Önyargı ve İlaç Pazarına Karşı “Sınırsızlar Kulübü”*
AIDS’in dünyada büyük ölçüde bir eşcinsel hastalığı olarak algılandığı 1980’lerde yaşanan gerçek bir hikayeye dayanan ve en iyi erkek oyuncu ile en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında Oscar kazanan “Sınırsızlar Kulübü” (Dallas Buyers Club), ülkemizde gösterimde. Filmin yönetmenlik koltuğunda, son dönemde çıkarttığı yönetmenlerle Kanada sinemasına canlılık kazandıran Quebec bölgesinden Jean-Marc Vallee oturuyor. Yönetmenliğe kısa metraj ve televizyon çalışmalarıyla başlayan Vallee, 2005’te yazıp-yönettiği ve ülkemizde de büyük beğeni toplayan Çılgın (C.R.A.Z.Y.) filminden bu yana sadece uzun metraj filmler ortaya koyan bir sanatçı. “Çılgın”da, bir çiftin, özellikle de babanın, beş oğluyla yaşadıklarını anlatan, ağırlıklı olarak eşcinsel karakterin, baba ve diğer kardeşlerle iletişimi ve etkileşimine odaklanan yönetmen, güçlü film müziği tercihleriyle sosyal mesajı ön planda bir aile filmine eşine az rastlanacak bir ritim ve mizah katmıştı. Yönetmenin, şimdilik, ikinci büyük yapıtı olan “Sınırsızlar Kulübü”nde ise bunun tam tersi geçerli.
Bir binicinin yabani bir at veya öküzün üzerinde durabilmesine dayanan ve ABD’de “kovboy” kültürünün son temsili olarak da anılabilecek rodeo ile haşır neşir olup aynı zamanda elektrik tesislerinde çalışan Ron Woodroof, aşağıladığı eşcinsellere özgü bir hastalık olarak gördüğü AIDS’e yol açan HIV virüsüne yakalanıp otuz gün ömrü kaldığını öğrenince alt üst olur. Hastalığını kabullenip yaşam savaşı vermeyi tercih ettiğinde ise devletin onay verdiği tek ilacın kendisini tedavi etmediğini ve diğer ülkelerde yasal olan kimi ilaçların daha güçlü sonuçlar verdiğini öğrenerek Meksika’dan bu ilaçlarını edinmeye başlar. Kendisi gibi HIV virüsü taşıyan eşcinsel Rayon ile birlikte bu yasak ilaçları ABD’de satmaya başlayan ve bu süreçte kimi doktorlardan da destek bulan Ron, kısa sürede hastaların kapısını çaldığı bir pazar oluşturarak devlet yetkililerinin tepkisini çeker ve hukuki süreç başlar.
Film, ABD’nin sağlık sistemine karşı eleştirel bir söylem içeriyor. Elbette Micheal Moore‘un 2007 yapımı belgeseli “Hasta” kadar radikal bir eleştiriden söz edilemez ancak ilaç şirketlerinin insan sağlığını hiçe sayacak kadar yıkıcı bir güçle sistemi ele geçirmeleri, Obama döneminde sağlık düzenlemeleriyle ilgili tartışmalarının da güncelliği düşünüldüğünde önem taşıyor. Bunun yanısıra film, Ron karakterinin stereotipleşmiş şekilde faşizan ve homofobik bir taşralı oluşu üzerinden başta AIDS’e yönelik yanlış algılar olmak üzere bir bütün olarak cinsel kimliklere karşı etkileşim amaçlıyor. Bu noktada Rayon karakterinin klişeleşmiş bir eşcinsel sürümü olarak Ron’un karşısında yer alması filmin ana çatışmasını ve önermesini çevreliyor.
Tüm bu iyi niyetine karşın filmde içerik-biçim uyumu sorunu var. Ron ve Rayon’un gerçek savaşımlarını filme alarak izleyicide belli bir aydınlanmayı hedefleyen içerik, filmin genel dokusunda ritim düşüklüğü ve bir türlü zirve noktasına varamayan senaryo yapısı yüzünden karşılığını bulmakta zorlanıyor. Yönetmen, “Çılgın”ın aksine durağan ve toplumsal gerçekçiliğe çalan bir kamera-ışık kullanımıyla beraber bu durumla örtüşen dingin bir müzik tercih etmiş. Fakat oyuncu yönetiminde, filmi destansı hale getirmeye yarayacak, büyük oyunculuklar göze çarpıyor. Aşırı boyutta stereotipleşmiş, gerçekçilikten uzak ve sahne sanatlarına varacak ölçüde yüksek oyunculuk, belli ki izleyicinin filme bağlanacağı ve beraberinde dönüşüm geçireceği sinemasal dayanak olarak seçilmiş. Ancak filmin ana akım için yavaş kaçan sinematografisi içinde bu oyunculuklar zayıf bir mizansene dönüşüyor. “Sınırsızlar Kulübü”nün bu anlamda altından kalkamadığı içeriğin, yirmi yıl önce “Philadelphia” filminde başarıldığını belirtmek gerek. Filmin, metod oyunculukla yoğrulmuş başrol oyuncuları Matthew McConaughey ve Jared Leto‘nun Oscar kazanmaları karşısında yönetmen Vallee’nin en iyi yönetmen dalında aday dahi gösterilmemesi, Akademinin sinema oyunculuğunu filmin dokusundan bağımsız yorumladığını kanıtlıyor.