Angelopoulos’un ‘36 Günleri’ ve Costa Gavras’ın ‘Z’ Filmi Örneğinde Yunanistan Sinemasında Faşizm Temsili*
Vox populi, vox dei
(Halkın sesi, Tanrı’nın sesidir)
Alcuin
Silah gücünü elinde bulunduran ordular ve orduların karar vericileri olarak üst düzey askeri yetkililer mevcut yöneticilerden yahut iktidardaki siyasi anlayıştan rahatsız olduklarında gayrimeşru müdahalelerle yönetimde kontrolü ellerine alabilmektedirler. Seçilmiş sivil yöneticilerin ya da monarşik devlet yapılarında yönetme hakkını elinde bulunduran monarkların silahlı kuvvetler müdahaleleriyle yönetimden uzaklaştırılmaları dünya siyasetinde sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Avrupa’nın batısında yer alan ve Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan da Avrupa Birliği üyeliği öncesinde çok sayıda askeri darbenin meydana geldiği bir ülke olarak bu olumsuz durumdan etkilenen ülkeler arasındadır. Yunanistan yakın siyasi tarihinde bu darbelerin en çok ses getireni hiç şüphesiz 21 Nisan 1967 tarihli “Albaylar Cuntası Darbesi”dir. Cuntaya zemin hazırlayan Soğuk Savaş’tan bağımsız düşünülemeyen darbe, SSCB tehlikesine karşı antikomünist bir yapılanma içine giren ve güç kazanmak için Amerikan yanlısı bir siyaset izleyen politika sonucunda gerçekleşmiş ve ülke, 7 yıl boyunca ‘karanlık dönem’ olarak adlandırdığı diktatörlük sürecine girmiştir.
Nedenleri arasında gösterilen iki blok çatışmasında ülkenin kendini konumlandırdığı taraf, darbenin gelişini haber verse de iç dinamiklere bakıldığında bir grup albayın yönetimi ele geçirmesi sadece uluslararası platformda değerlendirilen komünizm tehlikesine karşı alınan önlem olarak değerlendirilmemelidir.
Metaksas İktidarı (1936-1941)
- Dünya Savaşı’ndan sonra Venizelos’un öncülüğünde İzmir’e asker çıkararak ‘üç kıtaya ve beş denize yayılma‘ idealinin başarısızlığının ardından 1924 ve 1935 yılları arasında cumhuriyetle yönetilen Yunanistan, 1935 yılında yapılan plebisitle[1] yeniden anayasal monarşi yönetimine geri dönmüştür.1935’te krallığın kurulmasından sonra 1936’da, Kral II. Georgeios tarafından başbakanlık, savaş bakanlığı ve parlamento başkanlığı görevlerine atanan Metaksas, Mayıs ayında güçlü ve anti-komünist bir rejimin kurulması amacıyla sıkıyönetim ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmiştir. Özellikle solculara karşı geniş çapta tutuklama ve sürgün emirlerini veren İoannis Metaksas, büyük bir baskı rejiminin altında ülkeyi yönetir ve Yunanistan Komünist Partisi’ni (KKE) yasadışı ilan ederek kapatır.
1940 Ekim’inde Yunanistan’a saldıran İtalya’nın başarısızlığının ardından Nisan 1941’de Hitler, ordusunu Yunanistan’a yönlendirmiş ve dört yıl boyunca Avrupa’da yaşanan en etkili direniş hareketini gerçekleştiren Yunan halkı, 1944 yılının Ekim ayında Almanların ülkeden çekilmesine neden olmuşlardır. Metaksas diktatörlüğünde komünizm ve sol ideolojiye açılan savaş olsa da 27 Eylül 1941’de Yunanistan Komünist Partisi’nce kurulan Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM), işgale karşısında direnen ilk siyasi örgüttür. Bununla beraber sol ideolojideki Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS) ve sağ ideolojide yer alan Hür Demokratik Yunan Ordusu (EDES) da etkin bir direniş sergilemiştir. Ancak 4 Aralık 1944’te iç siyaset kaygıları doğrultusunda Yunan başbakanı, ELAS’tan silahları teslim etmesi istemiş, ancak ELAS, İngiltere işbirliğiyle Yunanistan’da sağ görüşlü bir kral ve yine sağ ideolojiyi benimseyen bir diktatörün başa geleceği endişesiyle verilen ültimatoma uymamıştır.4 Aralık 1944’te başlayan silahlı mücadele 1950’ye kadar sürmüş ve Yunan İç Savaşı’nın bitmesiyle beraber büyük bir siyasi kriz ülkede baş göstermiştir.
Uzun süre istikrarsız koalisyonlar tarafından yönetilen Yunanistan’da yönetimi, 1952’de sağ eğilimli Yunan Birlik Partisi ve 1955-1963 seneleri arasında Karamanlis’in Ulusal Radikal Birliği üstlenmiştir. Karamanlis’in kralla olan anlaşmazlığı neticesinde istifa etmesiyle başa geçen Papandreu, peş peşe yaptığı reformlarla sağ çevrelerden olumsuz tepkiler almış ve kralın ölümünün ardından başa geçen yeni kral II. Konstantin, orduya solcuların sokulduğunu öne sürerek Papandreu’yu görevden almıştır. “Nisan 1967’de Kral’ın isteği üzerine iktidara ERE partisinin lideri Panagiotis Kanellopoulos getirilmiş, ancak kurulan yeni hükümet Meclisten güvenoyu alamayınca 28 Mayısta genel seçimlerin yapılması kararıyla meclis feshedilmiştir (Svoronos, 1988:116). Albaylar Cuntası, bu olayların sonunda yeni bir seçim için oluşturulan geçici hükümetin askeri darbeyle devrilmesi sonucu, siyasetçilerin iktidarı yönetmede başarısız oldukları gerekçesiyle bir grup albay tarafından gerçekleşir.[2]
Faşizm ve Cunta Yönetimi
İnsan eşitliğinin reddedildiği, sınıfsal/ırksal ayrımcılıkların olduğu ve ekonomik bileşkelerin sıkı devlet kontrolüne bırakıldığı; kısacası tüm ekonomik, sosyal ve siyasal faaliyetler üzerine merkezi bir denetim uygulayan totaliter ve kolektivist bir yönetim olan faşizm, kendi ismini ulusal faşist partinin kurucusu olan Mussolini tarafından duyurduğundan, faşizmin kurucusu olarak Mussolini kabul edilmektedir. Seçimle veya askeri darbelerle başa gelen yönetimin de yaptığı diğer faşist iktidarlar döneminden farksız değildir. Bu noktada halkı güdümleyebilecek ideoloji devreye sokulmuş; kamusal kurumlar, bürokrasi ve basın-yayın organları gibi propaganda kurumlarını bütünleştirmek amacıyla sınırlandırma yapılmış ve tek merkezden daha hızlı yönetim için tek parti dışındaki muhalefetin tamamen devre dışı bırakılması gibi uygulamalara başvurulmuştur (Velidedeoğlu, 1975:95). 21 Nisan darbesiyle iktidara gelen albaylar kontrolündeki yönetim, ‘rejimi koruma’ ilkesine dayanarak anayasal hakları askıya almıştır, basına yasak ve sansür gelmiş, muhalif sesler susturulmuş ve şiddet uygulanmıştır. Kıbrıs sorunu ve izlenen dış politika, yönetimin kendini aklama ve haklı gösterme sığınağı olsa da 17 Kasım 1973’teki Atina Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin başlattığı halk ayaklanmasıyla sarsılan yönetimi, adada Samson darbesiyle enosis’in (birleşme) gerçekleştirilmesi düşüncesi ve son olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonlandırmıştır.
Angelopoulos’un ‘36 Günleri’ (Oi Meres Tou 36) ve Costa Gavras’ın ‘Ölümsüz / Z’ Filmi Örneğinde Faşist Yönetimlerin Yunanistan Sinemasında Temsili
“Son Modernist” olarak anılan ve 24 Ocak 2012’de hayatını kaybeden yönetmen Angelopoulos’un ikinci filmi olan ve Albaylar Cuntası’nın iktidara geldiği dönemde Yunanistan’da çekilen “36 Günleri” (1976), dikta yönetimi altında gerçekleşen bir olaya dayanmaktadır. Bir mahkûmun, kendisini hücrede ziyarete gelen ve eşcinsel olduğu iddia edilen sağ görüşten bir milletvekilini rehin alması üzerine kuruludur. Mussolini hayranı olan Metaksas’ın diktatörlüğüne denk gelen olay, sağ görüşü taşıyan çevrelerde gerginliğe neden olmuştur. Her şeyin sansür kurulundan geçmek zorunda kaldığı dönemde, film yapımı için maddi olanak bulamayan, ancak bir tanıdığının gönüllü olarak finansal destek sağladığı yönetmen, senaryoya eklemediği bazı kısımları kurula sunarak filme gösterim olanağı sağlamıştır (Fainaru, 2006:11-12).
Modern sinema kalıplarını benimseyen ve Brechtyen bir üslupla film biçimini yansıtan yönetmen, 36 Günleri’nde hayatın içinden seçtiği karakterler ve yalın sahnelerle, filme politik ve gerçekçi bir bakış kazandırmaktadır. Kalabalık bir işçi eylemi esnasında konuşma yapmak için hazırlanan bir sendikacının öldürülmesiyle başlayan filmde doğal sesler ve gerçekçi bakış açısı daha ilk başta kendini gösterir. Suikastçi görünmez, çerçevenin dışında bırakılır ve duyulan silah sesiyle sendikacının ölümünün peşi sıra etrafa korkuyla dağılan işçilerin görüntüsü kadraja düşer. “Modern filmlerin çoğunda görüntüler, diyaloglar, dış ses yorumlar ve müzik çok bol değildir, yani onlar enformasyonu görsel ya da anlatısal enformasyondan bağımsız olarak aktarırlar ya da onlara karşı koyarlar” (Kovacs, 2010:134). Devamında Sofianos’un polis tarafından yakalandığı ve sendikacıyı öldürmekle suçlandığı sahne gelir. Hükümet, milletvekilini kurtarmak için hummalı görüşmelere başlar. Görüşmelerin sürdüğü esnada cezaevinde isyan patlak verir ve üç tutuklu kaçmayı başarır. Milletvekilini kurtarmak için yapılan tüm planların sonunda Sofianos keskin bir nişancı tarafından gece vakti koğuşun penceresine yaklaştığı bir anda vurularak öldürülür. Cezaevinden kaçan üç mahkûm ise yakalanıp idam edilir.
Ana akım sinema estetiğinden tanıdığımız heyecan uyandırmak ve tempoyu dinamik tutmak adına gerçekleştirilen yakın planlar, yoğun müzik kullanımı, kesmeler, kahraman karakterler ve herkesin anlayabileceği yüksek ses tonunda yapılan konuşmalar Angelopoulos sinemasında kendini göstermez. Hiçbir karakterin izleyiciyle özdeşleşmesine izin vermeyen sekans planlar 36 Günleri’nde politik atmosferi göstermek için uygulanır. İki kişinin konuştuğu gizli sözcükler gerçek hayatta olduğu gibi izleyici tarafından da duyulmaz. 36 Günleri’nde araya serpiştirilen ve broşürleri havaya atarak koşuşan çocuklar, dönemin yasaklarını ifşa etmek için kullanılır. Angelopoulos’un ilk dönem filmlerine denk gelen stili, bize modernist sinemanın mekân kullanımını da hatırlatmaktadır. “Modern sinemadaki görsel minimalizmin en mükemmel motifi, öyküleri boş manzaralar içine yerleştirmek ve karakterleri kuşatan soyut bir evren atmosferini yaratmaktı… Ön planı ve arka planı tecrit etme eğilimi çok önemlidir, çünkü birincisi hem Yeni Gerçekçi sahnelemeden, hem de klasik dramatik mizansenden karakteristik sapmayı gösterir… Bu çözüm belirgin bir yüzey etkisi yaratır, böylece karakterler etkileşim içinde olabilecekleri gerçek bir mekânın içinde değil de kayıtsız bir düz imgenin önündeymiş gibi çevre içinde hareket ederler.” (2010: 316). Karakterlerin soyutlanmış mekânlar içerisine oturtulduğu ve çekimleri genel olarak gün ışığında ya da hapishanede geçen filmde, duyulmayan sesler hem gerçekçi bir anlayışın hem de oto sansürün yansımasını vermektedir.
36 Günleri’nden iki yıl sonra Fransa’da çekilen ve politik sinema örneği olarak gösterilen ‘Z-Ölümsüz’(1969), Vassilis Vassilikos’un aynı isimli romanından beyaz perdeye uyarlanan ve Albaylar Cuntası’nı eleştiren bir film olarak karşımıza gelmektedir. Yunan alfabesinde Yunanistan’da 1963 yılında suikastle öldürülen solcu partinin milletvekili Lambrakis’in öldürülmesini konu edinen ‘Z’, faşizm döneminde yaşanan faili meçhul cinayetleri, olayın üzerine giden basın mensuplarının hapse gönderilmesini ana akım sinema kodları çerçevesinde beyaz perdeye taşımıştır. Yerel basının iktidar eliyle kontrolü sonunda milletvekilinin kitleleri kışkırttığı gerekçesi ortaya atılır ve Lambrakis’e büyük bir karalama kampanyası düzenlenir. Seçimlerden önce partiden olan kişilerle buluşmaya gelen adamı, yine sağ hükümetin emrine giren polis kuvvetleri engellemek ister. Konferansın sonunda dışarı çıkan Lambrakis, polis şefinin de yönlendirmeleriyle saldırıya uğrar ve yine polis engeliyle hastaneye geç yetiştirilir. Kan kaybından dolayı hayatını kaybeden milletvekilinin ölümü için açılan soruşturma da kovuşturulur. Deliller karartılır, savcı, olayın bir kaza olduğu konusunda telkin edilmeye çalışılır.
Seyirciyi endüstriyel sinemaya götüren ve kahraman (Lambrakis) yaratan Ölümsüz, karakter, müzik ve sahne kullanımları açısından ana akım politik sinemanın mihenk taşları arasında yer alır. Filmin başında toplanan albaylar, muhalifleri mikrop gibi görmekte ve bunu belirtmektedir. Dahası cinayeti işleyen; yönlendirilmiş ve ikna edilmiş kitlenin içinden, yani halktan insandır. ‘Z’’de sağcıların, iktidarları döneminde gerçekleştirdiği her türlü konuşma alt açıdan verilir. Bir gazetecinin olayı ortaya çıkaracak delillere ulaşması ve savcının da olayın peşinden gitmesi sonucu suçlular zor duruma düşer ve iktidar sahipleri olan aynı kişiler üst açıdan verilir. Bilinçli bir çekim tekniği kullanan Gavras, iktidarını yitirenleri filmin sonunda üstten baktırarak izleyiciye yansıtmaktadır. Ana akım sinema olmasına rağmen film, mutlu sonla bitmez. Olaya şahit olanların peş peşe kaza eseri (!) ölmesi, emniyet görevlilerinin ise ceza alacakken seçimden önce yapılan askeri darbeyle Albaylar Cuntası sayesinde kurtuldukları bildirilir.
Bugün birçok faşist yönetimde görülen olayların Ölümsüz’de film zamanına sığdırılması, filmin klasikler arasına girmesine neden olmuştur. Filmin başlangıcında yer alan ‘Gerçek olaylarla, sağ ya da ölü olsun, gerçek kişilerle olan benzerlikler tesadüfi değildir. Her şey KASITLIDIR.’ ibaresi, bir başkaldırışı temsil etmekte; filmin bitiminde ise faşist yönetim tarafından yasaklanan her şey (sendika, grev, özgür basın, birçok düşünür ve yazarın ismi, pop müzik, eşcinsellik, barış gösterileri vs.) , kredilerde filme emeği geçenlerin adları yerine yazılmıştır.
Biri karakterlerini gri çizgide bırakan, diğeri siyah ve beyazı keskin hatlarla ayıran; birbirinden çok farklı biçimsel ve anlatısal tekniklerle çekilen her iki film, Yunanistan’da yaşanan faşist yönetimi ve bu yönetimin sergilediklerini eleştirel bir dille anlatmaktadır. ‘36 Günleri’ ve ‘Ölümsüz’, ister askeri darbeyle, ister seçimle başa gelsin; sansürün, askerin, tutuklamaların, susturulmaların, emniyet güçlerinin, faili meçhul cinayetlerin ön planda olduğu ‘istikrar’ maskesi ardına gizlenen faşist yönetimlerin hikâyesini barındıran bir panorama çizmektedir.
Fainaru, D. (2006). Theo Angelopoulos. (Harmancı, M. Çev.). İstanbul:Agora Kitaplığı
Kovacs, A.B. (2010). Modernizmi Seyretmek: Avrupa Sanat Sineması, 1950- 1980. Yılmaz, E. Çev.). Ankara: De Ki.
Svoronos, Nikos, Çağdaş Helen Tarihine Bakış, Çev. Panayot Abacı, Belge Yayınları, İstanbul, 1988
Velidedeoğlu, H.V. (1975). Devirden Devire. Cilt:2, Ankara:Bilgi.
[1] Plebisit, bir hükümetin veya yöneticinin seçilmesi, bir anlaşmanın uygulanması, bağımsızlık veya bir başka devlete katılma kararının alınması veya iç politikaya ait bir problemde tercihin belirlenmesi gibi amaçlar çerçevesinde bir ülkenin sunulan teklifler arasındaki kanuni geçerliliği kabul etmeleri ya da reddetmeleri doğrultusunda yapılan halk oylamasıdır.
[2]Konstantinos Kollias Başbakan olurken, kıdemli Albay Stylianos Pattakos İçişleri Bakanı, Albay Georgios Papadopoulos Devlet Bakanı, Albay Nikolaos Makarezos Koordinasyon Bakanı olmuşlardır. Albay Nikolaos Makarezos ve Albay Georgios Papadopoulos darbede ön plana çıkanlar arasındadır.