“Babamın Sesi”ni Dinlemek – Onur Keşaplı

“Babamın Sesi”ni Dinlemek* 

 

Anadilde eğitim sorununu belgesel anlatının ve Üçüncü Sinemanın tüm gücüyle ele alan 2009 yapımı “İki Dil Bir Bavul” filminin yaratıcılarının, Altın Koza’da En İyi Film ödülünü kazanan son yapıtları “Babamın Sesi”, yine dil sorununa eğilen, gerçek kişi ve olaylara yaslanmakla birlikte bu kez kurmacanın dozunu arttıran ve modernist anlatıyla beraber İkinci Sinemaya yaklaşan politik bir sinema şöleni.

Maraş Katliamına tanık olduktan sonra şehirden ayrılmış ve süreç içinde parçalanmış bir ailenin hikayesini anlatan film, özellikle Base Dogan’ın çarpıcı oyunculuğu, dış çekimlerdeki güçlü görüntü yönetimi ve kusursuz denilebilecek sanat yönetimiyle göz dolduruyor. Çalışmak için eşi ve iki oğlundan yıllar yılı uzak kalan ve yine uzakta hayatını kaybeden babanın, sesini kaydedip ailesine gönderdiği kasetlerle vücut bulduğu film, bir açıdan bakıldığında annelik- babalık ikilemi üzerinden yürüyor. Babanın ısrarla çocuklara Türkçe öğrenmelerini öğütlemesi ve bu konuda başarısız oluşları konusunda anneyi suçlaması, yine babanın katliam sırasında evlerine gelenleri “müslüman” oldukları konusunda ikna ettikten sonra kalabalığa katılması asimilasyon konusunda babanın dirençsizliğini ortaya koyuyor. Anne ise yıllar yılı eşinin sesini dinledikten sonra bu kez – babasının boyun eğişi, annesinin sessizliği ve devletin politikalarına karşı dağa çıkarak savaşma kararı alan – Hasan’dan geldiğine inandığı telefonların sessizliğini dinlemekte ve ona çocukluğunda ihmal ettiği Kürtçeyi öğretmekteye çabalamaktadır. Hasan’ın peşinde olan ve evi aralıkla “ziyaret” eden emniyet güçlerini gördükten sonra o sessiz telefonların bir diğer babadan, devletten geldiği düşünülebilir. Evin küçük oğlu Mehmet’in ise daha uyumlu, abisine nazaran babasının ses kayıtlarına daha çok cevap veren ve benliğinde hissettiği (ilkokulunu ziyaret ettiği sekansta izleyiciye de hissettirilen) tahribata rağmen yaşamını sürdürdüğü görülüyor. Filmde izleyiciyle birlikte geçmişi merak eden ve yine izleyiciyle birlikte, karanlık da olsa, bir aydınlanma yaşayan da Mehmet oluyor. İzleyicinin karakterlere duygusal açıdan değil düşünsel boyutta eklemlenmesini sağlayan plan sekanslarla dolu filmde sembolik kullanımlar da bir o kadar başarılı. Eskimiş çamaşır ipinin baskıya daha fazla dayanamayıp kopması, hem Mehmet’in ipi tamir etme adına gittiği depoda geçmişine dair belgelere ulaşmasını hem de beraberinde annesinin cevapsızlıklarıyla gerilen iletişimin çözülmesini sağlıyor. Bir başka açıdan anadil sorununun dayandığı noktayı da vurguladığını söyleyebiliriz. Ancak bundan daha güçlü bir simge olarak, bahçedeki kurumuş ağaçların tedavi amaçlı kireçlenmesini gösterebiliriz. Kirecin yağmur sularıyla birlikte akıp gitmesi, anadilde eğitim sorununun yüzeysel “tedavi”lerle iyileştirilemeyecek noktada olduğunun altını çiziyor adeta.

Konusu bakımından oldukça politik olan “Babamın Sesi”, siyaseti ele alış biçimiyle bazı belirsizliklere yol açıyor. AKP hükümetinin anadilde eğitim konusunda iki yüzlüğünün afişe ediliği gerçek görüntülere başvurmasıyla film, siyasal sinema kodlarını kullanıyor. Fakat izleyiciyi politize edecek bir sinematografi sahip olmadığından ötürü, Üçüncü Sinemanın en büyük yaratıcılarından Yılmaz Güney’e “Umut” filmiyle selam gönderse de, Üçüncü Sinemadan uzaklaşıyor. Ayrıca Mehmet’in ne iş yaptığının-ya da çalışıp çalışmadığının-filmde işlenmemesi, buna karşın tüm sıkıntılara rağmen ailenin iki tane evinin oluşu sınıfsal açıdan baktığımızda soru işareti doğuruyor. Elbette Mümtaz’er Türköne’nin filmin kredilerinde “teşekkürler”de geçmesi, bizce cevaplanması gereken bir diğer soru. Öte yandan filmin ülkemizde benzer konuları ele alan kısa ve uzun metraj filmlerde sıkça başvurulan sömürü anlatısına asla yanaşmaması hiç kuşkusuz filmin evrensel ve sanatsal değerini yükseltiyor. Tüm bunların ötesinde “Babamın Sesi”nin, giderek terkedilen modernist anlatının en yetkin örneklerinden biri olduğunu söylemeliyiz. Özellikle final sahnesi, Angelopoulos’un panaromik çekimleri tadında ve yine Angelopoulos’un sinemada dördüncü boyut olarak ele aldığı sinemasal zaman kavramını andıran, dünü-bugünü-yarını tek çekimde bağlayarak usta işi bir imzayla, aynı ekibin bir sonraki yapıtını şimdiden merakla beklememizi sağlıyor.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2013

Bunu paylaş: