Senaryosuzluğun Çoraklaştırdığı Hobbit*
Peter Jackson‘un, aralarında Guillermo Del Toro’un da yer aldığı kalabalık bir yazar grubuyla birlikte senaryosunu yazdığı ve yönettiği, Tolkien‘in “Hobbit” adlı kitabından toplam dokuz saatlik bir üçlemeye dönüşen serinin ikinci bölümü “Smaug’un Çorak Toprakları”, geçtiğimiz ay gösterime girdi. Tolkien’in feodalite yanlısı, sanayi devrimi ve modernite karşıtı Orta Dünya evrenine dair on yıl aradan sonra gerçekleşen bu ikinci üçleme, tıpkı “Yüzüklerin Efendisi” gibi özel efektleri, makyaj ve yapım tasarımlarıyla öne çıkıyor. Buna rağmen bekleneni karşılayamayan seri, senaryoyu son yıllarda ısrarla görsel gücün arkasına iten egemen sinema algısının iflası olarak nitelendirilebilecek heybetli bir hezimet.
Başkentleri Erabor’un, ejderha Smaug tarafından ele geçirilmesiyle birlikte yurtsuz kalan Cücelerin, tahtın varisi Thorin önderliğinde, büyücü Gandalf ve Hobbit ırkından Bilbo Baggins’in de yardımıyla ülkelerini kurtarma mücadelesinin anlatıldığı üçlemenin ikinci bölümünde, Sisli Dağları aşan ekibin, Mirkwood ormanını geçişi ve Erabor’a ulaşıp Smaug’la karşılaşmalarını seyrediyoruz. Klasik öykülemenin gerektirdiği şekilde tek bir zirve noktasına sahip “Hobbit”in, üçe bölünüp, senaryo ekibinin her bir bölüm için yeni girişler, gelişmeler ve sonuçlar yaratma çabasıyla filmleştirilmesi, yapıtta onarılamaz gedikler açıyor. Karakterleri izleyiciye tanıtmak, motivasyonlarını aktararak etkileşim sağlamak ve beraberinde özdeşleşmeye varmak için filmlik zaman açısından uzun saatlere sahip senaristlerin, ana akım için olmazsa olmaz bir temelin altından kalkamamaları yedinci sanatın geleceği açısından ürkütücü. “Yüzüklerin Efendisi”nde izleyici tarafından benimsenen ancak “Hobbit”te yer almayan karakterlerin uyarlamaya eklenmeleri, aynı müziklerin kullanımı ve elbette kesmeye dayalı yüksek kurgu ritmi, izleyicide “Yüzüklerin Efendisi’ni izliyormuş” hissi yaratmak için tekrar edilen yöntemler. Fakat karakter inşasının zayıflığı buna engel oluyor. Cücelerin onyıllardır beklediği kurtarıcı olan Thorin’in silikliğini, ilk filmi de sayacak olursak, beşinci saatte farkeden senaryo ekibi, karakterin o ana kadarki tercih ve kararlarıyla örtüşmeyecek bir tirad atmasına izin veriyor. Kimliğini ve planını o ana kadar sır gibi saklayan Thorin’in, bir anda ülkemizin vasat siyasilerinin seçim nutuklarını andıran bir konuşmaya girişmesi, epik müzikle desteklenmesine rağmen izleyicide arzu edilen karşılığı bulamıyor. Eleştiri adına ele alınabilecek bir temaya, önermeye hatta senaryoya, ama en kötüsü de manaya bile sahip olmayan serinin, bir an önce sonlanması ve Peter Jackson’un, yaklaşık bin sayfalık Orta Dünya yapıtı “Silmarillion”u uyarlamamasını dilemekten başka şansımız kalmıyor.
Önemli kalemlerin bir araya gelip, romandan uyarladıkları senaryo nasıl bu kadar zayıf oluyor? “Hollywood’da konu tükendi” yanıtı, klişe olmasının yanı sıra yetersiz. Ülkemiz dahil olmak üzere, kısa veya uzun metraj film yarışmalarında yükselen küresel eğilimin, görüntü kalitesi öncelikli oluşu ve senaryo ne kadar vasat olursa olsun çekim, efekt ve oyuncu kalitesi üzerinden ilerleyen beğeniler, tükenen konvansiyonel sinemaya can simidi oluyor. Bu durum, zaten izleyiciyi kestirme yoldan duygulanımlara sürüklemekten başka bir gayesi olmayan Hollywood’un, senaryo derinliğinden tümüyle uzaklaşması anlamına geliyor. Sinema dergisi Arka Pencere’deki söyleşide, Haneke‘nin görüntü yönetmeni Christian Berger‘in, “Güzel ama hikayeye, karaktere hizmeti nedir, meçhul!” sözleri, sinemanın görüntü cephesinde de senaryoyu öteleyen algıya karşı seslerin yükselmeye başladığını kanıtladığı kadar, yedinci sanatı kuşatan ve önüne geçilemeyen içeriksizliğinin de vardığı noktayı gözler önüne seren önemli bir çıkış.