Söyleşi: Orhan Aydın

Söyleşi: Orhan Aydın

“Sanatın kendisi siyasettir”

Azizm olarak Çeşme Film Festivali’nde tanışma olanağı bulduğumuz  ve özellikle geçtiğimiz yıl söyleşi yaptığımız dünya sinemasının usta yönetmeni Theo Angelopoulos hakkında anılarını bizle paylaşan, tiyatrodan sinemaya, oyunculuk ve genel anlamıyla sahne sanatları konusunda ülkemizin en büyük ustalarından Orhan Aydın‘la ülkemizde farklı sanat dallarının dününü, bugününü ve yarınını konuştuk. Sanatında estetik kaygıları devrimci kişiliğiyle harmanlayan, bu duruşunu rüzgarlara kapılmadan, baskılara boyun eğmeden sürdüren büyük ustayla, uygulanması gereken sanat politikalarını, rol aldığı son film olan “Devrimden Sonra“yı ve elbette tüm bu karanlıktan “kurtuluş“un yollarını konuştuğumuz söyleşimiz, öğretici olmasından öte geleceğe dair umut aşılayan bir sohbete dönüştü…

Tiyatromuzun her daim genç kalan sayılı ustalarından biri olarak tiyatroya başladığınız dönemde sahne sanatlarına halkın ve devletin ilgisini şimdiki dönemle kıyaslarsanız ne gibi değişimler göze çarpıyor?

Cumhuriyet tarihi, sanata sanatçıya baskı-sansür-gözaltı-işkence-cezaevi gibi uygulamalarla doludur. Ülkesi için üreten ve değiştirme, akıl zenginleştirme mücadelesi veren her sanatsal yaratıcı bu uygulamalardan payına düşeni fazlasıyla almıştır. Nâzım Hikmet’e yapılanların başkaca edebiyatçıya, şaire, çizere, ressama, oyuncuya, yönetmene, yontu ustasına, müzisyene yapılmadığını söylemek haksızlık olur. Elbet Nâzım ustaya yapılanlar bir hıncın öfkenin, öç almanın ürünüdür ve tüm baskılardan daha can acıtıcıdır.

Yakın tarih sayılan 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde bizlere yaşatılan da bu öç alma duygusunun bir örneğidir. Egemen sınıflar ve onların belirlediği siyasi iktidarlar yıllardır bu kin ve nefret dolu öç almanın peşinden koştular.

Bu gün sanat alanlarına yaşatılanlarda bu yansımanın en net örneğidir. Dahası AKP dönemi, açıktan sanat düşmanlığının yapıldığı en net dönemdir.

Ülkemizdeki sanat eğitimini yeterli buluyor musunuz? Bu kapsamda sizce neler yapılmalı?

Yetersiz ve sıradan ve ezberci.

Usta-çırak ilişkisinin önemini yeniden kavramlaştırmak gerekiyor. Bu anlamda var olan tüm sanatsal öğreti yöntemlerini de ters-yüz etmek gerekiyor. Yaşamı çiçeklendirmek sanatçı adayının ufkunu renklendirerek olabilir. Araştıran- tartışan-izleyen, halkların geleneksel kültürel dokularını kavrayan ve bu dokuları zenginleştirerek yol alan bir yöntem.

Özellikle genç kuşak tiyatro topluluklarında politik duyarlılık ön safhada gözüküyor ve oyunlarını gerek belgesel anlatı gerekse dram anlatı olsun politik motiflerle işliyorlar. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Sanatın kendisi siyasettir.

Eğer yaptığınız ürettiğiniz ürünler emekçilerin, işçilerin, yoksulların emelleriyle örtüşmüyorsa, onları geliştirmiyor, önlerini açmıyorsa orada sanat tadını aramak boş yeredir. Ancak neyi nasıl söylemek bahsi, yani estetik en önemli kaygı olmalıdır. Bugün eksik olan da budur. Genç yaratıcı kardeşlerimin, slogan atan sesler olmaktan daha çok buna gereksinmesi olduğuna inanıyorum. Belirleyici olan sloganın içeriği olduğuna göre, oyuncunun işi o içeriği oynamaktır. Bunu ışık-dekor-kostüm gibi olamazsa olmazlarla bütünlediğinizde ortaya seviyesi farklı bir seyir çıkar.

Peşinden koşulması gereken bu olmalıdır. Buna en çok işçilerin, emekçilerin gereksinmesi vardır en çok onlar hak etmektedirler. Bayağılık sözü önemsizleştirir, sıradanlaştırır.

Bu toplulukların ortaya koyduğu oyunlarda sanatsal duyarlılıktan, yaratıdan çok sizin de belirttiğiniz gibi siyasal sloganlar ve özellikle solun duyarlı olduğu kimi değerlere yapılan direk atıflar dikkat çekiyor. Seyircinin de buna alkışlarla karşılık verdiği ortada. Sizce bu sol, sosyalist sanatın sanatsal değerler bağlamında ilerleyeşini sekteye uğratıyor mu?

Seyirci kendinden olanı hemen benimser. Ama oyuncu işin kolayına kaçmamalıdır. Duyarlılıkları ortak olanlar kendileri söyleyip, kendileri izleyenler olmamalılar. Seyirci bu duruma reaksiyon göstermelidir. Önüne konan her şeyi ‘bizdendir’ diye kabullenmesi sanatçıları geliştirmez,  değiştirmez, devrimcileştirmez, ustalaştırmaz. Sosyalistlerin aradığı şey gerçekliktir. Gerçekliğin bir sahne üstünden nasıl ifade edildiği ise önemli olan yandır. Yinelemek isterim, sahne üstünden atılan sloganın önemi, oynanmasından daha cılızdır.

Türk sinemasında siyasi konulu filmlerin etkisi ve başarısı konusunda ne düşünüyorsunuz?  En  son  rol  aldığınız  ve  Türkiye’de  olası  bir  sosyalist devrim sonrası yaşanabilecekleri konu edinen “Devrimden Sonra” filmini, şuana kadar filme gelen eleştirileri de göz önünde bulundurarak, bu noktada nerede konumlandırırsınız?

Sinema; toplumsal özelliğini yitiren bireysel dünyaların perdeye aktarıldığı, karmaşık sorunların irdelendiği ya da eften-püften komedilerin egemen olduğu geri bir noktaya doğru yol alıyor. Son süreçte ülke duyarlılıklarını işleyen çok az yapıt üretildi. Üretilenlerde toplumda karşılığını bulmadı. Festivallerde ödüllere boğulan bu filmler salonlarda seyirci bulamadı. ‘Devrimden Sonra’ filmi bir ortak aklın ve yaratının ürünü olarak üretildi. Elbette onlarca zaafı var. Ancak, kendi alanında bir ilk olması açısından umut verici. Kısa zamanda 55.000 toplamlı bir seyirciye ulaşması ise insanların gelecek güzel günlere inancının henüz bitmediğinin küçük bir işareti olsa gerek. Dilerim bu filmle açılan kapıdan yürümeyi isteyen sinemacılar çıkar. Açıkçası genç yaratıcılardan umudum var. Estetik kaygıların içeriği güçlendirdiğini duyumsayan yeni genç yaratıcılardan akıl zenginliğini güçlendirecek ürünler beklemek umarım hayal olmayacak.  Buna ülke olarak gereksinmemiz var.

İnsanlık Anıtı’nın yıkılması, yıkıma karşı duran Bedri Baykam’ın bıçaklanması, gerici tehditler sonrası video/performans sanatçısı Şükran Moral’ın ülkeyi terketmesi, Allianoi’nin sulara boğulması, Devlet Tiyatroları’nın üzerinde dolaşan kara bulutlar, AKM’nin sembolik olarak imha edilmiş olması ve daha sıralamaya devam edebileceğimiz sayısız olay karşısında nasıl bir sanat politikası izlenmeli?

Düşmanlık. AKP’nin ve onun yandaşlarının dünya insanlığının gözleri önünde yaptıklarını açıklayabilen tek sözcük bu. Sanat alanlarının tamamında onlarca örnekleme yapmak mümkün. Tek tek öne çıkıp basında yer bulanların dışında bilinmeyen olaylar, sansürler, yasaklamalar, yandaş yaratmak için sanatı ve sanatçıyı satın alma girişimleri çıplak birer gerçek.

Sanat kurumlarının başında kara bela dolaşıyor. Sanat örgütlerinin başında kara bela dolaşıyor. Sanatçıların başında kara bela dolaşıyor.

AKP tehlikeli bir virüs gibi toplumun akıl sağlığıyla oynamaya devam ediyor. Kültürel miraslara, değerlere, kalıtlara karşı büyük bir yıkım girişimi var.

Toplum ayrıştırılarak kültürel ve sanatsal değerler hiçleştiriliyor ve alımlayıcı ile yaratıcı arasındaki makas genişletiliyor.

Ülkemde tiyatro-opera-bale-senfoni sistem tarafından çöpe atılmak üzeredir. Kültür merkezleri  yıkılıyor  yerlerini  alış-veriş  alanları  yapılıyor.  Kentsel dönüşüm adı altında tarih yağmalanıyor. Ülke, kültürel anlamda bozkıra dönüştürülüyor. Basılmamış kitaplar yasaklanıp, yazarları içeri atılıyor. Kürt dilinde türkü söylemek ‘suç’ ilan ediliyor.

Bu ay Azizm’de “Kurtuluş” temasını işliyoruz. Bu doğrultuda sormak gerekirse, yepyeni ancak müthiş gerici bir Türkiye’ye doğru hızla ilerlerken, yaz sıcağını cehenneme çeviren bir gündemle boğuşurken, siz “Boyun Eğmeyen”lerin sesi olarak, bizlere direnç aşılayan Orhan Aydın olarak kurtuluş yolunu nerede görüyor ve nasıl betimliyorsunuz?

Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye özlemim hiç bitmedi. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, gençlerin ve kadınların birlikte verecekleri eşitlik ve özgürlük mücadelesi bu büyük utkunun kapısını sonuna kadar aralayacaktır.

Sosyalist bir Cumhuriyet; insanların haklarını aldıkları, sağlık-eğitim-barınma- ulaşım-iş-aş-kültür-sanat alanlarından eşit biçimde yaralandıkları güzel ve haklı günlerin adıdır.

Ben 40 yıllık sanat yaşamımda bu utkum için ürettim. Bundan böyle de öyle olacak.

Barışık-eşit-özgür bir Türkiye; faşizmin, gericiliğin, cehaletin panzehiridir. Başımızdaki bu kara beladan bizleri kurtaracak olan ortak akılda bu utkunun içinde saklıdır.

Önümüzdeki dönemde sizi hangi sinema filmleri, TV dizileri ve elbette tiyatro oyunlarında göreceğiz?

TV ve sinema için masamın üstünde onlarca önerme var. Kabul ettiklerim var. Şuan yayında olan bir dizi var, üstüne konuştuklarım var. Bunca yıllık sanat yaşamımda sahneden hiç inmemiş olmak benim için büyük mutluluk. İki yıldır ulusal ve uluslararası şairleri izleyenlerle buluşturan yeni bir düzlem üstünden ilerlemeye çabalıyorum. Şairler, şiirleri ve şiirlerden yapılmış şarkılar.Yetkin oyuncular, müzisyenler, film ve ışık tasarımcı dostlarımla ortak bir pınar oluşturduk. Proje Ağustos ayının 12’sinde Antalya’da. Konyaaltı Açıkhava tiyatrosunda AŞK OLSUN deyip, ölümünün 12. yılında CAN YÜCEL ustayla izleyenleri buluşturacağız. Sonra Barış şiirleri, ardından Gelenekten Geleceğe ile devam edeceğiz. Önümüzdeki sezon 35 ayrı noktada 35 ayrı etkinlikle bu damarın izini sürmeye çabalayacağım.

Onur Keşaplı

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2011

Bunu paylaş: