Telmih*
Camına vuran yağmurun sesine uyandı.
Yatağı duvarın dibindeydi ve sanki yağmur duvarın arasından süzülüyordu. Saat gecenin en sessiz vakti… Yağmur haylaz bir sokak çocuğu gibi camına vuruyordu “hadi dışarıya gel” diye.
Gözlerini açtı, gece lambası odasını maviye boyamıştı. Hep bir mavi içinde yaşamayı düşünmüştü ve işte bu o nadir yaşayabildiği anlardan bir tanesiydi. Turuncu polar battaniyesini yavaşça üzerinden attı, ağır ağır doğruldu yatağından. Boğazında bir susuzluk vardı. Hemen yatağın üzerindeki bardağa uzandı ve bir yudum su içti. Geçmemişti. Uykusuzluktan olacak… Terliklerini yorgun ayaklarına geçirdi ve pencereye doğru yürümeye başladı. Perdesini açtı. Şimşekler çakıyordu denizin üzerinde, sonra kocaman bir gök gürültüsü. Korkuyordu… “Yalnızsın” dedi kendine. “yapayalnız”. Ama sonra geçti. Oldum olası sevmezdi böyle melankolik halleri. Tüm bir melankolik halin içinde boğuldu anlarında bile… Pencereyi açtı. Gerçi açmasa da fark etmezdi çünkü tahta çerçeveli penceresi her daim su geçirirdi ve soğuk… Yine üşüdüğü bir gündüz vakti kilerden pencere bandını bulduğunu hatırladı. “Belki lazım olur” diye alışveriş yaptığı çok olurdu. Bu bandı da öyle almıştı. Ve kilere koymuştu, pencere bandını kilere koymuştu! Orada sebzelerinin olması gerekirdi ama pencere bandı, hiç kullanmadığı alet çantası, biliyordu bir gün mutlaka işe yarayacaktı, boy boy seyahat çantaları, koli koli görmek istemediği ama bir türlü atamadığı eski eşyaları vardı bazen kızıp da oraya gömdüğü kullandığı eşyaları da olmuştu. Bandı alıp kilerin kapısını kilitledi ve anahtarı da üzerinde bıraktı. Sonra salondan başlayarak evin tüm pencerelerine bant çekti. Çünkü bu işi yapacak başka kimse yoktu. Bantlar şimdi eskimişti yenilemesi gerekiyordu. Mutfağa doğru yürüdü bir sandalye ve bir fincan çay aldı. Tam da ondan beklenilecek şekilde fincanı sandalyenin üzerine koydu. Sonra onları balkona çıkardı güzelce yerleştirdi. Yağmur balkonuna davetsiz bir misafir gibi girmişti. Sonra odasına dönü bir hırka aldı ve bir kitap. Sonra balkona çıktı sandalyesine oturdu derin bir nefes aldı. Hırkasını sırtına aldı ve kitabını okumaya başladı. Sonra bir kağıt buldu içinde “Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır /Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım/ Bu gece dağ başları kadar yalnızım” diyordu şair şiirinin ilk kıtasında. “muhtemelen” dedi “yine böyle bir zamanda koydum bunu kitabın arasına.” Sonra etrafı izlemeye başladı. Yıldızları, şimşeğin muhteşem ışık danslarını, yağmurun bir an evvel toprağa kavuşabilmek için sergilediği aceleci tavrını, gök gürültüsünün kızgın sesini… kuşların umursamaz kanat çırpışlarını. Belki o sırada yuvalarına koşturan karıncalar vardı. Etrafını tekrar izledi ve sonra gülümsedi. Yalnız değildi, hiçbir zaman olmamıştı ve olmayacaktı…