem bundan.
Kimya kadar olmasa da matematiği de severdim. Fen bölümünden sınava gireceğime göre zaten sevmemem mümkün de değildi. Matematiğin önemi yüzünden aklımdan çıkmayan bir öğretmeni anlatmak isterim size. İzmir’in çok iyi olduğu söylenen devlet liselerinden birindeki bu öğretmenin, içinde çözümlü sorular bulunan bir defteri vardı! Tahtaya kalkar, utanmadan bu defterden sorular yazardı. Şu anki cesaretim olsa, o defteri çalmak ve yok etmek isterdim. Bizler o yıllarda haftasonlarımızı bizi üniversite sınavına ve test yöntemi için hızlı olmaya hazırlayan dershanelerde geçirmek zorundaydık. Ailelerimiz gençliğimizin haftasonlarını geçirdiğimiz bu dershanelere bir servet ödüyordu. Ancak gelin görün ki, devletin okulunda bizler onca saatimizi öğrencilerine her yıl aynı soruları soran, ders anlatmaktan tek anladığı numaralarımızı rastgele okuyarak bize hangi savaşın hangi tarihte olduğunu sormak olan, mesleğini bizi korkutmak olarak algılayan öğretmenlerin çoğunlukta olduğu okullarda harcıyorduk.
Yine lise döneminden, yaşadığımız haksızlıklarla ilgili başka bir tuhaf anımı anlatmalıyım. Lise sonda ya da lise ikide, okulumuza fen liselerinden birtakım öğrenciler geldi. Üniversite sınavında ortaöğretim başarı puanları daha yüksek gelsin, daha iyi üniversitelere gidebilsinler diye kendilerinden daha az zeki (!) olanların olduğu bizim okulumuzu kullanmalarına devletimiz ses çıkarmıyordu. Aralarından çok iyi arkadaş olduklarımız oldu, o yüzden tabii ki bu işten bu arkadaşları sorumlu tutmuyorum ama yaşananlar evlere şenlikti. Özellikle kendilerini geliştirmeyen öğretmenler bu öğrencilerden çekindiler. Konuya hâkim olmadıklarının ortaya çıkma tehlikesi her dersi geriyordu nerdeyse. Sınavlarda bu gerginlik, bu saçmalık zirveye çıktı. Sınavlar nasıl olduysa birden bu öğrencileri de zorlayabilecek şekilde düzenleniverdi! O güne kadar bu öğretmenler yetiştirmişti bizi. Sözünü ettiğim gibi bazıları demirbaş defterlerindeki matematik sorularının çözümlerini nerdeyse bize de ezberletecekti. Bu durumda tabii ki olan bize oldu. Notlarımız çok düştü. Ben de tüm hayatım boyunca ilk kırık notumu bu dönem aldım. Bazı arkadaşlarımız bunalıma girdi. Tabii ki anlaşılırdı bu durum. Fen liseliler sınav için yüksek ortaöğrenim puanını garantiler ve rahatlarken bizler sınava ramak kala hayatımızın en kötü matematik, fizik notlarını alıyorduk!!!!
Okulda yaşadığımız onca şey yanında haftasonlarımızı istediğimiz gibi geçirememek de psikolojimizi bozuyordu. Belki dinleyemiyorduk dersleri, beynimiz artık almıyordu ama yine de gidiyorduk bu dershanelere. Sahi, 5 gün okula gittiğimiz halde neden bu lanet sınavlar için yeterli olmuyordu? Niye o yıllarda ayaklanmadık bizler ve ailelerimiz? Ailemizin bizleri üniversiteye hazırlama sürecinde harcadığı onca para dershane öğretmenlerinin (bu durumun sorumlusu onlar değiller tabii ki, hatta aralarında saygıyla andıklarım çok) karnını doyurmuş oldu. Sonradan belki kendi karnını doyuramayacak ya da aileden bağımsız yaşayamayacak bir üniversiteli yetiştirmek umuduyla canını dişine takıp özel eğitim sektörünün karnını doyurmuş anne ve babalar yalnızca benimkiler olamaz değil mi? İşsiz olan ya da haksızlıklar içinde çalışan birçok üniversite mezunu var. Beyin göçünden yakınan ama göçmeyen beyinleri de desteklemekte pek başarısız ülkemizden gençliğimiz yanında paralarımızın da hesabını sorabilseydik keşke. Üniversite için bizden bunca şey çalan ama nedense, bütün zorluklara rağmen üniversitelerden bilim adamı, arkeolog vs sıfatlarıyla mezun olduğumuzda kanal projesi için, Allianoi için, yunusları denizden yakalamak için çoğu kez gönüllü olarak verdiğimiz bilgilerimizden yararlanmak istemeyen, nasılsa hep uyarıların tersini yapan ülkemizden…
Evet bizler dershaneler gittik ama ya gidemeyenler? Ne büyük bir haksızlık. Ailenizin durumu iyiyse şimdiden bir puan ileridesiniz demekti. Sınavlarda üstün başarı gösteren yoksul çocukların, çobanların öyküleri olurdu gazetelerde. Okuyunca sevinirdim. Bu açıdan genetiğin aslında çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Ailelerimizden yalnızca hastalıkları değil, zekâyı da alabilmemiz iyi bir şey. Eee, zenginlik birilerini bir adım öne geçiriyorsa genetiğe de izin verilmeliydi tabii.
Peki ya genel kültür? Ne yazık ki “çaba” gibi bunun da sınav sisteminde hiçbir önemi olmadı. Hiç kitap okumayan, sanatla ilgilenmeyen, yazıp çizmeyen bir arkadaşınız, zenginlik ve/veya toplumda kabul gören zekâ tipi nedeniyle sınavda sizin önünüze geçebiliyordu ama sizin genel kültürünüzün, donanımızın, sınavların ölçmediği özelliklerinizin bu sınavlarda hiçbir önemi yoktu.
Ayrıca bu sınavlarda bizler, çoğunlukla toplumda kabul gören, para kazanabileceğimiz mesleklerden birini kapmak için yarıştırılıyorduk. Kimsenin bize ne olmak istediğimizi sorduğu, bizi bu konuda bilgilendirdiği, desteklediği de pek görülen şey değildi. Tüm bu gerilim içinde psikolojimiz de bozuldu. Başarıyı çarpık algılayan, farklı özelliklere sahip bizleri birbirimizle bilim dışı yarıştıran bu sistem yüzünden bazılarımız ezildi, bazılarımız ezdi.
Özetle, kötü öğretmenleri bol olan kötü bir eğitim sisteminde zamanımız, sağlığımız çalındı. Bizden bu en güzel yıllarımızı çalmaya kimsenin hakkı yoktu aslında. Okullara gittik ama o yıllarda öğrenmemiz gereken şeyleri o yıllarda öğrenemedik. Ben tarihin önemini kavradığımda, tarihi sevdiğimde artık oldukça büyümüştüm. Okulun bana öğretmediği bilgileri şimdi zaman yaratarak kendim öğrenmek zorundaydım. Yalnız değildim bence. Üniversitede çoğumuz kafesten kaçmış kuşlar gibiydik. En azından bir süre için ÖSS ve ÖYS gibi sınavların kabusundan kurtulmuş. Dersler dışında, mesleğimiz dışında pek okuyamadık, okumadık. Hem yıllardır mahrum olduğumuz konser, tiyatro, gezmek gibi keyifli şeylere hasrettik. Üniversitede de okumadan duramadık ama örneğin, çok sevdiğimiz bir yazarın yeni kitabı çıkmıştı, sabredemedik onu okuduk önce. Dersler dışında kalan zamanda yine ders gibi gelecek okumalara zaman ayıramadık. Bilmediğiniz için utandığımız konuları ele alan metinler, kitaplar raflarımızda bizi beklemeye devam etti. Bu kitaplar o raflardan hep seslendi bize, biz de onları okumayı hep istedik. Bir kısmını okuduk da, ama yetişemedik. Utandık. Bu duygumuzu birbirimize anlatarak, durumumuzun yalnızca bize özgü olmadığını görerek birbirimizi teselli ettik.
Sonra mezun olduk. Bazılarımız yüksek lisans, doktora çalışmaları yapmaya başladı, bazılarımız işsizlik ortamında hayatta kalmak için debelenmeye başladı. Yoğunluktan ya da işsizliğin yarattığı kasvetten raflardaki o kitapları okumayı halâ bitiremedik. Bugünlerde mesleğimiz ile ilgili okumamız gereken onca kitap, makale arasında bir romana zaman ayırabilince bile keyifleniyor çoğumuz. Türkiye’nin, Anadolu’nun tarihi, mitolojisi, coğrafyası vs vs üzerine belki de 20 yıldır okuyamadığımız bazı kitaplar var, evet. Sokakta durdursanız bizleri, bazı sorular sorsanız bilemediklerimiz olur, utanırız.
Ya siz, yıllardır ülkemizin eğitim sisteminden sorumlu olanlar, siz bize bunları yaptığınız için utanıyor musunuz? Sokakta sizi çevirseler ve sorsalar, siz ülkemizle ilgili her soruya cevap verebilecek misiniz? Hayır, cevaplar şıklı olmayacak…