Monet: Işığın ve rengin şairi mi? – Metin Tülü

Monet: Işığın ve rengin şairi mi?* 

9 Ekim’de Sakıp Sabancı Müzesinde başlayan Monet sergisi devam ediyor. Monet ve dahil olduğu İzlenimcilik akımı bazı sanat tarihçilerince Modernizmin kurucularından sayılıyor. Peki İzlenimciliğin bu önemli ressamı kendisinden sonraki kuşakları nasıl etkiledi? Modernizme katkısı ne oldu?

1968 yılının Mayıs ayında Fransız gençler, devrimci ideallerini haykırırken ve Paris duvarlarına “Zamanı öldürmeden yaşa ve engellenmeden oyna” ya da “Koş yoldaş koş, eski dünya arkanda” yazarken büyük olasılıkla en çok burjuva kültürüne sıkı sıkı sarılan orta sınıfları ürkütüyordu.

Oysa aynı orta sınıf kendilerini çokça ürküten, geleneksel Fransız kültürüne hiç saygı duymayan bu isyankar kuşağın dile getirdiği bazı taleplerin Monet’nin resimlerinde yankılanan temalarla benzerlikler taşıdığını bilseydi ne düşünürdü acaba?

O Monet ki Fransız yüksek kültürünün bir ürünü, sakınımlı burjuva yaşamlarının huzur verici şiirsel ressamıyken üstelik…

Gerçekten de İzlenimciliğin kurucuları arasında anılan 1871 Paris Komünü sırasında ve 1. Dünya Savaşının hemen öncesinde bile huzur veren, dingin manzara resimleri dışında hiç bir şey resmetmemiş olan, ailesine ve çocuklarına düşkün olduğu bilinen Monet ile 68 baharında Paris sokaklarını dolduran, dünyayı değiştirmek isteyen ve muhtemelen Monet’ye, Monet’nin temsil ettiği değerlere karşı büyük bir öfke besleyen bu gençlerle ne ilgisi olabilir ki?

Claude Monet, 1840 – 1926 yılları arasında yaşadı. Yaşadığı dönem boyunca şiddetli toplumsal çatışmalara ve dönüşümlere tanıklık etti. Ancak Monet’nin sanat tarihindeki yerini bir sanatçı olarak bu karmaşık dönemlere dair aldığı tutumlar nedeniyle değil tabiri caizse almadığı tutumlarla edinmiştir.

Hayatı boyunca güncel olaylara karşı tutarlı bir apolitik hat izleyen Monet ve dahil olduğu “izlenimciler” resim sanatına getirdikleri yaklaşımlar ve yeniliklerle modern sanatın ve avangartların ilk öncüsü sayılırlar.

Grup, izlenimci olarak tanımlanmaya başladıkları ilk sergilerini düzenlediğinde dönemin yerleşik sanat çevrelerinde küçük çaplı (!) bir olay yaratmışlardı.

“Duran Ruel’de, resim sergisi olduğu ileri sürülen yeni bir sergi daha açıldı. İçeri giriyorum. Ürkmüş gözlerim korkunç şeylere katlanmak zorunda. Aralarında bir de kadın bulan beş ya da altı delimsi, yapıtlarını sergilemek için bir araya gelmişler. Bu ürünler karşısında gülmekten katılanları gördüm. Ama ya ben, ben onları görünce içim kan ağladı. Bu sözde santçılar kendilerini devrimci, ‘İzlenimci’ olarak tanımlıyorlar. Bir tuval parçası alıyorlar, bir de boya ve fırça, tuvale rastgele birkaç renk lekesi atıyorlar, ortaya çıkan şeye de imzalarını basıyorlar. Tımarhane delileri, elmas bulduklarını sanarak yoldan taş toplarken gördüğümüz üzgünlüğü duyuyor burada insan.” [1]

Bu sanat eleştirmenini bu denli dehşete düşüren şey, içlerinde Monet’nin de bulunduğu İzlenimcilerin deseni önemsizleştirerek ışığı ve renkleri ön plana çıkartan teknikleri olduğu kadar seçtikleri konular ve konuya yaklaşımlarıydı da.

Bir peyzaj ressamı olan Monet’nin resimlerinde diğer tüm İzlenimcilerde olduğu gibi küçük, hafif ama hızlı fırça darbeleriyle doğanın hızla değişen görüntüsünü yakalama çabası vardır. Renkler tuvalin üzerinde küçük noktalar halinde yerleşiyor ve bir mozaik etkisi yaratır gibi uzaktan bakıldığında bütüncül bir etki oluşturuyordu. Resmin özünü doğanın naturalist bir tarzda yansıtılması değil o anın yarattığı “duyumsal” izlenim oluşturuyordu.

İçinde bulunulan anı ve bu anın yarattığı hissiyatı yakalama isteğiyle hızla yapılan resimler doğal olarak, neredeyse bir eskizi andıran, bitmemişlik hissi veren ışık ve renk şöleni oluyordu.

Arnold Hauser “Sanatın Toplumsal tarihi” adlı kitabında İzlenimcilik için şöyle diyor:

“Geçirilmekte olan anların sürekliliğine ve değişmezliğine üstün tutulmaları, her olgunun yinelenmesi olanaksız, kayıp giden bir yıldız kümesine, akıp gitmekte olan ve içine ‘ikinci kez girilebilmesi olanaksız’ bir akarsu gibi zaman içinde sürüklenen bir dalgaya benzetilmesi, izlenimciliği anlatan en iyi formüldür.”[2] Monet’nin gözünden görünenler Monet’nin resimlerine baktığınızda belki de ilk farkedeceğiniz şeylerden birisi “anlık olanın” içinde ayrıntılar önemsiz olduğudur. Resimlere yakından baktığımızda göreceğimiz küçük renk noktalarının yarattığı karmaşadır. Esas olan büyük tablonun kendisidir. Ancak uzaktan bakarak   büyük   tabloyu   görebilirsiniz.  Büyük tablo adeta düşsel bir imge yaratır ama buna nüfuz etme çabanız yersiz kaçar. Bitmemişlik hissi resmin sizinle iletişim kurması için gereklidir. Bu şekilde bakan kişide düşsellik etkisi oluşmaktadır.

Akılcı bir düzlem yoktur Monet’nin resimlerinde, duyumsayabilirsiz ancak. Anlık olarak yaratılan; çocukluğunuzdan hayal meyal hatırladığınız sıcak bir öğleden sonra bir anda ortaya çıkıp sizi ferahlatan ve annenizin şapkasının kurdelasını hareketlendiren rüzgarın verdiği histir. Zamanın ve mekanın dışından bir huzur anı…

Doğa hep mutluluk ve huzur vericidir. İnsan da doğa ile uyumlu ve doğanın bir parçası olarak resmedilir. İnsan doğayla çatışan ve diyalektik bir ilişki içinde değiştiren ve değişen bir özne değildir. Van Gogh resimlerinde göreceğimiz belirgin konturlar ve çatışma içinde olan bir devinim yoktur bu resimlerde, daha çok noktaların uyumlu dinginliği vardır.

Monet’nin resimleri, sanatı tarihsel koşullardan, siyasetten, gündelik olandan soyutlayarak, kendi özerk alanına yerleştiren estetizme güçlü bir korumadır aynı zamanda. Her daim akademi ile çatışmalı olan Monet, estetizmi akademinin müstahkem duvarlarının arasından alıp sıradan insanın “duyumsal” hislerine yerleştirilmesiyle yapar bunu. Zira akademik sınırlar içinde bile tartışılabilir olan yerini atomik öznelliğe dolayısıyla tartışılamaz olana bırakmıştır.

Işığın şairi Monet’yle 68’in haylaz çocuklarının ilgisi ne?

Yaşanmakta olan her anın tükenip solduğu bir zamanın resmedilerek düşsel bir imgeye dönüşmesi ya da en sade ifadesiyle “anı yakalama” Monet’nin resimlerinin ana temasıdır.

68 baharında sokaklara çıkan ve orta sınıfa ürküntü ile karışık bir tiksinti veren gençlerin de yapmaya çalıştığı şeylerden biri buydu. Giderek monotonlaşan modern toplumun tek düzeliğine karşı bir şenlik yaratmak istiyorlardı. Toplumun kendilerine biçtiği rollerle birlikte, yabancılaşmayı da reddediyorlar, doğayla dolaysız bir ilişki kurmayı arzuluyorlardı.Kendi zamanlarını yakalamak istiyorlardı. Bireyselliğe, her insanın öznelliğine, hazcılığa yaptıkları vurguların yanı sıra toplum yapısına yönelttikleri Marksist eleştirileri ve Enternasyonal marşı eşliğinde yapılan gösterileri tuhaf bir bütünlük oluşturuyordu.

Ali Akay “Sanat Manifestoları, Avangard Sanat ve Direniş” adlı kitabında 20. yy’ın avangard akımlarına bütünsel olarak bakarken bu akımlarda ortak olan iki ana temanın varlığına vurgu yapar. Romantik gelenekten gelen ütopyacı düşsel modernizm karşıtlığı ve aklı, rasyonaliteyi öne çıkaran modernizmin karşıtlığı. Avangartların çelişik yapısı içinde bu kavramlar da yer yer iç içe geçer, birbirinin yerine alır. Bu avangart hareketlerin bir uzantısı olarak 68 hareketi de aynı çelişik yapıdan nasibini almıştı.

Bu çelişkili yapı içinde Monet’nin düşsel peyzajları kaldırım taşlarının altındaki plaja duyulan arzuya dönüşmüştü.

Monet sergisi Sabancı sergisinde 6 Ocak’a kadar açık kalacak. Gidip görmeli bu sergiyi. Bir yandan Monet’nin masalsı ve “insan”sız dünyasının nasıl da önce kübizme devamında soyut dışavurumculuğa ve günümüzde kavramsal sanat gericiliğine temel oluşturduğunu bir yandan da Monet’in gözünden şiire dönüşen renklerin, ışığın ve bunların özündeki hayata yapılan övgünün 68 baharında gençlerin gözlerinde nasıl devrimci bir parıltıya dönüştüğünü anlamak için.

[1] Aktaran, E. H. Gombrich, “Sanatın Öyküsü” Remzi Kitapevi sf:410 -411

[2] Arnold Hauser “Sanatın Toplumsal Tarihi” Remzi Kitabevi sf: 352

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2013

Bunu paylaş: