Medya Yangını*
Hani bazen onca söz yazarsınız okuyan olur, anlayan da olur ve siz de kendinizi hafiflemiş hissedersiniz ya… Hani bazen de kendinizi yazdıklarınızı anlayan birilerinin olmasına rağmen ağır bir havanın içinde bulur da gözün gözü görmediğini görse de kaçırdığınızı anlarsınız ya… İşte aradaki dönem zor, işin içinden çıkılmayacak kadar karışık gelir ya… O dönemden geçiyorduk tüm yazarlar olarak. Sadece yazar diyerek genelleme yapsam da bu durumun gazeteciler üzerinde olan bitmeyen baskının sonucu olduğunu söylemek mümkün.
Kalemini kıran ancak satmayanlar sayesinde sağlam bir omurgası olduğunu düşünüyordum bu mesleğin. O yüzdendi çalıştığım iş yeri de dâhil bir yerde tutunamayışım ve boş bir an bulur bulmaz hiçbir şeyi sansürlemeden, kimseyi kandırmadan ve kimseye iftira atmadan yazışlarım. Konuşurken sürekli yutkunuyordum bu yüzden boğazlarım yanıyordu ama yazarken de yazdığım cümleler eğer birilerinin hoşuna gitmiyorsa tamamen yakıyorlardı canımı. Sadece benim de değil, sevdiklerimin de. Bir insanın en yumuşak karnının sevdikleri olduğunu keşfettiklerinden beri ki burada normal insanlardan bahsediyorum, onlarla vuruyorlardı insanı. Sustuğunda boğazına bakan kıymık gibi on binlerce su götürmez gerçek konuştuğunda balık hafızalı toplumun unutmaya hazır olduğu su baloncuğuna benziyordu. Kafa patlatarak çalıştığın, emek verdiğin onca şey bir başkasının namlusunun ucundaydı. Benzetmeler yetersizdi, sıfatlar pekiştirmiyordu artık isimleri. Onlar da sıkılmış olmalıydı bunca unutkanlıktan ve göz göre göre yapılan onca hatadan, ihmalkârlıktan, haksızlıktan… Baş ağrısı gibiydi bazı insanlar. İnsanın kafasının bir yerine çörekleniyordu sinsice, uyutmuyordu da nice ağrı kesici yerine geçen onca motivasyonun yerine. Gazeteci olmanın onurunu, verilen onca basın şehidini unutan bir çoğunluk vardı artık medyada. Solcuyken birden bire cemaate ve sağ iktidara övgüler düzenler mi istersiniz? Atatürk’e diktatör deyip bazılarına “asrın lideri” diyebilen kalemini kim bilir neye satan insanlar vardı bu sektörde. Ama siz bunların hiç birini halka anlatamazdınız, denediğinizde bir dinlerlerdi iki söverlerdi üç yanında olduğunuzu birkaç yerde duyururlardı ama sonra… Unuturlardı. Balıkları suçlamak anlamsızdı, unutanlar duygusallıktan tamamen uzak gözleri rant, para ve mevkii bürümüş insan kılıklılardı. O kılık ki herkes saygı duyardı onlara. Sarı basın kartının tek elden çıktığını önemsemezdi böyleleri, “kart var mıydı yok muydu sonuç neydi? Tamam vardı. O halde derdiniz neydi, arkadaş?” sorusu vardı kaba dillerinde. Medya, dördüncü kuvvetti. Ama eskiden! Şimdilerde en büyük güçsüzlüğümüzdü. Birilerine telefonlar açılıyor, haberler engelleniyordu. İşte böyle “basit” bir durumdu.
Ben… Bakmayın ben ne gazeteciyim ne de yazarım. Kendi halimde(!) sıradan bir vatandaşım ve galiba tek sorunum çok duyarlı olmak. Sorun evet, duyarlı olmak sorun. Çözüm olamıyor artık hiçbir yaraya. Çözüm olan tek şey, geçerli olan her şey gibi birilerinin adamı olmak… Birilerinin değil de tek başına da adam olabileceğimizi anladığımızda özgürleşecek belki de medya. Köleleştirip, maaşını vermeyen, sigortasını erteleyen, stajyerini kullanabileceği eleman olarak gören anlayışın önce kendi içinde değişmesi lazım ki biz medya mezunları sektörümüzde çalışırken rahat olup; cümlelerimizi de yazabilelim olanca ışığıyla.