Yaratıları Arasında Bir Yaratıcı – Adnan Binyazar

Yaratıları Arasında Bir Yaratıcı* 

Ressam Mustafa Ayaz’la tanışalı nerdeyse elli yıl olacak. Ankara’ya her gittiğimde, ona uğrayıp resimlerini görmek isterim. Bu kez üç günlük Ankara günlerimin bir öğleden sonrasını “Mustafa Ayaz Müzesi ve Plastik Sanatlar Merkezi Vakfı”nda geçirdim. Son iki yıldır bu ziyareti Emin Özdemir’le birlikte gerçekleştiriyoruz.

Resmi uzaktan duyumsamakla, boya kokuları arasında algılamak ayrı  bir  duygu. Başka bir öğle sonrasında da Amsterdam’da Rembrandt’ın şimdi  müze olan evindeydim. Rembrandt’ın evini de boya kokusu soluyarak dolaşmıştım. Sanırım bu, kokunun, bellekte görmeyi bile aşan derin izler bırakmasından, nesnelere sinme kudretinden geliyor.

Mustafa Ayaz Müzesi” denen dev yapıyı, kimsenin desteği olmadan ortaya çıkardı Ayaz. Resimlerinin çoğunu vakfa bağışlamış. Sanırım elinde daha bir o kadar daha resim var. Bu, işin görünen yanı; bir de onca resmin birbirini aşacak ayrıntılarla yaratılma evresi var ki, bunun nasıl sabır ve emek istediğini, Ayaz’ın dikkatimizi çektiği ayrıntıları görünce kavrıyoruz.

Sanatsal yaratıcılığın gizi bu büyük emekte!

Her alanda olduğu gibi resimde de bir yozlaşma dönemi yaşanıyor. Kendine bir uğraşı alanı arayan, resim yapmaya başlıyor. Bunlar arasında, eline fırçayı alıp tuval boyayarak ressam olduğunu sananlar çoğunlukta. Ardından sergiler başlıyor…

Kuru anlatıları roman sananlarla, parlak sözlere uyak bularak şiir yazmaya kalkanlar daha da çoğunlukta. Bizde “emek yerde kalmaz” diye bir deyim varsa da, sanatta mucize yoktur. Yapılan işe nerdeyse bir yaşamı adanacak kadar emek verilmiyorsa, elbette ortaya bir şeyler çıkar ama o “sanat” olmaz.

Sanat, sanatçının kendine duyduğu inancın ürünüdür. On altı yaşındaki  Salvador Dali’ye, “Dâhi olacağım ve herkes bana hayran kalacak!” dedirten bu inançtır. Picasso’ya, “Aramaktan asla vazgeçilemez, çünkü bulunamaz.” dedirten de aynı inanç!

Ayaz, müzenin dört katında sergilediği resimleriyle iç içe dolaşırken coşkularının doruğundaydı. Öyle bir coşku ki, yetmişini bulan sanatçı, resimlerinin dünyasında en az yirmi yaş gençleşmişti. Zekâ fışkıran gözlerinden, onları ne büyük emekle yarattığı anlaşılıyordu. Hangi resmi ne zaman, nasıl bir duygu ortamında yaptığını anlatırken, kimi resimlerinin kıyısına  köşesine yazdığı düşüncelere çekti ilgimizi: “Plastik unsurlarla düşünmek ve sevmek resim yapmak demektir.”

Düşünmek ve sevmek… İşte yaratının formülü! Düşünmek ve sevmek, yaratıcılığı etkin kılan iki  büyük  güçtür.  Sanatın  sanatçıdan  istediği  de  budur. Düşünmenin, sevmenin yanında, duru bir erotizmin de ürünü Ayaz’ın resimleri. “Duyarlı verebilmek için, duyarlılıkla algılamak gerek. Yeni biçimin kaynağı, yeni aşktır, yenilenen sevgidir.” Bu bağlamda resimlerinin düşünsel- duygusal yansımalarını da sezdiriyor. Bu işe yeni başlayanlar Ayaz’ın şu sözünü anlamak için ince elekten geçirmelidirler:

“En son yapacağımı baştan yapmaya kalkmadım. Ömrüm o büyük savaşın hazırlığı ile geçiyor.”

Sanatsal yaratı, beğeninin ürünüdür. Tuval boyayıcılar, Ayaz’ın yaratısının yüksek beğenisini kavrayıp anlamadan ellerine fırça almamalıdırlar. Sanatın hep aramak ama bulamamak olduğunu o zaman anlayacaklardır. Sanatta son nokta olmadığını, ama yalnız zamana nokta koyan sanatçılar bulunduğunu da…

Emin, Ayaz, ben; elli yıllık dostluk da resim boyası kokuyor. O kokuyu sanatsal bir mekânda yaratıcısıyla birlikte solumak ne güzeldi!

 *https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2011

Bunu paylaş: