Sefiller: Neden Müzikal, Neden Şimdi?*
Sahne sanatları söz konusu olduğunda, Batı kültürünün olmazsa olmazlarından müzikal, başlı başına bir endüstri olan Hollywood sayesinde sinemanın alt türleri arasında yerini alarak Amerikan kültürünün başat öğelerinden biri halini almıştır. Öyleki, müzikalleriyle ünlü Broadway’in Hollywood’u beslemesi zamanla tersine dönmüştür. Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda sayısız örnekle tür sinemasını işgal eden müzikaller, kimi zaman “Hair” gibi sistem karşıtı örneklerle öne çıkarken çoğu zaman da “Grease” gibi muhafazakarlığın eğlenceli bir paketle yeniden inşasına yaramıştır. 1980’lerle birlikte dünya ölçeğinde kültürel egemenliğini arttırma yolunda sinemaya her zamankinden daha fazla odaklanan Amerika’da dünyanın geri kalanının biçimsel olarak alışık olmadığı müzikal türü örneklerinin azaldığı görülmektedir. 2000lere kadar süren bu duraklama, 2003 yılında “Chicago” müzikalinin altı dalda Oscar almasıyla yerini müzikalin tekrar canlandırılmasına bırakmıştır.
Böyle bir atmosferde Victor Hugo‘nun ölümsüz başyapıtı “Sefiller“in, 1980’lerde Fransa’da başlayıp Amerika’da zirve yapan müzikalinden, yönetmen Tom Hooper tarafından beyazperdeye aktarılan son uyarlaması, Akademi Ödülleri’ndeki başarısının yanında, tüm dünyada eleştirmenler ve seyirciler nezninde genel olarak beğeniyle karşılandı. Bunda hiç şüphesiz yönetmenin payı büyük. Doğası gereği müzikal, izleyiciyle arasına mesafe koyarak karakterler ve olay örgüsüyle özdeşleşmenin önüne geçen, kurmaca gerçekliğinin en büyük engeli olan sahne gerçekliğine yaslanan bir anlatım biçimi. Karakterlerin toplu halde veya tek başlarına, gündelik hayatta alışık olmadığımız bir vücut diliyle şarkılar söylemesine izleyicinin kendisini duygusal olarak eşlemesi kolay değil. Son uyarlamadaysa Tom Hooper, sinemada çoğunlukla genel planlarda sahnelenen müzikal ölçekleri, yakın plan çekimler, balık gözü vb. objektif kullanımlarıyla değiştirerek izleyicinin karakterlerle temasını kuvvetlendiriyor. Bu sayede müzikale mesafeli izleyicinin bile soluk soluğa takip edebileceği, ritmi yüksek kurmacavari bir müzikal ortaya çıkıyor.
Bugüne dek ağırlıklı olarak televizyon işlerinde yer alan ve yalnızca üç uzun metraj çeken Tom Hooper’ın yakın plan ölçeklerdeki ustalığı, kendisine En İyi Yönetmen Oscar’ı getiren 2010 yapımı “King’s Speech“(oldukça zorlama bir çeviriyle ülkemizde “Zoraki Kral” adıyla gösterildi) filminde de dikkati çekmişti. Birleşik Krallık tahtının ikinci varisi olduğu halde abisinin çekilmesiyle beraber kendini bir anda kral olarak bulan 6. George’un, konuşma bozukluğunu daha sonra dostu olacak eğitmeniyle birlikte yenmesi, ana akımın vazgeçemediği “sıradan insanın büyük işler başarması” temasına bir kralın bile uyumlanabileceğinin de kanıtıydı. Kral olmak yerine aşkını tercih eden ağabeyin vatan haini olarak sunularak kekeme iyi adam karşısında kötülük timsali olarak sunulması, bunun yanısıra “totaliter rejimler” genellemesiyle Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası ile eşlenmesi ve fırsatı bulmuşken Stalin‘e hücum etmesi övgüleri arttıran sinsi yöntemlerdi. İdeolojik olarak sıkıntılı bir geçmişe sahip yönetmenin, Fransız Devrimi sonrasında burjuvazinin krallaşması karşısında Paris Komünü‘ne kadar uzanacak işçi-emekçi mücadelelerini anlatan bir metni yönetmesinin ise beklenilenin aksine olumlu bir sonuç doğurduğu ortada. “Sefiller”in yıldız oyuncularla dolu 1998 uyarlamasının, Javert’in ölümüyle sonuçlanan sahneyle hem Valjean hem izleyici için bireysel arınmayla bittiği düşünülürse, Hooper’ın “Sefiller”inin mücadelenin bugün de yarın da sürdüğünü müjdeleyen umut dolu sonu, yüzeysel bir arınmadan daha fazlasını doğuruyor.
Sonuç olarak 2012 yapımı Sefiller, Hugo’nun evrensel değerlerini görece koruyan, kitlelere hitap ederken sinematografik açıdan yüksek seyreden ve beyazperdede kızıl bayrağın dalgalandığı kalburüstü bir yapıt. Fakat bir müzikalin birebir sinemaya aktarılması gerekli miydi sorusu akıllardan çıkmıyor. Müzikalin oldukça iyi çekilmiş ve kurguyla yüceltilmiş DVD kaydını andıran bir yapıtı yedinci sanat adına izlemek, Hollywood’un son 10 yılda müzikali canlandırmak adına yaptıkları hatırlandığında başka bir amacı çağrıştırıyor. Sinemada müzikalin altın çağı düşünüldüğünde vasat sayılabilecek “Chicago” ile birlikte 2000lerde çekilmiş tüm müzikallerin(“Dreamgirls” vb.) övgü ve ödüllere boğuluşu, son yıllarda küresel ilginin giderek azaldığı Oscar törenlerinde müzikal temasının ısrarla tercih edilişi, “Sefiller”in daha önce edebiyat ve sahnede denenmiş hazır bir başarı oluşundan kaynaklanan risksiz bir zafer öyküsü olarak kurgulandığını düşündürüyor.