Modernite ve Postmodernite Arasında Gezinti: Munch – Warhol*
Modern resimde içerik-biçim ayrımını ortadan kaldıran akım olarak nitelendirilebilecek dışavurumculuğun en büyük temsilcilerinden Norveçli Edvard Munch’un, doğumunun 150. yılı dolayısıyla dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleşen etkinlikler kapsamında ülkemizde sıra dışı bir koleksiyon sergileniyor. Ankara’da CerModern’in ev sahipliğini yaptığı, 6 Kasımda açılan sergide, modernizmin yaratıcısına, postmodernizmin simge ismi Andy Warhol’un yapıtları eşlik ediyor.
Bir yanda, İskandinav sinemasının modern yapıtlarından alıştığımız insan psikolojisini, melankoliyi ve varoluş-hiçlik ikilemini besleyerek öncülemiş, dışavurumculuk dışında “ekspresyonizmi” karşılayan bir diğer sözcük olan ifadeciliği geniş bir repertuarda benzersiz öznelerle işlemiş bir yaratıcı, diğer yanda ün ve paranın ardından gittiğini gizlemeyen, seri üretimler ve objelerle kurulu işlerini “sanat”laştırarak, yüksek sanatın biricikliğine hücum eden bir üretici/tüketici… İlk bakışta tuhaf görünebilecek “Munch Warhol” sergisi, Norveçli yaratıcının Çığlık, Madonna, Eva Mudocci(Broş) ve İskelet Kol adlı dört ünlü yapıtını, Warhol’un bu dört resmi özgürce ve kendince güncellediği “Munch’ten Sonra” adlı serisiyle bir araya getirerek, yalnızca iki farklı sanatçıyı değil yakın çağın iki kutbunu da birbirlerine en çok yaklaştıkları noktada izleyiciyle buluşturuyor.
Sanat tarihi boyunca kendi dönemlerinden önceki sanatçıların yapıtlarının reprodüksiyonu yapan hatta kendi imzalarını baskınlaştıracak şekilde esinlenme doğrultusunda özgün yapıtlar üreten sayısız yaratıcı var. Modern dönemde ilk akla gelenin Dali’nin Millet yorumlaması olan bu yaklaşımda, Andy Warhol gibi kopya,
çoğaltım, seri üretim mottolu postmodern bir sanatçının neden Munch’un eserlerini ele aldığı önemli bir soru. Munch, dönemindeki birçok yaratıcıdan farklı olarak, çeşitli baskı teknikleriyle eserlerini çoğaltma yolunu seçmiş bir ressam. Heykel sanatında Rodin’de karşılığını gördüğümüz bu üretim şeklinin, bugün hiç kuşkusuz sanat eserlerinin internet sayesinde dijital kopyalarının erişim kolaylığı düşünüldüğünde bir başlangıç olduğu söylenebilir. Munch bunu yaparken elbette halkın eserlere erişiminden öncelikli bir motivasyona sahipti, para kazanmak. Munch’un ticari aklına dair bilgilerin sunulduğu sergide böylelikle Norveçli sanatçının yapıtlarının niçin sayısız ve farklı özgün kopyalara sahip olduğunu, en çok çalınan yapıt olmakla ünlü Çığlık’ın ise bunca hırsızlık olayına karşın neden halen orijinal haliyle sergilenebildiğini açıklanmış oluyor. Bu çoğaltma ve yineleme tercihinin günümüzde halkın eserlerle etkileşim yaşayabilmesi nezdinde işe yaradığını belirtmeliyiz.
Warhol’un kendi fikrinin tarihsel köklerine indiğinde muhtemelen karşısına çıkan Munch’un dört büyük yapıtını güncelleyip yeniden üretirken en büyük imzasını Munch’un oto portre çalışması olan İskelet Kol’a ve Munch’un varoluşçu felsefeyi en yalın, saf ve somut haliyle betimlediği Madonna’ya attığını belirtmeliyiz. Öyle ki, Broş ve Çığlık’ın aynı Warhol tarafından yorumlanışlarına bakıldığında İskelet Kol ve Madonna’da Warhol’un bambaşka bir boyuta vararak üreticiden çok yaratıcı noktasına vardığı söylenebilir. Sergide eksik olarak dikkati çekenler belki de Warhol’un çizgisiyle ilintilendirilebilir. CerModern’in “bağımsız ve serinkanlı” olarak nitelediği Warhol, postmodernizm ve pop art gibi iki dev kavramın plastik sanatlardaki en büyük karşılığı ve bizce bilgi panolarında sanatçıyla ilgili daha fazla bilgi verilmeliydi. Öte yandan serginin odak noktasında Munch’un olduğu dikkate alınırsa bu yönelimde şaşırtıcı bir durum yok. Yine de modernizm-postmodernizm karşıtlığının altının biraz daha çizilmesi bu özgün serginin altını daha da doldurabilirdi.
Munch ve Warhol’u aslında çok daha fazlasıyla birlikte Ankara’ya taşıyan bu şaşırtıcı sergi 5 Ocak 2014’e kadar CerModern’de ziyaret edilebilir. Ayrıca sergiyle paralel olarak CerModern’de 10 Aralıktan itibaren her gün gösterimi yapılacak olan Dheeraj Akolkar’yın yönettiği “Bırak Çığlık Duyulsun” belgeseli ile 21–22 Aralık hafta sonunda gerçekleşecek sahneleme dikkat çekici. Daha önce bir başka çarpıcı sanatçı Camile Claudel’in yaşamını sahneleyen İzmirli topluluk Tiyatro Nienor’dan Ebru Sağay’ın, “Andyoloji: Bir Warhol Meselesi” adlı çalışması kaçırılmamalı.
*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2013