Mehmet’ler Ülkesinin Delisi*
Rengi sarıya merhaba demek için gün sayan, yırtık pırtık bir gazete kupürünü elinde tutuşturup gösteriyordu çarşının delisi…
-Bakın bakın, üstteki haberi okuyun ne diyor
-Yine ne buldun lan deli
-Türkiye’de en çok Mehmet varmış. En çok benden var benden…
Mehmet’ti adı… Çoğu bilmezdi onun “Mehmet” olduğunu. Çoğu zaman “Şarapçı“ demek yetiyordu ya da sadece “Deli” … Çarşının delisi, gecelerin şarapçısı, kendininse efendisi… Hangi kimliksiz sevdanın deliliğine kapılmıştı Deli Mehmet, ya da hangi derdin peşine düşmüştü delicesine. Bilmezdi kimseler… İnsanı çoğu zaman “deli” eden bir nedensizlikti belki de aklını bir bilinemezliğe nakleden. Hangi yüz binlerce “Mehmet’in” sıradanlığında yutulmuştu kim bilir. Duyguları hançerle ortadan ikiye bölünüyordu, çoğu zaman da sözü nefretle kesiliyordu. Yalnızca deli olmak yetiyordu sevimsiz sırt dönmelerin makul gerekçesi. Deli Mehmet, deliliğini de sırtına alıp, yine hançerlenen duygularını çarşının gökyüzünden toplayarak küçük barakasına doğru yol aldı. Çarşının en akıllısına rast geldi ötede: Mehmet Hoca’ya. Hocalığı doktorluğundan gelirdi, Mehmetliği ise bilinmez. Deli Mehmet Doktor Mehmet’in önünde durup selam etti. Mehmet Hoca, onun için yüceliğine toz kondurmadığı bir tanrıdan farksızdı. Onu ne zaman görse her tarafı yamalı, cırtlak renkli ceketini iliklemekten geri kalmazdı. Mehmet Hoca’yla aynı adı taşımak, tarifsiz bir onurdu. Elindeki gazete haberini neredeyse gözüne sokarcasına havaya kaldırırken, çocuksu bayram telaşlarında geziniyordu heyecanı.
-Bak Mehmet Hoca. En çok ikimizden varmış ha, gördün mü, gazete yazıyor, aha bak, kendin bak hocam.
Oysaki kulağına götürdüğü ve heyecanla açtığı telefondan Deli Mehmet’e pay yoktu. Yanından geçip giderken sırtını sıvazlamakla yetindi. Panikle arkasından bir şeyler geveleyecek gibi oldu. Sözü ağzında kalakaldı.
-Hocam bir de doğum…
Elindeki gazete haberiyle çarşının orta yerinde kaldı deliliğiyle. Hemen karşısındaki balıkçı Osman, deli Mehmet’e seslendi.
-Şişt! Ulan deli, ne söylüyordun yine Mehmet Hoca’ya ?
Deli Mehmet balık kokusuna teslim küçük tezgahın yanına doğru yavaşça yanaştı.
-Osman Abi be, bu Doktor Mehmet’in adı yoksa Mehmet değil mi ?
Osman, bakışlarındaki donuk ifadeyle sorunun anlamsızlığına mağlup olmuştu. Bir süre kalakaldı.
-Nasıl yani? Bu nasıl soru ulan öyle. Mehmet tabiki de. Koskoca Mehmet Hoca. Çarşının gururu be!
Yeniden rahatlamıştı Deli Mehmet. Balıkçı Osman gülümsedi.
-Sen onu bırak da senin şu doğum ne zaman?
Doğum sözcüğünü duyar duymaz göz bebeklerinde dürüst bir gülümseme kendini var etti.
-Bugün yarın doğacak Abi, bir görsen karnı burnunda.
-Hadi bakalım hayırlısı.
-Doğumu da hocayla konuşacaktım, dinlemedi. Balıkçı Osman sevimsiz bir kahkaha tüketiyordu o an.
– Hiç güleceğim yoktu, sen çok yaşa.
Bu anlamsız kahkahaları eliyle yakalayabilse oracıkta boğacaktı sanki. Elini sıkmakla yetindi sadece. Balıkçı Osman’a şöyle hakkını veren cinsinden bir tokat atsaydı fena halde dayak yiyeceğini biliyordu. Arkasına dönüp çarşının kalbinde dolanmayı sürdürdü. “Sen gül salak, Türkiye’de en çok benden var benden, pehhh” diye söylenerek söndürüyordu kızgınlığını. Çarşının iri yarı ve ihtiyar kasabı Mehmet Usta’nın yanında aldı soluğu. Bir gururun ortaklığını yaşayacaktı hesapta. Hışımla önündeki etleri doğrayan kasabın yanına vardı bir “deli” cesaretiyle. Elindeki gazeteyi göstermekle yetindi. Deli Mehmet’in yüzündeki anlamsız gururu, çatılmış bir çift kaşla bölüyordu kasap Mehmet.
-E ne olmuş yani?
-Ne olmuşu var mı usta, bak en çok bizden varmış
Bir deliyle aynı adı taşımanın sevimsizliğiyle yüzleşiyordu kasap Mehmet. Sanki bir kat daha hızlı vuruyordu elindeki satırla önündeki etlere. Bir süre sessizlik oldu. Deli Mehmet, söyleyecek bir sözcüğün umuduna takıldı, ardından sessizce kapıya doğru yürüdü. Bugün bir hayli gururu incinmişti Deli Mehmet’in. Hangi Mehmet’e uğrasa ismine lanet ediyordu bugün. Hangi Mehmet’le “Mehmet” olmanın gururunu yaşamaya kalksa ayaklar altına alınıyordu deliliği. Kapıdan çıkar çıkmaz kendisine doğru koşan bir çocuğun müjdesi yankılanıyordu gökyüzünde. “Doğuyor doğuyor” diyordu Deli Mehmet’e. Elindeki gazete parçasını havaya atıp ayakkabılarının üzerine basmayı aldırış etmeden çarşı boyunca bir delinin hakkını veren cinsinden koşuyordu. Ellerini havaya açarken yüzünde kocaman bir gülümsemeyi de eksik etmeden insanları ezercesine koşuyordu. Kaldığı küçük barakanın etrafı çocuklarla doluydu. Çocuklardan biri Deli Mehmet’i görünce gülümseyerek “İşte geldi” dedi. Mehmet çocukların başını okşayarak içeri girdi. Kapıda bir müjde payı bekliyordu çarşının sokak çocukları. Telaşla barakadan kafasını soktu. Karşısında onun için dünyanın en güzel şeyi hareket ediyordu. Titrer gibi oldu bir süre, karşıdan izlemekle yetindi. Sonra usul usul yanaştı. Yanıbaşındaki manzaranın keyfine banarken bir canlının hayatı anlamlandırma çabasına şahitlik ediyordu. Boyası akan bir manzara resmiydi baraka o an. Hayata sıkı sıkıya sokulmuş yavrusunu yalıyordu bir köpek… Manzaranın akan boyasını silmeye çalışıyordu bir deli. Ve resmi dilediğince boyuyordu bir tutam sokak çocuğu… Nerden bilirdi ki bir deli bir müjdeciye verilecek hediyeyi. Çocuklara baktı bir süre. Kaderleri göz göze geldi, sıcacık bir gülümseme bıraktı gözlerine. Sokak çocukları bu gülümsemeden cesaret alarak yanına vardılar Deli Mehmet’in. Yamalı kazağı, kirli yüzü ve biri diğerinden büyük ayakkabısıyla çocuklardan birinin sorusu ses oldu barakanın her nefeste yankılanan duvarlarında. “Adını ne koyacaksın Mehmet Amca” diyordu. Deli Mehmet deliliğini rafa kaldırdı, çocuğun kirlenmiş gül yüzüne baktı. “Sen koy bakalım küçük” dedi. Bir süre düşündü çocuk. Sonra o gül yüzüne yakışan bir gülümsemeyle “Buldum” dedi. Adını “Mehmet” koyalım Amca, hem Memo deriz ona, adaşım olur ”
Deli Mehmet, duraksadı o an, ayağa kalkıp elini çenesine götürdü. Dünyaya yeni bir Mehmet mi eklenecekti şimdi, hangi kasap Mehmet, hangi Doktor Mehmet ve hangi falanca Mehmet onunla aynı ismi taşımaktan mutlu olacaktı. Kimbilir belki de bu “Mehmet” farklı olacaktı. En azından aynı adı taşıdığı için incitmeyecekti onu birileri. Sahi ya, artık sokak çocuğu “Mehmet” ve sokak köpeği “Memo” vardı. Barakasına sığmayacak kadar gülümsedi. Dönüp arkasındaki çocuğun gözlerine baktı. Müjde sırası ondaydı.
“Olur” dedi. Adı “Memo” olsun…