“Muhteşem” Yüzyıl*
Muhteşem yüzyıl pek o kadar da muhteşem bir yüzyıl değildi. Şöyle ki, Osmanlı İmparatorluğu birkaç yüzyıl boyunca dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmasına, dünyanın en verimli bölgelerinden birinde hüküm sürmesine ve bütün yeraltı, yerüstü zenginliğine rağmen bu topraklarda insanlığa fayda sağlayan tek bir buluş bile yapılmamıştır.
O kadar yüzyıl boyunca Osmanlılar bilimde kendini gösterememiş, halkından Newton, Kopernik, Leibniz, ya da Pascal eşdeğeri tek bir kişi bile çıkmamıştır. Aksine her yenilik çabası tutucu güçlerce engellenmiş ve ülke, bilim ve teknolojide ilerleyen batıya karşı hızla güç kaybetmiş, ihtişamı mazide hoş bir seda olarak kalmıştır.
Günümüz yönetimleri bu yüzyıllara özenirken uygulamaları da aynı yönde ve tarihten ders çıkarmalarını beklememiz boşuna. Örneğin, bugün ülkemizde internet üzerine arka arkaya kısıtlamalar yapılmaya çalışılması, yenilikten korkan ve bir savunma dürtüsü olarak anlamadığını yasaklayan aynı kafa yapısının hâlâ geçerli olduğunu gösteriyor. Buradan anlıyoruz ki eğer dünyada internet diye bir şey olmasaydı, birileri icat etmemiş olsaydı internet hiçbir zaman bizim ülkemizde icat edilemezdi.
İngiliz Kraliyet Akademisi 1660 yılında, İngiltere görece olarak önemsiz bir krallıkken kurulduğu ve bilimsel araştırma o ülkede sürekli desteklendiği için 19.yüzyıl endüstri devrimi İngiltere’de gerçekleşti. Takiyuddin’in Tophane’deki gözlemevinin “gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesini küstahça öğrenmeye cüret edenin akibetinin meçhul olduğu“ söylenerek III. Murat tarafından 1580’de bir gecede yıktırılmasından yüzyıllar sonra uzaya bir Türk astronot gönderilmesi karşılığında 20 Boeing uçağı alınması pazarlığı yapıldığını ise Wikileaks’ten öğrendik 2.
İyimser bir tahminle her biri en az 100 milyon dolardan toplam iki milyar doları, yurt içinde uçak ve uzay bilimlerinde eğitim ve araştırmaya harcamak yerine bu biçimde, çok çok pahalı bir taksi gezisinden başka bir anlamı olmayan bir eylem için yurt dışına vermenin ne kadar içi boş ve anlamsız olacağını görememek zor olur. Uzun vadeli, altyapıya dönük aklı başında projeler yerine şaşaalı törenlerle sunulan çılgın projeler gündemde hep.
Az eğitimli, fazla çalışkan olmayan, başına gelen felaketlerden ders almak yerine onları yüce bir yaratıcının önlenemeyecek iradesinin sonucu olarak görerek kendisini kolayca haklı çıkarabilen bir halkın çıkardığı devletin ihtişamı nadir, olursa da kısa süreli olacaktır.
“Fakirler, kültür ve lüks arasında seçim yapabildiklerinde her zaman önce lüksü seçer,“ diye yazmış Thomas Hardy. Atatürk Kültür Merkezi yıllardır kapalı olmasına rağmen İstanbul’da her hafta yeni bir alışveriş merkezi açılıyor. Bir kent büyük bir pazar yeri olmamalıdır. Müzik, görsel sanatlar, tiyatro ve edebiyat, kentliyi birey yapar. Aynı şablon hikâyelerin yinelendiği, iyilerin hep iyi, kötülerin hep kötü olduğu pembe diziler yerine birey olmanın zorluğunu işleyen trajedileri seyretmek bize kendi sorumluluklarımızı hatırlatır.
Shakespeare ya da Montaigne, Osmanlı olamazdı. Romanda birey kendi yazgısını sorgular. Çok sesli müzikler bize hep aynı melodiyi dinlemek zorunda olmadığımızı, birden çok sesin uyum içinde birlikte daha güzel olabileceğini gösterir. Mozart, Türk Marşı besteledi ama Osmanlı olamazdı.
Devletin sürekli bazı öcüleri neden göstererek halkını kısıtladığı ve bu yüzden kişilerin büyüyüp birey olamadığı, farkların bastırıldığı, başarının değil sadakatin ödüllendirildiği, bireyin devlete karşı hakkını koruyan bir adalet sisteminin olmadığı yerlerde yaratıcılık da olmaz; öğretim, müzik, edebiyat hep aynı bilinen kalıpları yineler. Watt ya da Edison da Osmanlı olamazdı.
Bizde kahramanlar iki türlüdür: Ya kaderine razı olmayı bir erdem gibi gösteren, “bir lokma, bir hırka” yaşayan “kul”ların hikâyeleridir, fonda “inleyen nağmeler” çalar. Ya da zorba bir yönetene karşı isyan eden efenin, eşkiyanın hikâyesidir, Köroğlu ya da İnce Memet gibi, ki burada eşkiyanın kahramanlaştırılması adaletin doğru çalışmadığını gösterir.
Muhteşem yüzyıl o kadar da muhteşem değildi. Beşyüz yıl öncesine özeniyorsak, tarih tekerrür ediyorsa, ilerlememişiz, geçmiş hatalardan ders almamışız demektir.
Not: Bu yazı Cumhuriyet Gazetesi’nin 17.06.2011 tarihli Bilim ve Teknoloji ekinde yer almıştır.