Devrim Günü Bütün Sınıflar Bir Arabaya Binse…*
1791 yılının 20 ve 21 Haziran’ı birbirine bağlayan gecesi öylesine önemli bir geceydi ki, Shakespeare’in dediği gibi hayat bir sahne, insanlar da oyuncular olsaydı, izleyenler her kimse hepsi nefesini tutardı. O gece Kral 16. Lui ve karısı Marie Antoinette, Fransız Devrimi’nin kurucu meclisi tarafından ev hapsine alındıkları Tuileries sarayından kaçtılar. Amaçları karşı devrimcilerin kalesi Montmédy’ye ulaşmak ve Avusturyalı Marie Antoinette’in akrabalık bağları sayesinde yurt dışından alacakları destekle tekrar monarşiyi kurmaktı.
Başaramadılar. Varennes kasabasında yakalandılar ve onlar kellelerini kaybetti, insanlık ise büyük bir zafer kazandı.
Tarihsel olaylar ve kişiler hakkında “ya şöyle olsaydı?” sorusunu sormak tehlikelidir çünkü ispatlanması imkânsız spekülasyonlara kapı açar. Dolayısıyla “16. Lui kaçabilseydi devrim ezilir miydi?” yanlış bir sorudur. Diğer yandan, şöyle bir soru pekâlâ sorulabilir: “Ya 16. Lui’yi taşıyan arabanın peşinden bir araba daha yola çıksa, bu arabada dönemin tüm toplumsal sınıfları ve ideolojik yönelimlerini temsil eden kişiler bulunsa, bu kişiler bir yandan yaşanmakta olan tarihsel olaya adım adım tanıklık edip, diğer yandan da konusu olaylarla sınırlı olmaksızın sohbet etseler, acaba hangi fikirleri savunur, hangi kaygıları dile getirirlerdi?”
Büyük İtalyan yönetmen Ettore Scola’nın 1982 yılında çektiği Varennes Gecesi bu soruyu soruyor.
Kralın kaçtığı gecenin sabahı aynı yöne hareket eden bir yolcu arabasında, artık yaşlanmış ve gut hastalığından muzdarip soylu zampara Kazanova; önce Amerikan, ardından Fransız devriminin en önemli düşünce insanlarından biri olan Thomas Paine; Paine’in son kitabı Akıl Çağı’nı basıp parasızlıktan kurtulmaya çalışan yayıncı ve marjinal yazar Nicolas-Edme Rétif; kuaförü ve zenci hizmetçisi ile birlikte, kimliğini gizleyerek yolculuk eden kraliçenin nedimesi bir kontes; İtalyan bir soprano ile karısını bırakıp onunla kaçmış yaşlı bir yargıç ve parasız olduğu için arabanın çatısında yolculuk eden genç bir jakoben buluşur. Sahnenin kurulmasının ardından film, karakterler arasındaki ilişkiler üzerinden ilerler. Yolcular sürekli sohbet halindedir ve fikirlerinden kelime seçimlerine her şey mensup oldukları sınıfın düşüncelerini yansıtır. Karakterlerin bu denli önemli olduğu bir senaryoda oyunculuk da kaçınılmaz olarak öne çıkar ve bilhassa kart zampara Kazanova rolündeki Marcello Mastorianni ile ajitatör Thomas Paine rolünde Harvey Keitel’in karşılıklı oyunculuk dersi olabilecek derecede başarılı performanslarına tanık oluruz.
Varennes’e vardıklarında ise kurgu ile gerçek birleşir. Kral ve Kraliçe tutuklanmış, halk ise tutuklu oldukları hanı kuşatmıştır. Yüzyıllardır ezilen insanlar bir kez daha monarşi istememektedir ve roller değişir. O ana kadar arabanın çatısında yolculuk etmiş ve ağzını her açtığında düşünceleri hor görülmüş genç Jakoben, elinde Halkın Dostu gazetesiyle arabanın üzerine çıkar ve Marat’nın başyazısını okur. Halk hep bir ağızdan “Paris’e” diye slogan atmaya başladığında komplo bitmiş, monarşinin umutları tükenmiş, efendisine karşı devrimci ordusunu teftiş ederken giyeceği türen kıyafetini getirmekte olan kontesin elinde, önünde reverans yapabileceği bir elbiseden başka bir şey kalmamıştır.
Varennes Gecesi sadece muhteşem oyunculuk ve senaryosuyla öne çıkmıyor; aynı zamanda Hollywood’un idealist tarihsel film kalıplarından uzaklığıyla, tarihsel olayların nasıl sinemaya aktarılabileceğine dair çok değerli bir örnek teşkil ediyor.