La Perle de l’Ionie / İyonya’nın İncisi : Güzel İzmir, Bahtsız İzmir*
Onlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimlerinde kurdular.
Homeros
M.Ö. 334 yılında Sardes’ten İzmir’e gelen Büyük İskender, o zamanlar Pagos Tepesidenilen Kadifekale bölgesinde Nymphe Kutsal Alanı’nda avlanırken, yorgun düşer ve bir çınarın altında uyuyakalır. Rüyasında gördüğü iki Nemesis (su perisi), İskender’den yepyeni bir İzmir kentini uyuduğu tepenin eteklerinde kurmasını isterler. İskender uyanınca, Apollon kahinine gördüğü rüyayı anlatır ve rüyayı yorumlamasını emreder. Böylelikle İskender, generalleri Antigonos ve Lysimakhos’a yeni kenti kurmaları için talimat verir. İzmir, işte böyle bir rüyanın sonunda kurulur. Su perilerini bu yüzden kutsal sayan İzmirliler, Nemesis adında Kadifekale’de bir tapınak yaptırılmasına önayak olur. Böylelikle Kadifekale eteklerine bugün Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olan İzmir kurulur. İsmi daha öncelere, Amazonlara dek uzanan Smyrna, yani İzmir, çağdaş, gelişmiş aynı zamanda önemli bir kültür, sanat ve ticaret merkezdir. “Güzel İzmir” olarak da adlandırılan şehir, 8500 yıldır Anadolu yarımadasının batısında uzanır. Antik çağların en ünlü ve en büyük kentleri arasında olan Efes ve Bergama’yı da kapsayan bu güzel topraklar İyon kültürünün bütün ticari, dini ve sanatsal etkinlikleriyle yoğrulmuş; kıyı kenti olmasından dolayı Osmanlı Devleti’nde bile her dinden, her uygarlıktan halkların geçiş notası olduğundan yüzyıllardır kültürün, sanatın, refahın kalbi olmaya devam etmiştir.
İlyada ve Odysseia destanlarının derleyicisi olarak bilinen Homeros’un kenti olarak geçen İzmir, özellikle 19. yüzyıla girildiğinde büyük bir öneme sahip olur. Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında 1838 yılında imzalanan serbest ticaret antlaşması, yabancılara ticaret yapma hakkının tanınmasını beraberinde getirmiş ve Çeşme’nin hemen karşısında uzanan Sakız Adası’nda ticaretle uğraşanlar İzmir’e yerleşmeye başlamışlardır. Böylece İzmir, büyük bir kavşak noktası haline gelmiş, şehir ekonomik, kültürel, düşünsel açıdan gelişmeye başlamıştır. Gelişim, 1. Dünya Savaşı’na dek sürmüş, Balkan ve Dünya Savaşı’yla patlak veren imparatorluğun çöküş aşamasında bile hareketli bir saha olarak ön planda kalmaya devam etmiştir.
Savaşın kaybedilmesiyle Küçük Asya topraklarına sahip olmak isteyen devletler, bu işi daha küçük devletlere ve uluslara bırakmış ve İzmir’in kültürel mirasının kötü alın yazısı, Yunan’ın karaya asker çıkarması ile yazılmıştır. Kimi kaynaklar farklı anlatsa da ulus-devlet inşasında oluşturulan süreçte milli mücadeleyi başlatan ilk kurşunun,Gazeteci Hasan Tahsin tarafından İzmir’de atıldığı söylenir. ‘İlk kurşun’, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını simgelemiş, Türk ulusunun verdiği zorlu savaş kazanılmış ve Selanik’in intikamı alınırcasına Doğu’da Hıristiyan Ermeni nüfus Anadolu topraklardan sürülürken, Batı’da Hıristiyan Rum nüfus zorunlu mübadeleyle atatopraklarından atılmıştır.
İzmir’in başkaldıran özgürlükçü yapısı, zihinsel ve kültürel altyapısıyla doğrudan bağlantılıdır. Ticaret yapılan bir limanı bulunması, en modern yerlerden biri olarak görülmesi, din kıskacında bağnazlığa kapılmayan ulusların tek çatı altında toplanması Türkiye’nin siyasi tarihi açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur. Yeni devletin kurucu önderi Kemal Atatürk için bile İzmir’in, İzmirlilerin yeri apayrı olmuştur.
Yedi katlı şehir, bugün Türkiye’nin üçüncü büyük metropolü olarak anılmakta ve göçlerle şehre gelen kişilerin tabiyeti neresi olursa olsun, kendini yalnızca İzmir’de doğma büyüme oralıymış gibi; “İzmirli” olarak tanımlamaktadır. Diğer şehirlerde yaşanmayan bir hoşgörüye, uzlaşıma sahip olan İzmir, bünyesinde topladığı halkları, köklerine yabancılaştırmadan “İzmirli” yapmaktadır. Ege’nin incisi olarak anılan şehir bugün her geçen yıl daha da artan miktarlarda iç göç almaktadır. Göçler, diğer büyük şehirlere yapılanlarla karşılaştırıldığında yaşayan bir şehre refah düzeyini yükseltmek için değil, yaşlı nüfusun “kafa dinlemek” için göç etmeyi seçmesi şeklindedir. İzmir’in genç nüfusu, istenildiği kadar aksi ispatlanmaya çalışılsın; başka şehirlere göç etmek durumunda kalmakta; dolayısıyla şehir, yaşayan nüfusunu kaybetmektedir. Her gün Kordon’da, Sahil’de, Karşıyaka’da, Bornova’da, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, diğer yerlerin barlarında ve cafe’lerinde gördüğümüz genç nüfus, eğlence kültüründen de bihaber, bezgin bir halde zaman öldürmektedir. Örneğin belediyeler bir işi yapabilecek kalifiye eleman almaktansa, iş yapmayanı içinde tutmaya devam etmekte; “alım yok” diyerek İzmir’i terk etmek istemeyen profesyonel kişileri geri yollamakta, hatta onlarla hiç görüşmemektedir.
Yaşayan şehir, aktivite yapabilmenin keyfinden değil, sıcaktan sokaklara dökülmüş olsa gerek; kültürel etkinliklerde de sınıfta kalmıştır. Önceki yüzyıllarda tiyatrolardan, konserlerden, operalardan geçilmeyen şehirde bugün, festivaller parmakla sayılacak kadar az ve katılım minimum düzeydedir. İzmir’in festivalleri, tanıtımsız, sessiz sedasız ve organizasyon zayıflığından heba olmaktadır. İzmir’de yaşayan nüfus, kaliteli bir organizasyonda bulunabilmek için rotasını Ankara ve İstanbul’a çevirmek durumunda kalmaktadır. Kısacası İzmir, kendini seçeni İzmirli kimliğine kavuştururken, her geçen gün zayıflamaya ve kimliksizleşmeye devam etmektedir.
Bunun engellenmesi için bölgenin acilen ticaret ve kültür merkezi haline getirilmesi gerekmektedir. Böylelikle İzmir’in içinden çıkan, İzmir’in ruhunu bilen kişilere yeni iş sahaları açılacak; bireyler bütünleştiği şehirden kopmadan İzmir’i daha güzel yerlere getirebilecektir. Büyük bir fuar alanına sahip olan şehirde uluslararası fuarların ve kongrelerin sayısı artırılmalı, İzmir, uluslararası platformda daha iyi tanıtılmalıdır. Akdeniz insanının tembelliğini ve rahatlığını da karakterinde barındıran İzmirli, bu festivallere ve kongrelere iştirak etmiyorsa, festivaller ve kongreler onların ayağına götürülmeli, semtlerde, açıkhavada, ortak çalışmalar ve katılımlarla halkın ilgisi uyandırılmalıdır.
İzmir’in kalbinde bulunan turizm olanakları çok daha iyi kullanılmalı, binyıllardır ayakta durmayı başarabilen tarihi eserler, ibadet yerleri ve emanetler koruma altına alınıp derhal restore edilmeli ve müzeye dönüştürülmelidir. Agora civarında bulunan Sabetay Sevi’nin evi, tarihi Kemeraltı Çarşısı ve Havra Sokağı; Efes’teki Meryem Ana Kilisesi kadar din turizmine uygun olduğundan buraların da restore edilip koruma altına alınması şarttır. Tarihi değerlerini ve kültürünü yansıtan modern bir kent görünümüne sahip olabilmek için İzmir kolları sıvamıştır, ancak yapılanlar yetersiz ve çalışmalar oldukça yavaş ilerlemektedir. İzmir’i adam edeceğini garanti eden kişilere “Bunu da deneyelim” denilerek prim verilmemelidir; alimallah İzmir, Allianoi ile aynı kaderi paylaşabilir. “Orası şehir değil, orada sadece üç beş apartman var” denilerek şehir, kum ve betonların altında kalmaya mahkûm edilebilir veya sevgili (!) Özfatura ve DYP döneminde cinayet olarak adlandırdığım güzelim Kordon’un ve Yalı’nın katline benzer bir katliam yapılabilir…
Oysa İzmir insanları, çalışmalarında kağnı gibi ilerleyen belediyeye öyle kızgın ki, bugünlerde nereden geçsem gencinden yaşlısına kadar hemen herkes belediye seçimlerinde bundan sonra CHP için asla diyor. Böylesine kritik bir durumda ideolojisi, çıkarı vs. ne olursa olsun, İzmir’e ahde vefa için, tüm çalışanların, özellikle yöneticilerin aklını başına toplaması gerekmektedir. Çalışmaların önüne engel çıkaran iktidar partileri bahane olmamalıdır. Eskişehir’i yepyeni bir güzellik haline getiren, orayı bir Avrupa şehrinden farksız giydiren Sayın Yılmaz Büyükerşen’in de önüne binlerce engel çıkmıştı…
Elbette burada asıl görev seçim yapan, yaşayan, şehrin üyesi olan bireylere; yani halka, halkın yaptırım gücüne düşmektedir. “La Perle de l’Ionie” (İyonya’nın İncisi), yeniden eski sıfatını kazanmalı ve bu dişi şehre su perilerinin büyüsü değmelidir. O büyünün asası da İzmir’de yaşayan, İzmirli olan, kendini İzmirli hisseden ve İzmir’i seven herkesin elindedir.