Sam Amca’nın Şirin Baba Açılımı*
Sinema tarihi boyunca çekilmiş tüm filmlerin ortak noktası, çekildikleri dönemin politik, kültürel, sosyo-ekonomik düşünüşlerinin, şartlarının bilinçli veya bilinçsiz bir tavırla sinematografik açıdan sunulmalarıdır. Aynı öyküyü anlatan filmlerin yeniden çevrimlerinde izleyiciye alabildiğine farklı anlamlar iletiliyorsa bu durum sinemanın amaçları üzerine kafa yormayı gerektirir. Popüler bir örnek üzerinden gidecek olursak Yıldız Savaşları’nın ilk üçlemesinde Soğuk Savaş’ın da etkisiyle imparatorluk metaforuyla Sovyetler Birliği’ne hücum ediliyorken aynı ekip tarafından çekilen yeni üçlemede bu kez imparatorun “seçimle” işbaşına gelmesi üzerinden Bush yönetimine eleştiriler getirilebilmektedir. Sinemanın bu gizli gücüne her daim sadık olan sinema hiç kuşkusuz Hollywood’dur. Öyle ki Hollywood tarihi olmayan Amerika’nın tarihini (Griffith’in yönettiği Bir Milletin Doğuşu veya tüm Western filmleri) filmler aracılığıyla Amerikan halkına öğretmiştir. Kaybedilen savaşlar(Vietnam) filmlerle (Rambo serisi) geri kazanılmış, Hollywood Soğuk Savaş’ta en az nükleer silahlar kadar caydırıcı bir silah halini almıştır. Sinema sanatını her daim eğlence olarak biçimlendiren Hollywood, kitlelerin eğlencesini oldukça ciddiye alarak politik sisteminin doğruluğunu, vazgeçilmezliğini her yıl çekilen yüzlerce film aracılığıyla tekrar tekrar pekiştirmiştir. Bunu yaparken de hedef kitle olarak algılarının açık ve savunmasız olduğunu göz önüne alarak gençleri ve çocukları seçmiştir. O yüzden son dönemde sayıları durmaksızın artan çizgi roman, çizgi film, çocuk öykülerinin uyarlamaları ve animasyonlar dikkat edilmesi gereken bir durum teşkil etmektedir.
Ortaya çıkış tarihleri itibarı ile Soğuk Savaş yıllarının çizgi romanı ve çizgi filmi olan Şirinler, komün halinde yaşayan, iş bölümünü kesin çizgilerle belirlemiş, herkesin çalışıp ürettiği, kırmızı şapkalı liderlerinin öncülüğünde yaşayan ve köylerini onları yakalayıp bir anlamda paraya çevirip zengin/kudretli olmanın derdindeki rahip/büyücü kırması Gargamel’e karşı koruyan küçük mavi canlıların hikâyesidir. Komün yaşam, emeğin ve üretimin ön planda oluşunu, kapitalizmi andıran bir para hırsı ile kilise rahiplerini andıran bir kostümle egemen güçleri çağrıştıran bir kötü büyücüyü, hepsinin ötesinde kırmızı şapkası ve ciddi ciddi komünizmin büyük kuramcısı Karl Marx’ı andıran görüntüsüyle Şirin Baba’nın varlığı, bu çizgi filmin komünizm propagandası yaptığı iddialarını bir açıdan doğrular nitelikte. Yaratıcıları Peyo, Şirinler’i gerçekten bu amaçla mı tasarlamıştır bilinmez ama çizgi filmlerinin kimi ülkelerde yasaklanmış olması, İngilizce adları olan SMURF’ün aslında “Small Men Under Red Flag” yani “Kızıl Bayrak Altındaki Küçük Adamlar” olduğu iddiaları en azından sol karşıtlarının Şirinler’de ne gördüğünü net biçimde ortaya koyuyor. Egemen sınıfların gözünde Şirinler’i tehlikeli yapan başat unsur ise tüm dünya çocuklarının bu mavileri çok sevmesi. Tam da bu noktada geçtiğimiz ay gösterimde olan Amerikan yapımı Şirinler Hollywood ve Sam Amca için büyük önem taşıyor. Zira Soğuk Savaş sonrası meydanı boş bulanların Şirinler’i fethetme girişimleri bir bakıma Şirinler’le ilk kez tanışacak olan yeni neslin fethi anlamına da geliyor. Film zaten şirinlerin köyünde yani ormanda geçen öyküyü zorlama bir zaman/mekân değişimiyle New York’a, kapitalizmin kalbine taşıyarak daha başlangıçta kartını açık oynuyor. Film, başta Şirin Baba olmak üzere şirinleri alışılageldik sevimlilikleri, ağırbaşlılıkları, çalışkanlıklarıyla resmederek bir anlamda onların doğasına uygun ilerleyerek hedef şaşırtıyor. Filmde Gargamel’le birlikte kötü tarafta yer aldığını düşünebileceğimiz hırslı patron, bir kozmetik şirketinin sahibi. Yani dış görünümün birey kimliğinin yegâne unsuru olduğunu gösteren Batı’ya özgü “Tüketim Toplumu”nun önde gelen temsilcilerinden. Buraya kadar her şey yani iyiyle kötünün mücadelesi, “SMURF”ün doğasına uygun ilerliyor gibi bir yanılsama oluşuyor. Ancak klasik Hollywood taktiğiyle, New York’ta şirinlerin yardımına koşan evli çiftin erkeği de aynı kozmetik imparatorluğunda yükselmenin, kendini kabul ettirmenin derdindeki bir küçük burjuva olduğundan dış görünüşün kutsal değerinin filmde alt metinde pekiştirildiği söylenebilir. Film başarılı bir oyunculukla, dikkat çekici bir görsellikle ve yukarıda belirttiğimiz gibi şirinlerin kimliklerine pek dokunmadan ilerleyerek Hollywood’un “eğlence” üretirken amaçları gizlemedeki ustalığının altını çiziyor adeta. Ama iki nokta var ki Sam Amca’nın Şirinler açılımıyla neyi hedeflediğini dolaysız yoldan ortaya koyuyor. Bunlardan birincisi herkesin her Amerikan gişe filminde görmeye alıştığı saklı reklâmların bu filmde dolaysız sergilenmesi. Filmin hemen her karesinde günlük yaşantımıza dair markaların reklâmları gözümüze sokuluyor. Yetişkinler için bu şaşırtıcı olmasa da asıl hedefteki küçük izleyicilerin bilinçaltına o ürün ve markaların yerleşmemiş olmaları imkânsız. İkincisi ise Şirin Baba’dan sonra en bilinen şirin olan Şirine üzerinden yapılan hücum. Marx sakallı Şirin Baba’yla güreşe tutuşmaktan muhtemelen ürken Sam Amca, gözünü kapitalizmin biricik tüketim nesnesi “kadına” dikiyor doğal olarak. Komünlerinde dış görünümleriyle pek ilgilenmeyen ve yeni giysi arayışlarına girmeyen şirinler, Şirine’nin oyuncak mağazasında gördüğü çeşit çeşit bebekler üzerine sarf ettiği “Birden fazla giysim olabilir mi? Süper!” sözleriyle New York’un yerlileri haline bürünüyor. Kız çocuklarının örnek aldığı, oğlan çocuklarınsa ilk aşkı olan Şirine’nin bu sözleri, filmi izleyen küçük bireylerin yakın gelecekteki yaşam biçimlerine karanlık(!) bir ışık tutuyor. Filmin Türkiye’de, yaz aylarına rağmen bir milyonu bulan izleyici sayısı, her daim sevilen şirinlere olan ilgi ve sevginin devam ettiğini göstermekle birlikte Sam Amca’nın açılımının boyutlarını da ortaya koyuyor.
Yazdıklarımızın zorlama olduğu, olumsuzlukları bulmak adına filme kötücül yaklaşıldığı düşünülebilir. Bu yüzden hemen akla gelen birkaç taze örneği de sıralamakta fayda var. Transformers 1980’lerde Japonya’da ortaya çıkan en basit şekliyle iyi ve kötü olarak konumlandırılan uzaylı robotların güce ulaşmak için verdikleri amansız mücadeleyi anlatan, özellikle oyuncaklarıyla birlikte bir kuşak için fenomene dönüşmüş çizgi filmi serisidir. Bu çizgi filmde, ülkeler konuşulmamakla birlikte insanoğlu hikâyedeki figürandır. Özellikle erkek çocukların hayranı olduğu bu çizgi filmi Sam Amca ne yapar, çizgi film serisinden tek bir bölümü bile izlemediğini gururla söyleyen gişe canavarı (tarihteki en pahalı sahneyi, Bad Boys 2 filminde bir malikâneyi gereksiz yere havaya uçurarak gerçekleştirmekle övünen) bir yönetmeni serinin yönetmeni yapar. Başka ne mi yapar? Filme çizgi filmde olmayan yeni yetme ve hatta ezik bir karakter ekler. Böylece kendini sıradan hisseden tüm yeni yetmelerin özdeşleşebileceği bu karakterin yanına bir de yalnızca meme ve popodan oluşan bir sevgili koyar. Bu ikisini ABD ordusu ve NASA’yla birlikte dünya ve uzay tarihlerinin yeniden yazımına giriştirerek Rocky 4’ten beri gördüğümüz en sığ Amerikan propagandasını yapar. Bir başka örnek olarak 1960’ların yenilikçi ve politik çizgi romanı X-Men’in sinema macerasına eğilebiliriz. 60’ların Amerika’sında tüm dünyayla eşgüdümlü ortaya çıkan 68 hareketi, başta siyahlar olmak üzere, kadınların, solcuların, eşcinsellerin kısacası Beyaz Anglo-Sakson Amerika’nın “öteki” olarak nitelediklerinin hak talepleri doğrultusunda şekillenmiş, X-Men’de bu ötekileştirme ve mücadele “mutant” metaforuyla aktarılmıştır. İnsanoğlunun dışladığı mutantlar, insanlara eşit haklar için savaş açmak isteyenler ve eşit haklar için barışçı yolları seçenler şeklinde ikiye ayrılmış ve bunların epik mücadelesi çizgi romanın omurgasını oluşturmuştur. Peki, Hollywood bu durumda ne yapar? Kalburüstü sayılabilecek iki uyarlamadan sonra yönetmen değiştirilir ve ekip ruhunun, eşit görev paylaşımının şekillendirdiği barış yanlısı X-Men ekibinde Hollywood star sistemine geçilerek tüm karakterlerin geçmişleri yeniden yazılır, konumları, görünümleri kısacası tüm varlıkları değiştirilir. Bunlar yetmezmiş gibi eşit hak mücadelesi veren mutantları Soğuk Savaş’ın füze kriziyle ısınan ortamına ABD tarafından sokarak gençlere özdeşleştikleri kahramanlarının nerede durduğunu açık bir biçimde ve çizgi romana ihanet ederek gösterir. Son örnek bir çocuk kitabı uyarlaması olan Baykuş Krallığı Efsanesi adlı animasyon. Muhtemelen kitapta da kendini hissettiren İkinci Dünya Savaşı göndermeleri filmde, Naziler ve işbirlikçileri alışılageldik safkanlık, soykırım söylemleriyle ilişkilendirdikten sonra, okyanus ötesinden gelen kutsal, iyilikle bezeli, tertemiz bir efsanevi savaşçı Baykuş birliğinin okyanusları aşarak kötülere verdiği ders aktarılır küçük büyük tüm izleyicilere. Sorulması gereken soru Nazi rejimine ilk malubiyeti tattıran ve yıkılmasında tartışmasız en büyük pay sahibi Sovyetler Birliği ve Avrupa ülkelerindeki sol direniş örgütlerinin filmde neden en ufak bir şekilde temsil edilmedikleridir. İkinci Dünya Savaşı’nın yazımı sadece yazılı görsel basında değil çocukları hedef alan animasyonlarda da yapılmaktadır.
Uzun lafın kısası Hollywood’un son dönemde özellikle ağırlık verdiği çizgi roman ve çizgi film uyarlamalarıyla animasyonlarına giderken veya çocuklarımızı, kardeşlerimizi, yeğenlerimizi götürürken bir kez daha düşünmeli, gereken araştırmayı yapmalı ve mümkünse çocukluk aşklarımızın hatırına bu yapıtlara gitmeme hakkımızı kullanmalıyız. Gişe gelirlerinin vazgeçilmez bir unsur olduğu Hollywood’un bu denemelerini sinema salonlarını boykot ederek geri püskürtmeli ve çocukluk, ilk gençlik aşklarımızı Sam Amca’dan kurtarmalıyız. Şirin Baba’nın, Optimus Prime’ın ve Wolverine’in sevdalısı olup kendisini en sevdiği karakterleri dev ekranda görmekten mahrum etme kararı alan bu satırlarının yazarının, siz değerli okurlardan ricası bu yöndedir.