Açtığım En Önemli/Riskli Sergi – Bedri Baykam

Açtığım En Önemli/Riskli Sergi…* 

Yaptığımız mesleğin ülkede pek karşılığı yok. Maalesef bu örneği hep veriyorum: Devlet belki 110.000 camii inşa etmiş, 1 (bir) modern sanat müzesi inşa etmemiş. Bir maçı 110.000’e sıfır kaybetmek kolay şey değil! Yani tek başına AKP hükümetinin suçu değil. Bu “başarı”yı (!) Ecevit, Erbakan, Çiller, Özal, Evren, Demirel hepsi birden paylaşıyorlar!

Tam 50 yıldır uluslararası düzeyde sergi açıyorum. En çok kişisel sergi açtığım kentler, Istanbul, Paris, Ankara ve New York. Bu sezon, fuarları saymazsak, Ankara, İstanbul dışında Berlin ve Paris’te sergi açtım. Yarın New York’ta açılacak olan ise, yalnız bunlardan değil, 125 kişisel serginin hepsinden farklı. Sanat tarihsel olarak ne yapacağımı köşe yazısına sığdırmak zor. İçerikli gerekçelerini öğrenmek isteyenler sergi kataloğuna ulaşabilirler(www.bedribaykam.com). Bu yayında Amerikalı Robert C. Morgan ve Hasan Bülent Kahraman’ın makaleleri var. Kahraman’ın İngilizce olarak kaleme aldığı yazı, bence Türk sanat eleştirisinin uluslararası seviyede bir mihenk taşı olarak hatırlanacak: Konuya felsefi, sanat tarihsel ve benim tarihçem açılarından yaklaşmış.

Gelelim özetle kavramsal çıkışlı sergim hakkında aktaracaklarıma… New York’ta yalnız 7 adet çift taraflı, tavandan asılan çerçeve sergiliyorum. 180×120 veya 150×150 cm civarında birbirinden farklı çerçeveler. İlk bakışta bu çerçevelerin içi “boş”.Yani  resim  yok,  fotoğraf  yok,  kağıt  yok,  video  yok.  Bu  çerçevenin  içinde “hiçbir şey yok” denebileceği gibi, “hiçlik” kavramının varlığı söz konusu olabilir. Öte yandan aslında dikkat edersek bu çerçevenin içi boş değil, dolu.  Çünkü içine, arkasında ne varsa, onun görüntüleri giriyor. Bu görüntü hem üç boyutlu, hem iliğine kadar gerçekçi, hem de bu sanatsal algılama görsel olmasının yanısıra aslında kavramsal. Bu işlerde zaman ve mekan, sürekli değişmelerine karşın canlı olarak “paketlenmiş” durumdalar. Çerçevenin içinde düz bir satıh  yok.

Ancak biz bulunduğumuz mesafeden o dikdörtgenin içinde net  bir  görüntüyle karşı karşıyayız. Bu, kurgusal plandaki hayali yüzeyde gerçekleşiyor.

Bu farklı yaklaşımı ortaya koyuşumun ana nedenlerinden biri, Fransız sanatçı Marcel Duchamp‘ın tam 100 yıl önce ortaya koyduğu “Hazır-Yapım” kavramının neden olduğu tıkanıklığı gidermek. 1913’de, New York’taki Armory Show’un jürisine bir “pisuar” yollayan Duchamp, özetle “Ben bir endüstriyel üretim parçasına ‘sanat eseri’ diye bakarsam, o andan itibaren galeri mekanında o parça sanat eseri statüsüne geçmiş olur” demiş oluyor. Bu “buluş” bir asır boyunca, 6-7 kuşak sanatçı tarafından resmen sömürüldü. Duchamp’ın müstehzi kişiliğiyle aldığı bu risk, onu haklı olarak sanat dünyasında Picasso gücünde bir yere koyarken, takipçileri işin kolayına kaçıp farklı “Hazır-Yapım”ları salonlara taşıyarak gövde gösterisi yapmış oldular. 1992 yılında“Post-Duchamp Krizi” olarak tanımladığım  bu    tıkanıklığa,    geçtiğimiz    15    Şubat’ta    parmak    basan    Le    Figaro gazetesi, “Duchamp’ın fazla yer kaplayan ve sanatçıların bir türlü içinden çıkamadıkları mirası”ndan söz ediyordu. Mesela son yılların astronomik fiyatlı sanatçılarından Damien Hirst, sergi salonuna içi dolu ecza dolapları veya kül tablalarını yerleştirip bunları on milyonlara satarken,  bence  aslında  bu  tıkanıklığın spekülatif olarak başarılı bir temsilcisi olmaktan öteye gidemiyor. Sanatçılar nesnelere neredeyse hipnotize olmuş gibi bakıp bu tekrara esir  düştükçe tuzak büyüdü. Önerdiğim çıkış ise, nesneyi terk edip çerçeveyi uzama çekerek gözün bu aktif alanda yaşayacağı sonsuz görüntü selinin farkına varmak.

“Böyle  sanat  olur  mu,  bu  ne  saçmalık!” sorusunu  sordurabiliyorsam,  ne mutlu bana. Bunu yapamayan hiçbir sanatçı sanat tarihinde bir  kapı açamadı. Diğer en malum tepki olan “Bunu ben de yaparım!”a gelince; iki yanıtı var: “Evet doğru, yapabilirdin. Ama yapmadın. Başkası yaptı. Paul Klee veya Mondrian resimlerini de yapabilirsin rahatlıkla. Ama taklit olur, hepsi bu”. “Çerçeveyi uzama özgür olarak taşımak ve her görüntüyü ‘o  anın  eseri’  ilan  etmenin  ne  ilginçliği  var  ki?” diyenler olabilir. O yanıt da kolay: 100 yıldır ellerine geçirdikleri her şeyi “Hazır-Yapım” teziyle ortaya bırakıp giden furyanın içinde, bir fark ortaya koymayı hedefliyor bu yaklaşım. Başarı şansı ne kadar? Benim için bu sorunun var olması bile sanatsal girişimin risk faktörü ve meydan okuma kapasitesini gösteriyor. Herhalde fuarlarda savaşı verilen sanatsal piyasa ve ciro çabalarından daha heyecanlı diye düşünüyorum.

İşte bu özet cümlelerle mantığını aktarabileceğim New York maceramı ilk sizlerle paylaşmak istedim, değerli okuyucularım. Ne de olsa sırdaşız!

*https://issuu.com/azizm/docs/e-derginisan2013

Bunu paylaş: