Rembetiko İle Mübadeleye Yeniden Bakmak*
1923 senesinde Lozan Barış Antlaşması’na ek olarak düzenlenen, Yunanistan ve Türkiye’nin kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutması olan Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi veya diğer ismiyle Lozan Mübadelesi’nin 90. yılı her iki ülke tarafından çeşitli etkinliklerle anılıyor. Türklerin askeri başarısından sonra taraf değiştiren Dünya Savaşı zaferinin müttefikleri, Yunanistan’ı bir köşeye atmış ve yeni kurulan Türk Devletinin mimarlarıyla iletişime geçmeye başlamışlardır. Venizelos’un öncülüğünde alınan kararla zorunlu göç ile milyonlarca kişinin hayatı değişmiş, mübadiller yeni vatanlarına uyum sağlamaya çalışırlarken diğer yandan, doğdukları toprakların oluşturduğu kimlik ve kültürlerini geldikleri ülkede yaşatmaya çalışmışlardır. Sonuç olarak çift taraflı mübadele, iki ülkenin, ama özellikle Anadolu’da yaşayan Rum halkın üzerinde büyük yaralar açmıştır.
Yunan halkının Küçük Asya Felaketi olarak adlandırdığı 1922 yılının ardından, savaşı ve mübadeleyi konu alan birçok film çekilmiştir, ancak Kostas Ferris’in Rembetiko’su bunların arasından belki de göze en çok çarpanıdır. Yapımcılığını ve yönetmenliğini, ‘Rembetiko Şarkılarının Tarihi’ adlı sekiz saatlik bir belgesel çalışması da olan Kostas Ferris’in, senaryosunu Sotiria Leonardou’nun üstlendiği 1983 yapımı dram türünde olan Rembetiko (Ρεμπετικο), Küçük Asya Felaketinin sonuçlarını gözleri önüne seren ve arabeskin acı, özlem, kadercilik, müzikle kendini dışa vurma gibi bütün kodlarını kendinde barındıran kült bir filmdir. Ülkemizde de gösterim olanağı bulan film tam da seksenli yıllara, yani arabeskin altın yılları diyebileceğimiz zamana denk gelmiş ve Türk izleyicisi tarafından da oldukça beğenilmiştir. Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, Rembetiko’nun, Yunan popüler sanatlarının biz Türklerden alındığını ve iki ulus arasındaki ortak kültür, duyuş ve duyarlılık noktalarını bir kez daha belirttiğini ifade etmiştir. Oysa Yunanistan’daki görüş bu şekilde değildir. Yunanlılara göre rembetikonun kökeni klasik Yunan müziğine bağlıdır, yani köken olarak Bizanslıdır. Varlığı çok eskilere uzanan ve her iki kıyıda da bulunan tür, ‘aşk, gurbet, hapis, tekke, rekabet, var olma çabası’ gibi temaları ele almaktadır. Mübadeleyle Yunanistan’a giden mübadillerin Türkiye’den ne denli çok izler taşıdığı ve gittikleri yerlerde uzun süre hor görülüp kendi hayatlarını zor koşullarda idame ettirdiğini anlatan film, acı kültürünün bir parçası haline gelen ve ismiyle de bunu kanıtlayan Rembetiko adlı müzik türüyle varlığını kanıtlamaktadır. Anadolu kökeni nedeniyle ilginç bir biçimde göçmenler, rembetikoyu kendileriyle beraber Küçük Asya’dan getirmiş olduklarına dair yaygın kanıya şiddetle itiraz ederler. Hatta bunu küçük düşürücü olarak algılamaya kadar gitmektedirler. Burada dikkat edilmesi gereken konu, Kostas Ferris’in filminde gördüğümüz üç farklı dönem gibi, rembetikonun çizgisinde de ilk bölümde bahsettiğimiz 1922 öncesi şarkiyatçılığın ve oryantalist ezgilerin de etkisiyle 1922-1932 yılları arasının ‘İzmir Dönemi’ olarak sayılmasıdır. “Düşük kültür” olarak görülen rembetikonun, Yunanlı müzik adamları tarafından ‘laika’, yani halk müziği ile farklılık bulunduğu iddia edilmektedir. Bunun nedeni iki ayrı türde meydana gelen kültürel farklılıkların kökeninde yatmaktadır ve burada bahsedilen alt kültür ögeleri, onun tamamen lümpen olarak algılanmasından ileri gelmektedir. ‘Ta Nea’ gazetesinin 12 Ağustos 2000 tarihli Rembetiko- Kostas Ferris başlıklı yazısında filmle beraber rembetikonun estetiğinin farklı bir açıdan önümüze geldiğini belirtir. Yine aynı yazıda rembetikonun bir savunma kültürü olduğundan, yüzyıl başlarında ‘çıkış’ sırasında (mübadele) Yunanlıların yaralı ulusal gururunun kültüre sağladığı güçlü bir savunmayı dışavurduğundan söz edilir.
1917 senesinde bir İzmir gecesinde tavernada şarkı söyleyen Adriana’nın sahneden iner inmez doğum sancıları başlar ve o kızı Marika (filmde Beba olarak da anılır) dünyaya gelir. Daha sonra Lozan’da alınan mübadele kararıyla Marika ve ailesi diğer Rumlarla beraber mülteci akını ile anavatan Yunanistan’a gelirler. Film arasındaki geçişler, mübadele kararı, Türk askerinin İzmir’e girişi, İzmir yangını ve İsmet İnönü’nün görüntüleri “Bizi maymuna çevirdin Yunanistan, Yunanistan! Acıların anası…” sözlerine eşlik eden feryat dolu bir müzikle verilir. Marika bu sırada büyümüş, anne ve babasının yanında yaşamaya çalışarak sahnede tef çalmaya başlamıştır. Adriana’dan hoşlanan varlıklı bir adam, ona sürekli bu fakirliği bırakıp kendisiyle gelmesini söyler, ama Adriana kaçamaz ve bir gece kocasının kendisini dövmesi üzerine yere düşer ve başına aldığı darbeyle hayatı sona erer. Tüm bunlar küçük kızın gözleri önünde sefil, utanç verici, kadının bütünüyle aşağılandığı bir hayat çerçevesinde gelişmektedir. Marika, babasının hapse girmesinden sonra yalnız büyüyecek ve her zaman yanında olan arkadaşı kemancı Yorgos’un aşkına hiçbir zaman karşılık vermeyip daima ‘yanlış’ yolları seçecektir. İlk evliliği (evlilik bile değildir, ilişkisi demek daha doğru olur) yine sefil bir hayat yaşayan ve mübadillerin sefil yerleşkelerinde birinden öbürüne gezerek sihirbazlık gösterileri yapan bir adamdır. Marika, kucağında kızıyla terk edilecektir.
Rembetiko grubunda her zaman ilk sırayı alıp bir yıldız olmayı isteyen ve zamanla bunu bir hırs haline getirecek olan genç kadın, kızıyla da ilgilenmez ve onu yatılı bir okula yollar. Hayattan yediği darbelerle, savaş yıllarında yaşanılan zorluklarla, ‘Amerika hayaliyle’ aslında kafasına koyduklarını yapan, ama mutlu hayallerinin kendine bir şey getirmediğini gören Marika, ülkesine geri dönüp tam da mutluluğu elde edecekken bir gece hiç beklenmedik bir kazayla ölür. Cenazesi bol şarkılı, orkestralı ve Çingenelerin yaptığı eğlencelerdekine benzer şekilde gerçekleşir. Sevdiği, sevilmediği, kavga ettiği, istemediği, sığındığı, kaçtığı; ama hep onun hayatına giren adamların eşliğinde ‘bir yıldız’ olarak toprağa verilir.
Rembetikolarda anlatılan kadınların özellikleri tam da filmde gördüğümüz Adriana ve kızı Marika özelinde olduğu gibidir. Fakir-zengin kıskacında “bir gece benimle ol, seni paralara boğayım” gibi sözler pek çok rembetiko şarkısında geçmektedir. Adriana’ya sürekli olarak yanaşan zengin beyefendi, Adriana’dan sonra Marika’ya göz koymuştur. ‘Mangas’, yani maganda / kabadayı varlığı, rembetlerden (rembetiko yapan müzisyenler) ayrı olmamaktadır. Her ikisinin de bulunduğu yerlerde mutlaka kendini satacak bir kadın mevcuttur. Erkek egemen bakış açısıyla kadınların aşağılandığı ve sık sık “poutana” (orospu) olarak addedildiği, kötü gözle bakıldığı bir çerçeve bütününde yansımaktadır. Oysa şarkılara küfürlerin eşlik etmemesi gerektiği bir kural olarak karşımıza çıkar. Her zaman dolaylı anlatımlarla argo tabirler sözlere yansır. Bununla beraber sefil mekânlarda erkekleri birbirine düşürecek kadar elde edilmek istenen kadınlar da mevcuttur. Bunun için aşk cinayetleri bile işlenir.
Gerek mübadillerin yerleştiği yerlerin, gerekse şarkılarda geçen hayatın bir köşesine her zaman Küçük Asya’dan kalan isimler, anılar, yaşam biçimleri eşlik etmektedir. Filmin bir sahnesinde rebetler yemeğe otururlar ve masadakilerden biri, bir ihtiyara “-Merhaba Manisalı!” der. Selamını alıp ne yapması gerektiğini anlayan yaşlı Manisalı, udunu çalarak ve Türkçe olarak bugün İzmir’in Kavakları olarak bildiğimiz “Ödemiş Kavakları, dökülür yaprakları” şarkısını söyleyerek Çakıcı’dan dem vurur. Bununla beraber rembetiko grubunun sahne aldığı tavernanın duvarında İkinci Dünya Savaşı ve faşist Metaksas yönetimine kadar İzmir resmini, daha sonra Akropolis’in resmini görürüz. İzmir’in yerini alan Akropolis’in duvara asılması, mübadillerin Küçük Asya anılarını terk etmeye, yeni yaşama adapte olmaya başladıklarının, vatanları Yunanistan olarak kabul ettiklerinin bir göstergesi olmaktadır.
Metaksas döneminde rembetiko müziği ve onun taşıdığı değerlerle ilgili her şey yasaklanır. Esrar el altından alınıp satılabiliyorken bu kez altın değerinde olur. Pire’de kurulan bir genelevin kapısında askerler kimsenin girmemesi için göz açtırmazken mangaslar içeri girmenin bir yolunu daima bulmaktadır.
Kuşaktan kuşağa geçen ‘kadersizliğin’ ardındaki şarkılı geçişler, mübadillerin yerleşim alanları ve müzikle hayata bağlanma, yaşam panoramasını çizme ustalığı önem kazanır. Rembetiko şarkıları vasıfsız kişiler, yoksullar; kısacası toplumun alt tabakasının kendi adlarına konuşmalarını ve kendi öykülerini anlatabilmelerini sağlamaktadır. Halk adamı olan rebetler, filmde sıkça vurgulandığı üzere sanki acı ve dertle ayakta kalmaktadır. Rekabet ve yaşam hırsı onların, müziklerini daha iyi icra etmelerine, dışlanmışlıklarına rağmen ayakta kalmak için tutunmalarına neden olmaktadır. Kadercilik anlayışının hâkim olmasıyla beraber bir başkaldırı, anarşi kültürünü de taşıyan rembetikoda en büyük baskı unsuru devletin kurumlarıdır. Yetim kalmış mübadillerin yaşamında okul ve yetimhane, aşağılanıp hor görülmenin bir başka ifadesidir. Gerek ‘dışlanmışlar’ olmalarından gerekse dönemin aşırı disiplininden dolayı, okul bir nevi hapishanedir. Yıllar sonra Marika, kızını gördüğünde kızı annesinin yüzüne bile bakmayacak, onu henüz küçücükken bu baskı dünyasına yolladığı için annesinden nefret edecek ve o da annesinin ‘yolundan’ gidecektir.
Yunanistan’da sol ideolojiyle sağ kesimin çatışmalarının hız kazandığı dönemlerde rembetiko şarkılarının verdiği mesajlar iktidarın adaletsizliği ve eşitsizliğine, kadere boyun eğmeye dair bütünlükler sergilese de rembetikonun sol görüş tarafından dışlanması, sağcıların ‘Türk kültürü’ takıntısından farklı olarak belli bir ideolojiyi benimsememiş olmaları ve ‘yalnız doğdum, yalnız ölürüm’ gibi kimsenin rebetlere, mübadillere sahip çıkmadığını belirten aykırı yaklaşımlarını koyu hatlarla ve eleştirel biçimde vurgular.
Film, melodram öğeleriyle desteklenmesinin yanında aslında bir yanıyla Akdeniz Sineması örneğidir, çünkü tüm aksiliklere rağmen yaşam sevinci kaybolmamakta ve umut daima var olmaktadır. İçe dönük depresif kimlikler yerine melankoli, her Akdeniz Sineması örneğinde olduğu gibi kendini burada da gösterir ve kadın karakter, melankoliyi taşıyan dişil imge olarak filmde da ön plana çıkar. Rembetiko filmi, İzmir’den gelen mübadillerin yaşam öyküleri uzun süre araştırılarak ve belgelenerek hazırlanan, dönemin tarihi fonuna ve gerek karakterlerin, gerekse büyük bir incelikle işlenen rembetiko türünün değişimine vurgu yapılarak ustaca yazılmış ve çekilmiş bir film olarak eleştirmenlerce Yunan sinemasının en önemli ilk on filmi arasında yer almaktadır. Rembetiko ise bir müzik türü olarak zamanın yıpratıcılığına da başkaldıran bir yapıya sahip olmuş, yakın geçmiş içerisinde devlet ve parayı elinde tutan kesim tarafından bastırılmamış, tam tersine Yunan müziğinde ulusal bir yer edinmiştir. Bugün hâlâ Yunanistan’da en çok rağbet gören popüler müzik türüdür.