Tarih Bilinci: Geçmişin Bilinci İle… – Selen Kaynar

Tarih Bilinci: Geçmişin Bilinci İle…*

Tarih bilinci insanın kendisini tarihsel bir varlık olarak kavramasını sağlar. İnsan, kendi aklına ve bilincine tarihselliği ile yönelme ihtiyacı hissetmiştir. Tarih bilinciyle birlikte insan, kendini ve dünyayı, düşündüklerini ve kendi bilincini tarihselliğin ürünü olarak görmeye başlamıştır.

Tarih bilinci, insanın hem geçmişi yorumlamasında, hem  de  geleceği  kurmasında ve ona yön vermesinde rol oynamaktadır. İnsan, tarihi kendi değerleri ve amaçları ile kurduğunun bilincine vardığında, geleceği de bu beklentileri üzerinden belirlemek ister. Bu şekilde insan, kendi bilinci ile tarih içinde var olur. Bu var olma, bireysel anlamda değil tüm  insanlığın  katkısıyla olur. İnsanların kendi düşünce yapıları ve yaratmış oldukları yaşam alanı içinde ürettikleri yönetim sistemleri, sanat ve ahlak anlayışları tarih  dediğimiz  bu  alanın oluşumunu sağlar. Aynı zamanda bu oluşum, insanın tarihsel bir varlık olarak bilinçlenmesine olanak verir. Dolayısıyla insan,  içinde  bulunduğu zamanda var olur ve tarihsel zamanı bu şekilde oluşturur.

Tarih bilinci, insanın kendisini gerçekleştirmesi bakımından bilincin tarihselliğini de içerir. Çünkü insan, kendi tarihini yaratması bakımından  bunun  bilincinde olan tek canlıdır. Tarih bilinci ile insan kendisini tarihsel bir varlık olarak kavramıştır. Kendisinin tarihsel bir varlık olduğunu kabul ederken  üretmiş  olduğu ahlaki, siyasi ve toplumsal değerlerinin  de  tarihsel  olduğunu  kabul  eder. Böylece  insanın  hem  geleceği  ile  hem  de  geçmişi  ile  düşündüğümüzde “geçmişteki şimdiler ömrünün bir yarısı, gelecekteki şimdiler öbür yarısı olmak zorundadır”. (Uluğ, 1998, s. 50)

Tarih bilincini ele alan bazı  filozoflara bakacak olursak; Fichte, genel olarak Kant’tan etkilenmiş olmakla beraber Kant’ın ortaya koyduğu felsefi temelleri aşmaya da çalışır. “Kant, insanın asıl özünün bilen bir varlık olmaktan önce ahlaksal varlık olduğunu söylerken, insanı doğadaki determinizmden koparıp kendi yaşamını kendisinin  belirleyebileceğini  hatırlatmış  ve kişi olduğunun bilincine varması gerektiğini söylemiştir.”(Doğan, 2001, s. 100) Fichte’ye göre tarih, belli bir amaca ve özgürlüğe doğru ilerlemektir. Bunu gerçekleştirmek için “bir çocuk saflığından yola çıkan tarih, günahlar içinden geçerek ussallığın özgür alanına ulaşmaya çalışır”.(Hançerlioğlu, s. 398) Bilinç, aklın eyleminden başka bir şey değildir. Bizim özgürlük  idemiz  kaynağını  doğa’ya karşı akıl’da bulur. Doğa insanın eylemde bulunabileceği bir alandır. Özgürlük, pratik akla dayanarak doğanın determinizminden ayrışma ve kendini gerçekleştirme sürecidir. Tarih ise bu sürecin kendisidir. Kant’ta özünü bilmeye çalışan varlık, ahlaksal bir varlık olarak kendini ortaya koyarken,  Fichte  ise,  özgür varlığın her şeyi başlatanın kendi Ben’i olduğunu söylemiştir. Kant, “tarihsel  olayların nedeni  doğanın ereğidir” der(Kant’tan aktaran   Hançerlioğlu, 398). İnsan,    doğanın    dayatmış    olduğu    zorunluluktan,    kendi     aklını kullanabilme yetisini gösterebilmek için bu süreç içinde  ilerler.

Hegel’e göre ise,  insan ile doğa arasındaki uzlaşımcı ve birleştirici  ilişkiyi    kuran neden Tin’dir. Tin, kendini ortaya koyarken bölünme ve farklılaşma yaşar.  Tin  bu  farklılaşma ile birlikte doğada diyalektik olarak senteze ulaşır. “Günümüz dünyasının bireyleri olarak bizlere ait olan öz-bilinçli aklın sahip olduğu şey birden bire ortaya çıkmamıştır, ne de şimdinin toprağında yetişmiştir”.(Baykuş Dergisi, s. 114) İnsanlık tarihi, kendi değişiminin bilincine varan Tin’in dışa vurumudur. Tarih, yalnızca tarihsel süreç   boyunca kendi kendisinin bilincine ulaşan tinsel bir tözün oluşumudur. Bu oluşum  sonsuza kadar devam eder. Bu süreç boyunca tin kendisini açığa çıkarır. Bütün tarihsel olaylar bu evrensel töz tarafından belirlenir. İnsan doğayı değiştirerek kendisini de dönüştürür. Bu eylemleriyle kendi bilincini ve tarihini oluşturur. “Hegel, Kant’ın ‘ruh torbası’ ile alay eder. İçinde çeşitli yeteneklerin bulunduğu bu  torbadan  yeteneklerin  ‘çekip  çıkarılması’  gerekmektedir”.(Lukacs,  2006, s. 227) Hegel, özneden bağımsızlaşan parçaların bu şekilde dağılımını önlemek için bütünsel bir özneden hareket eder. Hegel’e göre tarihte gerçekleşen her olay tinin tasarımıdır. “Tarih bilinci, tinin kendisi üzerindeki bilincine bağlıdır. Tinin bilinci dünyada oluşmalıdır. Bunun gerçekleşmesi de halkın bilincinin elindedir.”(Hegel, 1996, s. 120) Hegel bunu söylerken, tarihin inceleme alanını siyasal tarihle sınırlandırmaktadır. “Bunu yaparken Kant’ı izlemektedir ama Kant’ın bunu yapmak için iyi bir gerekçesi vardı. Bu gerekçe, fenomenler ile kendinde şeyler arasındaki ayırımına dayanarak, görmüş  olduğumuz  gibi, tarihsel olayları fenomenler olarak görüyordu. Kendinde şeyler olarak insan eylemleri ahlaki eylemlerdir.”(Collingwood, 2010, s. 178)Dolayısıyla Kant’a göre tarih,  ancak  siyaset tarihi  olabilirdi.  Hegel, Kant’ın yapmış  olduğu  fenomen ve kendinde şey ayırımını reddederken, tarihin siyasal tarih olduğunu reddetmektedir. “Kendisiyle tutarlı olmak için de tarihçinin işinin, nesnel tin sürecini mutlak tinin tarihi gibi incelemek olmadığını kabul etmek zorunda kalmıştır.”(Collingwood, 2010, s. 178)

Hegel, tarihsel bilincin oluşmasında tanrısal güç atfettiği tinin önemini vurgularken; Marx, üretim ilişkilerini ve bunların işleyişini ortaya  koyarak  tarihsel bilincin oluştuğunu göstermeye çalışmıştır.

Marx’a göre, tarih bilinci ise sınıf bilincini  aşan  bir yapı olarak üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki belirlenimden meydana gelir. “Bilinç, hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz ve insanların  varlığı,  onların  gerçek yaşam süreçleridir”.(Marx, Engels, 1992, s. 45) Yani insan eylediği sürece kendi kendini yaratan bir etkinlik olarak bilinçlenir. Buna bağlı olarak din,   ahlak   gibi   bilinç  konuları   özerk olmaktan çıkarlar, bunların gelişmesi olmaz. “Maddi üretimlerini ve karşılıklı maddi ilişkilerini geliştiren insanlar, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini hem de düşüncelerinin ürünlerini değiştirirler”.(Marx,  Engels, 1992, s. 47) Bu üretim, insanların geçim araçlarını üretirken bir yandan kültürel yani tarihsel birikimlerini de sağlar. Yani bireylerin bilinçleri, onların sahip oldukları üretim araçlarına bağlıdır. Dolayısıyla burada yaşamın bilinci değil, bilincin yaşamı belirlediği bir sistem görmekteyiz. Yaşam organik bir yapı olarak ele alınıp doğan, büyüyen ve ölen varlıklar şeklinde ele alınıp incelenir. İlk önce kendi yaşam araçlarını üretmeye başlayan insanlar, kendi üretimlerini yapmaya başladıkları  için doğal  dünyadan ayrıldılar. Bu şekilde üreterek kendilerinin de maddesel varlıklarını dönüştürmüş oldular. Marx, Hegel’in bireyin kendisini fikirlerle var etmesi düşüncesine karşı çıkarak tarih bilincinin liderler tarafından değil, emekçi halk tarafından oluşturulduğunu söyler.

“İnsanlık tarihi keyfi,  bireysel eylemler değil; ilahi faaliyetin sonucu  da değil,  tıpkı doğanın kendisi gibi, insanların istek ve amaçlarından bağımsız olarak gelişen nesnel bir doğal süreç olarak yorumlanabilir”.(Boguslavsky, Rakitov, Çerkitin, Ezrin, 1990, s. 227) İnsanlar bilinçli olarak amaçları doğrultusunda hareket ederler. Bu bilinç, onların tarihin akışını kişisel çıkarlarına yönelik kullanabildikleri veya kullanabilecekleri anlamına gelmez. Çünkü tarihsel eğilim, zorunlulukta kendisini gösterir. Dolayısıyla tarih, isteklerde değil doğayı  oluşturan nesnel yasalar gibi yasalarla oluşur. Peki, her şeyin yasalara bağlı olduğu tarihte, hiçbir şeyin insana bağlı olmadığı doğru mudur? Aslında insan iradesi yokmuş gibi görünse de toplumsal dönüşümleri  gerçekleştiren,  toplumsal bilincin oluşmasını sağlayan yine insan unsurudur. Burada Hegel “özgürlük kavranan zorunluluktur” diyerek insanın bu zorunluluğu kavrayınca gerçekten özgür olabileceğini söylemiştir. Bu zorunluluğu aşmanın diğer yolu ise zorunluluğu pratik faaliyet ile eyleme geçirmektir. Özgürlüğü, bilgi sınırlarının içinde ele almıştır. Ama Marx, tarihsel materyalizm içinde bu zorunluluğun fatalist yani kaderci bir bakış açısını geliştireceğinden özgürlüğün bilgi sınırlarımızın dâhilinde olduğu düşüncesine katılmaz. Tarih, yasalarla yönetilse  de yazgı tarafından belirlenmemiştir. Tarihsel yasalar,  insan  bilincinden  bağımsız bir zorunluluğa bağlı olsa da bu zorunluluk, üretim ilişkilerinin insan eylemlerini dönüştürmesi ile sağlanan zorunluluktur. İnsan, bu zorunluluğun dışında yer almaz.

“Zorla çalıştırılmak üzere Sibirya’ya götürülen ayaklarına zincir vurulmuş bir devrimci,  tarihsel  zorunluluk  açısından  özgür,  kendisine  refakat  eden silahlı jandarmalar ise tarihsel zorunluluğun elinde köledirler”.(Marx’tan aktaran Boguslavsky, Rakitov, Çerkitin, Ezrin, 1990, s. 233) Marx verdiği bu örnekte, insanın nesnel zorunluluğun bilincinde olduğu andan itibaren özgür olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.

Ele aldığımız filozoflar, genel olarak varılabilecek asıl hedefin,  özgürlük  olduğunu ifade etmişlerdir. Buna bağlı olarak tarih bilinci gelişen toplumlar, kendilerinin var ettikleri bir yaşam alanının farkındadırlar. Üreten, değiştiren ve geliştiren olarak insan, kendisini ancak bu şekilde  var  edebilir.  Toplumsal yapının ekonomik belirlenimine ve sınıfsal yapıların oluşumu ile beraber insanların kendilerini var etme çabasıdır tarih. Ekonomik yaşam, toplumun oluşumu ve tarihin ilerlemesi için oldukça önemlidir. Çünkü bu oluşum ile beraber alt yapı ortaya çıkar ve yaşanan sınıfsal çatışmalar,  insanların  kendilerini gerçekleştirebilmeleri için uygun zemini  hazır.

Kaynakça

Baykuş Felsefe Dergisi, Gelenek ve Kopuş, 1.sayı, Alef Yay. 2008

Boguslavsky/Karpuşin,Rakitov/Çerkitin/Ezrin,  Diyalektik  ve  Tarihsel  Materyalizmin  Alfabesi, çev. Şiar Yalçın, Bilim ve Sosyalizm Yay., (1990)

G.Lukacs, Tarih ve Sınıf Bilinci, çev.Yılmaz Öner, Belge Yay., (2006)

G.W.F.Hegel, Tarihte Akıl, çev. Önay Sözer, Kabalcı Yay., (2003)

K.Marx,F.Engels, Alman İdeolojisi (Feuerbach),çev. Sevim Belli, Sol Yay.,(1999)

Nutku Uluğ ,İnsan Felsefesi Çalışmaları, Bulut Yay., (1998)

Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi

Özlem Doğan, Tarih Felsefesi, İnkılap Kitabevi, (2001)

R.C.Collingwood, Tarih Tasarımı, çev.Kurtuluş Dinçer, Gündoğan Yay., (2009)

*https://issuu.com/azizm/docs/editoredergimayis2013

Bunu paylaş: