Danton: Devrim Burjuvaziyi Yemeden, Burjuvazi Onu Yer – Can Önen

Danton: Devrim Burjuvaziyi Yemeden, Burjuvazi Onu Yer*

“Burjuvazinin özünde jakobenizmden nefret etmek var. Küçük burjuvazinin özünde ondan korku duymak. İşçiler ve bilinçli emekçiler, iktidarın ezilen devrimci sınıfa geçeceğine inanıyorlar; zira jakobenizmin temeli, bunalımdan tek çıkış, zayıflık ve savaştan kurtulmanın tek yolu buradadır.”

V. I. Lenin

Fransız devriminin yıldönümünü geride bıraktık. Haziran direnişiyle birlikte ülkemizde yaşananlar, insanlık tarihinin bu büyük dönüm noktasını anarken uzun yıllardır yüzümüzün daha çok gülmesine yol açıyor. 1789, kendisinden sonraki devrimleri koşullandırdı ve onlara bir ölçüde rengini çaldı. Artık insanlık için geri dönülemez bir kavga başlamış, devrimin gündeme getirdiği kavramlardan eşitlik  ve özgürlük, bu kavgayı bugün en ileri programla sürdürenlerin de bayrağı olmaya devam ediyor.

Öte yandan, çok da caziptir bu kavramlar. İçerik olarak onlarla ilgisi bulunmayanların da ağızlarına almaları, hem kavgada onları samimiyetle savunanların bir kazanımıdır, hem de farklı tarihsel bağlam ve sınıfsal referanslarla nasıl içeriksizleşebileceklerinin iyi bir göstergesidir.

Bir de devrimin meşruiyeti tartışılır hep. ‘‘Devrimi halk mı yaptı, tepeden mi indi?’’ Halkın değerleriyle barışık olmak, halkın isteği vs… Bu sığ tartışmaların içerisinde devrimi önemsizleştirmekten başlanır, kazanımlarını inkara ve yeni devrimlerin önünü almaya kadar varılır. Ve benim favorim olan ‘‘her devrim, önce kendi evlatlarını yer’’ cümlesi. Bunu onlarca kez duymayan kalmamıştır. Devrim kavramıyla arasına mesafe koyanların, liberallerin, ve liberallerle kol kola olan muhafazakarların ağzından düşmez bu cümle. Bir  de bu  kavramı anlamlandıramayan, yerli yerine oturtamayanlar severler kullanmayı. Devrimle hümanizm arasındaki ‘‘mesafeyi’’ tayin etmek açısından gerçekten de kullanışlıdır.

Devrim kavramı üzerine tartışmak, hele hele bu kavramı yerli yerine oturtmak bu yazı için fazla iddialı olacaktır. Bunun yerine Polonyalı ‘‘muhalif’’ yönetmen Andrzej Wajda’nın Fransız Devrimine not verdiği 1982 yapımı filmi Danton üzerinden, gericiliğin Fransız Devrimini karakterize eden devrim ve jakobenizm kavramlarına yaklaşımını masaya yatırmayı deneyebiliriz.

Filmde gerek görüntü yönetimi, gerekse non-diagetic ses kullanımı tercihi açısından oldukça gergin bir atmosfer yaratılmış. Bu gergin atmosfer ise, elbette Jakobenlerin iktidarda oldukları Kasım 1793 – Nisan 1794 tarihlerini kapsıyor.

Yönetmen Danton’un Paris’e dönüşünü ve Robespierre’in başını çektiği Kamu Selamet Komitesi tarafından vatan hainliğiyle itham edilip devrim mahkemesi tarafından yargılanıp idam edilmesini konu ediniyor. Tarihsel kesiti böyle seçmek meşru bir tercih. Yine de meselenin öncesinin ve sonrasının filme bir biçimde yedirilmesi gerektiği de bir gerçek. Sinemasal olarak oldukça başarılı bir biçimde filme yedirilen ‘‘önce’’ ve ‘‘sonra’’ya dair ipuçları, Wajda’nın ideolojik konumlanışını ve meseleye dair bakış açısını yansıttığı ölçüde, tarihsel kesitin gerçekliğinden uzaklaşıyor.

Filmin açılış sahnesinde Danton’un Paris’e girişini ve gelen araçları kontrol eden milisleri gördüğümüz sahneden başlayarak döneme damgasını vuran terör, oldukça çarpıtılmış bir biçimde sunularak, izleyiciye ‘‘bu nasıl devrim?’’ dedirtiyor.

Şehrin gündelik yaşantısında tansiyon oldukça yüksek. Daha içeriye girerken milisler tarafından anlamsız ve ölçüsüz bir şiddete maruz kalıp, girmeyi  başardıktan sonra da üzeri örtülmüş, fakat her an kullanıma hazır, meşhur giyotinle karşılaşıyorsunuz. Yurttaşlar ekmek almak için bile saatlerce kuyrukta beklemek zorundalar ve yüzlerinden hiçbir devrimci heyecan okunmuyor. Sanki bin bir umutla ve fedakarlıkla yıktıkları Aristokrasi’nin iktidarındaki durumlarından hiçbir farkları yok. Ekmek için sırada bekleyen devrim mağduru halk, arabasıyla geçmekte olan Danton’u fark eder ve büyük kahramanlarının peşinden sevinçle seğirtir. Robespierre ise bu sahneyi tepeden ve dışsal bir biçimde izler.

Robespierre’in ev sahibinin karısı, oğluna oldukça katı ve disiplinli bir biçimde devrimin en önemli kazanımlarından olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin maddelerini ezberletmeye çalışmaktadır. Çocuk her yanlış kelime kullandığında veya duraksadığında anne tarafından ufak çaplı şiddete maruz kalmaktadır. Görüldüğü gibi devrim, sıradan yurttaşına karşı olduğu kadar, küçücük çocuklara karşı da acımasızdır. Wajda, devrimi zorbalık, şiddet ve anlamsızlık ile karakterize eder.

Pudralı Robespierre, halk kahramanı Danton

Filmde Danton ve Robespierre arasındaki farklılıklar sürekli karşı karşıya getirilmektedir. Danton oldukça insancıl, doğal, enerjik, kendinden emindir. Robespierre ise sağlıksız, katı, soğuk ve ceberuttur. Ayrıca filme Danton’la halk kitleleri arasında güçlü bir bağ varken, Robespierre için aynısını söylemek mümkün değildir. Robespierre’in sıradan yurttaşlar arasında muhatap olduğu tek bir kişi bile yoktur. Diğer Jakobenlerle ve ev sahibinin karısıyla olan ilişkisi ise tamamen işlevseldir ve Robespierre’in bu kişinin kendisiyle en ufak fiziksel temasından bile tiksinme derecesinde hoşnutsuz olduğu, birden fazla sahnede resmedilmiştir. Pudralı makyajı, peruk saçı, keskin bakışları ve değişmeyen katı ifadesiyle Robespierre’in hayattaki tek amacı terörü sürdürmektir.

Danton filmde, yukarıda anlatılan atmosferi değiştirecek olan kişi olarak resmediliyor. O ve arkadaşları, Halkın Selameti Komitesi ve diğer devrimci komitelerin icraatlarından oldukça rahatsızdırlar. Bu kurumun otoritesine karşı, Robespierre’in de yakın dostu olan Desmoulins’in çıkardığı bir gazete üzerinden propaganda faaliyeti yürütmektedirler. Bundan haberdar olan Robespierre hemen gazetenin matbaasının dağıtılmasını ve yağmalanmasını sağlar. ‘‘Özgürlük’’ten dem vuran devrimci iktidarın basın özgürlüğüne bile tahammülü yoktur.

Hasta yatağından çıkıp, pudralanarak kamusal hayata karışmaya hazır hale gelen Robespierre Kamu Selameti Komitesi’yle girdiği toplantıda, Komite’deki diğer Jakobenlerin Danton ve ekibini tasfiye etme önerisine karşı çıkar ve Danton’u bizzat ikna etmeye karar verir. Eski dostlar, Danton’un organize ettiği bir yemekte bir araya gelirler. Bu sahnede ikili arasında uzunca bir diyalog yaşanır. Robespierre terbiyeli ve ölçülü olsa da, onca zahmetle hazırlanan yemeğe elini sürmeyerek kabalık eder ve direk konuya girer. Amacı Danton’u eskiden olduğu gibi yanlarına çekmektir ama Danton, devrimci iktidarın icraatlarını artık onaylamamaktadır ve terör döneminin artık bitmesini istemektedir. Robespierre’in çabası boşunadır. Danton öneriyi reddeder.

Aynı gece eski dostu Desmoulins’i de ikna etmeyi başaramayan Robespierre, Komite’yle acil olarak toplanır ,ve Danton ile ekibinin tasfiyesi için gerekli karar çıkarılır. Hemen ardından Konvansiyon’da gerçekleşen oturumda da, Danton ekibinden birkaç kişinin itirazlarına rağmen, kürsüde konuşmak için adeta araya kaynak yapan Ropespierre, etkileyici ve acımasız bir konuşmayla kısa sürede çoğunluğu arkasına alır. Danton ekibinden de bir kişinin döneklik ederek Robespierre’in konuşmasını destekleyen bir konuşma yapması ve Marsaillais’i söylemeye başlamasıyla, marş hep bir ağızdan söylenerek Danton ve ekibinin yargılanmasının önü açılmış olur.

Danton’u tutuklamaya giden Jakobenler oldukça gergindir. Danton evine gelen bu kişileri adeta kişiliğiyle ezer. Karar okunurken sabırsızlıkla gitmek istediğini söyler ve adeta silahlı birliğin önüne düşerek onları Danton tutuklamış gibi bir hava oluşur.

Aynı durum mahkeme sürecinde de geçerlidir. Sanıkların talepleri geçiştirilir, bir süre sonra söz hakkı ellerinden alınır, fakat oraya hakim olan yine Danton’dur. Karizması ve popülaritesiyle Danton, mahkemeyi izleyen kitlenin sempatisini anında kazanır. (Zaten onlara hakimdir de denebilir) Halk nezdinde masumiyetinden hiçbir şüphe duyulamayacak olan bu insanlar düzmece suçlamalarla ve düzmece bir yargılamayla, konuşma hakları dahi ellerinden alınarak ve duruşmayı izleyen gazetecilerin not tutmaları engellenerek ölüme mahkum edilirler.

İzleyici filmin başından itibaren bir tür kıyaslamaya tabi tutulan Ropespierre ve Danton portreleri ve Danton’un idam sürecini izledikten sonra çok net bir biçimde Danton’la özdeşlik kurarak devrimci iktidara karşı konumlanmaya zorlanır. Bu özdeşleşme için klasik anlatının kamera ölçeklerinin kullanımına pek de başvurulmadığını not edelim. Yönetmen daha çok olayın kendisinin, nesnelliğin ve yaşananların bu sonucu doğurması gerektiği izlenimi yaratmaya çalışmıştır. Bunda da oldukça başarılı olduğu söylenebilir.

Filmin sonunda Danton ve ekibi idama giderken, Robespierre yine hasta yatağındadır ve sonuçtan hiç de memnun görünmemektedir. Kendisini ziyaret eden Jakoben arkadaşına, devrime olan inancını yitirdiğinden bahseder. Ev sahibinin küçük oğlu başucuna gelip sonunda ezberlemeyi başardığı Bildiri’yi okumaya başladığında görüntü yavaş yavaş kararır. Robespierre’in bile sonuçtan hoşnutsuz oluşu, hasta bir şekilde yatağa düşmesi ve sonunda giderek karararak kaybolması, devrimin yakında bir başka evladını daha yiyeceğini hissini uyandırır. Arka planda ise, zorla ezberletilmiş küçük bir çocuk tarafından okunan Bildirge eşliğinde, yeni neslin devrimin değerlerini ne kadar içten sahipleneceğinin de tartışmalı olduğu hissi uyandırılır.

Sosyalist Polonya’nın restorasyoncu yönetmeni Wajda’nın, Fransız Devrimi tarihinden böyle bir kesit seçmesinin bilinçli ve meşru bir tercih olduğunu belirtmiştim başlarda. Tarihsel olguları ele almak, tarih bilimi açısından bile belli bir öznellik içeriyorsa, sinemacı açısından ideolojik konumlanış, politik önyargılar ve içerisinden bakılan toplumun etkileri, ortaya çıkan sanat eserinde çok daha  fazla iz bırakıyor demek abartılı olmaz. Sosyalizmle bağı, diğer ülkelere oranla her zaman daha zayıf olmuş, tarih boyunca gericiliğin kalesi olmuş bir toplumda sosyalizme ‘‘muhalif’’ olan bir yönetmenin, Fransız Devrimi’nde şiddetin ve çekişmelerin en çok yoğunlaştığı bir dönemi ele alması, bir sinema filmiyle devrimi yüceltmeyi amaçlamak istemesinden kaynaklanmıyor olsa gerek. (Herşey bir yana, Robespierre’e Stalin bıyığı iliştirip, kasap önlüğü giydirilmemesi arada bir benzerlik kurulmaya çalışılmadığı anlamına gelmiyor.)

Wajda, genellikle tarihsel olguları veya kesitleri ele alan filmlerden alışık olduğumuz, filmin başı veya sonunda beliren yazılarla izleyiciyi meselenin bağlamı hakkında bilgilendiren didaktik yönteme başvurmayarak; izleyicinin kafasındaki boşlukları tamamen kendi becerisiyle doldurmayı deneyerek sinematografik açıdan oldukça başarılı, fakat tarihsel gerçeklikle bağı zayıf olan bir esere imza atmış.

Kaçınılmaz Restorasyona Doğru

Aristokrasinin köküne kibrit suyu döken devrimin ortaya çıkardığı irade, kendisini yeni bir iktidar aracılığıyla var eder. Siyasi iktidarı bir kez ele geçirmek, karşıt sınıfın onu geri almak için asla geri dönmeyeceği anlamına gelmez. Fransız Devriminde gericiliğin hortlamaya başladığı bir dönemde Jakobenler, terör dönemini Aristokrasinin kalıntılarına karşı devrimi ve halkın iradesini korumak için başlatmışlardır. Danton da Robespierre ve diğerleriyle birlikte bunun imzacılarından biridir.

Jirondenlerin tasfiyesiyle başlayan bu süreç, Thermidor’la birlikte Jakobenlerin iktidarı kaybetmesiyle sona erdi. Wajda’nın filmi, işte bu sürecin en önemli iki uğrağı olan Gironde’un Montagnardlarca tasfiyesini ve Jakoben terörünün sonu ve restorasyonun zaferi anlamına gelen Thermidor’u görmezden geliyor. Gerçekte bu kesite   damgasını vuran sınıfsal dengeler ve devrim-karşı devrim zıtlığının filmde esamesi bile okunmuyor. Gironde’un yadsınması, Jakoben terörün önünü açan dinamiklerin ve bu yöntemin hangi devrimci ihtiyaçlara denk düştüğünü, kime karşı kullanıldığını filmden çıkarsamayı imkansız hale getiriyor. Aydın Giritli’nin sözünü ettiği ‘‘soyut bir hümanizm ve sınıflar üstü demokrasicilik’’* Wajda’nın Danton yorumunun köşe taşlarını oluşturuyor.

Thermidor’un işlenmemesi ise, Jakobenlerin tasfiyesinin ardından zamanında Danton hizbi başarısız olsaydı gerçekleşecekleri öğrenemememize yol açıyor. Thermidor’un ardından ‘‘genel oy yerine mülkiyet kıstasına bağlı oy hakkına dönüldü, devrimci komiteler, devrim mahkemeleri feshedildi, kulüp ve dernekler kapatıldı, kilise canlandırıldı. Burjuvazi kimse tarafından -hele iktidar tarafından kesinlikle- tehdit edilmeyen bir düzen kurmaya girişti. Gerektiğinde terörü bu kez, devrimci hümanizma için değil, eskimeye çoktan başlayan iktidarını korumak için kullanmaktan kaçınmadı…’’**

Danton filmde hissettirildiği gibi sokaktaki halkın değil, terör döneminin sona erip, kilisenin canlanıp işine bakmak isteyen ticaret burjuvazisinin tutucu sesidir. Jakobenler ise, devrimin ortaya çıkardığı ideallerin yüceltilmesi uğruna, devrime çıkarlarıyla damgasını vuran sınıfı bile karşılarına alabilecek kadar devrimci oldukları için değerlidirler ve bu nedenle tasfiye edilmişlerdir. Bu büyük idealleri taşıyan bir devrimci hareketin, başta büyük bir halk kitlesini harekete geçirmek zorunda kalan, fakat iktidarı aldıktan sonra hızla tutuculaşan bir sınıfa bağlı olması ise maddi açıdan zorunlu olsa da büyük bir talihsizliktir. Jakobenlerin talihsizliği, bugünün devrimcilerinin şansıdır. Bugün devrimciler olarak tarihsel çıkarlarını savunduğumuz sınıfın, gericilikle kavga etmekten başka yolu yoktur.

* Aydın Giritli, Fransız Devrimi: Bir Mirasın İzinde, Gelenek, sayı: 6, Nisan 1987

**ayg.

 

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz2013

Bunu paylaş: