Struma’dan Mavi Marmara’ya – Selin Süar

Struma’dan Mavi Marmara’ya* 

Seçim propagandalarının mahalle kavgasına dönüştüğü günlerde Gazze’ye gönderilmek istenen gemi krizi yeniden hortladı. Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun sözlerini çarpıtarak, “Kılıçdaroğlu İsrail’e diyor ki, biz olsaydık, Mavi Marmara‘ya izin vermez, onları göndermezdik diyor. Gazze’ye insani yardım gidecek, göndermezdik diyor.” tarzı söylemleri, Kılıçdaroğlu’nun söylediklerinden ve anlattıklarından bütünüyle bağımsız olduğundan İsrail üzerinden yapılan âşık atmalar, gün geçtikçe kendini daha da belli eder oldu. Mısır’ın Refah Sınır Kapısı’nı açmasıyla, ikinci bir gemi krizinin rahatça engelleneceğini savunan Kılıçdaroğlu, Gazze üzerindeki ablukanın Mısır sınırından kalktığı için sırf olay çıkartmak amacıyla geminin, Gazze Limanı’na yaklaşmak yerine Refah üzerinden yardım yapmasını söylemesiyle ve AKP’li milletvekillerinin gemiden son anda inmesiyle ortalık iyice karıştı. Her şey gayet açık olarak ortadayken CHP’ye yönelik kışkırtmalara halk ne kadar kanar, bilmiyorum; ama tüm bu gemi/gemicik ve deniz taşımacılığı krizleri, Türk sularında geçen bambaşka bir faciayı bana anımsattığından Mavi Marmara’nın ortalık karıştırıcılığından değil, Struma’nın hüzünlü sonundan bahsetmek istedim.

1.Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, Ürdün ve Irak, İngilizlerin kontrolüne kalır ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan gizli anlaşmalardan biri olan Balfour Deklerasyonu (1917) ile İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu’ndan alacakları yerlere bir Yahudi Devleti (İsrail) kurma taahhüdünde bulunurlar. Anlaşmanın ilk evresi Yahudi Devleti kurma yönünde olsa da buna daha sonradan engel olabilecek ikinci bir anlaşma 1926 yılında yine Althur Balfour’un girişimiyle İngiliz sömürgeleri hakkında imzalanır. İngilizler, Ortadoğu’daki petrol yataklarını kontrol etmek istediklerinden Arapların desteğine de ihtiyaç duymuşlar ve Yahudilerin Ortadoğu topraklarına göçü kısıtlanmaya başlamıştır. Bu bölgede kurulacak bir Yahudi Devleti, Arapların tepkisini çekeceğinden, İngilizler ellerinden geldiğince, yapılan göçe sınır getirmeye başlamışlardır.

Eylül 1939’da Nazi Almanya’sının Polonya’ya saldırmasıyla 2.Dünya Savaşı başlar. Savaş, neredeyse bütün Avrupa’ya yayılır.1929 yılında Dünya’daki Ekonomik Bunalım’ın ardından ve tehlike olarak görülen Komünizm’in ilerlemesi gibi nedenlerden dolayı savaş, bir ‘ırk’ın yok edilmesi gibi insanlık dışı yönlere kayar ve Hitler yönetimindeki Almanya, Yahudileri katletmeye başlar. Musevilerin Yahudi Devleti kurma çabasına bir de canlarını kurtarma derdi eklenmiş ve Yahudiler, buldukları legal/illegal yollardan Ortadoğu topraklarına kaçmaya başlamışlardır. Nazi soykırımından kaçıp, Filistin’e göç eden Yahudiler, İngilizlerin bu topraklardaki sömürge politikası nedeniyle  birçok kötü olayla da karşılaşmışlardır. Bunlardan biri de Struma Faciası olarak geçen ve 763 kişinin can vermesiyle sonuçlanan olaydır.

1941  yılı  Romanyasında  gazetelerde  “Yahudileri  Filistin’e  kaçıracak  gemi.” olarak ilan çıkar. İlanda lüks gemilerin fotoğrafları kullanılsa da gerçekler gösterildiği gibi değildir. Geminin döküntü halini gören kaptanlar, Struma’yla denize açılmayı reddetse de yolculuk için yaklaşık 1000 Dolar ödeyen yolcuların geri dönüşü olmadığından gemi, 12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence limanından hareket etmiştir. Filistin topraklarına gitmek üzere yola çıkan  gemide 769 yolcu ve 10 mürettebat vardı. Gemideki yaşam şartları öylesine zor olmuştur ki, yolcular, kişisel temizliklerini denizden kovayla çekilen suyla yapmakta, sandıklar parçalanıp yakıt olarak kullanılmakta ve açlık kendini olanca gücüyle hissettirmektedir. Yolculara birer portakal, şeker ve biraz fıstık ve dağıtılmış; çocuklaraysa bir bisküviyle yarım bardak süt verilmiştir. 13  Aralık 1941 günü denizin ortasında motorların durmasıyla, gemi sürüklenmeye başlamış; Romen kıyıları açıklarında imdat sinyalini alan bir Romen gemisi, yolcuların aralarında topladıkları para, mücevher vb. karşılığında (yolcular ellerindeki hemen her şeyi vermiştir) motorları tamir edeceğine söz vermiştir.

Struma’nın Türkiye’yle yolunun kesişmesi de o andan itibaren başlamıştır. Gemi, İstanbul Boğazı’na kadar zorlukla getirilmiş ve Sarayburnu açıklarında demir atmıştır. Burada on hafta kadar kalan gemi, ne geri dönebilmekte, ne yolcular  karaya  inebilmekte  ne  de  yoluna  devam  edebilmektedir.   Yolcular, “Kurtarın bizi Türkiye Cumhuriyeti!” yazılı pankartlar da açsalar, kimileri ağır hasta da olsa, yalnızca çocukların indirilmesine müsaade de isteseler tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır. Almanlar, Türk yetkilileri sıkıştırıp yolcuların karaya inişine engel olmakta, Romenler, limandan ayrılan gemiyi bir daha geri kabul etmemekte, İngilizler ise geminin Filistin’e gönderilmesini reddetmektedir. Kara yoluyla yolcuların Ortadoğu’ya gitmesini öneren Türk yetkilileriyse yine itirazla karşılaşmıştır. Siyasi pazarlıkların beklenen sonucu vermemesi sonucu Struma, Şubat 1942’de Karadeniz’e iade edilmiş, hemen bir gün sonra da infilak etmiştir. Yapılan son incelemelerde geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillenip batırıldığı ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak 763 kişi (103’ü çocuk) olayda hayatını kaybeder. Türk dış politikasında kimilerince büyük bir başarısızlık olarak addedilen, kimileri tarafından da  Türkiye’nin  içinde bulunduğu durum açısından başarı olarak görülen facia, Türk tarihinde hüzünlü bir olay olarak yerini alır.

Mavi Marmara’da yaşanan olaylarda ‘şehit olacağız’ diye yola çıkanların emellerine (?) ulaştıkları günlerin sonrasında hükümetlerarası çatışmalara neden olabilecek bilinçli sürtüşmelerin yaşanması Türk dış politikası açısından Struma faciasından daha büyük bir utanç yaratmadan, dileriz ki gemi facialarının önüne geçilir ve İsrail-Türkiye dayanışması kaldığı yerden devam eder.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2011

Bunu paylaş: