Wolverine: Otorite karşıtı anti-kahramandan, kutsal miras için kavga eden kahramana!*
Yeni ve orijinal fikirlerle film üretme kabiliyetini uzun süre önce yitiren Hollywood sinemasının, yeniden çevrim ve uyarlamalarla ayakta kaldığı herkesin malumu. Özellikle uyarlama söz konusu olduğunda, büyük bir külliyata sahip olan çizgi roman dünyası artık yapımcıların en önemli hammaddesi haline geldi. Çizgi roman, konu bolluğunun yanı sıra yapımcılara bol miktarda sadık takipçi de vaat ediyor. Dünyanın farklı yerlerinden insanların yıllardır severek okudukları çizgi romanların beyaz perdeye uyarlanmaları karşısında kayıtsız kalmamaları elbette anlaşılır bir durum. Öte yandan, aynı anlayışı çizgi roman hayranlarını çantada keklik olarak gören ve aynı çizgi roman karakterini defalarca kez yeniden ambalajlayarak metalaştıran yapımcılara da göstermemizi kimse beklememeli. Büyük bütçeli yapımlarla estetik değerini olmasa da biçimsel başarısının makul düzeyini ve böylece sadık çizgi roman takipçilerini salonlara doldurmayı garantileyen yapımcılar, son zamanlarda 3D teknolojisini kullanarak, sırf 3 boyutlu film izlemek için sinemaya giden bir kitleyi de hedeflemiş oluyorlar. Bu yazıda bahsettiğimiz çerçevede üretilmiş vizyona giren Bilim kurgu türündeki son çizgi roman uyarlaması The Wolverine filmini ele alacağız.
Tür sinemasıyla ilgilenen hemen herkes Hollywood Bilim kurgusu sinemasının politik yanının hayli güçlü olduğunu bilir. Bilim kurguda resmedilen dünya, gerçekleşebilecek bir olasılık olarak izleyiciye sunularak, öyle veya böyle içinde yaşadığımız toplumsal ve tarihsel bağlamda, bir konumlanışa sürükler. Hollywood sinemasında klişe haline gelen, teknolojik gelişmelerden duyulan kaygıya denk düşen muhafazakar eğilimli filmlerin yanı sıra, teknolojinin iktidar aygıtının elinde insanlığı yok edebilecek bir silaha dönüşme olasılığına işaret eden, görece ilerici konumda filmlere rastlamak da mümkündür. Bu tür eğilimlere sahip filmler, yönetmenin ideolojik tercihlerinin yanı sıra, üretildiği tarihsel/toplumsal bağlama damgasını vuran politik atmosfer tarafından da etkilenilerek ortaya çıkar. Çizgi roman’da da bu eğilimlerin her ikisine de rastlanabilir. Örneğin, Soğuk Savaş döneminin ultra milliyetçi çizgi roman süper kahramanı Kaptan Amerika daha çok bahsedilen birinci ideolojik eğilime denk düşmektedir.
Wolverine ne yana düşer?
Son sinema uyarlamasına değinmeden önce Wolverine karakterinin ortaya çıkış ve gelişmesine kısaca değinmek yararlı olacaktır. Wolverine, ilk olarak 1974’te The Incredible Hulk adlı çizgi roman serisinin 180. Sayısının sonunda bir yan karakter olarak ortaya çıkar. Bir süre Kanada casusu olarak Marvel çizgi romanlarının çeşitli serilerinde yan karakter olarak varlığını sürdürmesinin ardından, evrim temalı bir çizgi roman bilim kurgu serisi olan X-Men’de kendisine yer bulur. 1975’te artık istenilen düzeyde tüketilmeyen bu seri, henüz tarihsel geçmişi, hatta bazı karakteristik özellikleri dahi derinlemesine düşünülmemiş olan bu karakterin devreye girmesiyle tekrar ilgi görmeye başlar. Henüz sansargillerden evrilip evrilmediği tartışmalı olan Wolverine, X-Men’e içkin hale geldikçe, bu serinin temasına uygun olarak bir üst-evrim ürünü karakter olarak biçimlenir ve kendi kişisel geçmişi yaratılır. Wolverine 19. yy’da Kanada’da doğmuş, çocuklukta yaşadığı bir travmayla mutant özelliklerini ilk kez dışa vurduktan sonra, orduya katılır ve Amerikan iç savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı gibi nice savaşa katılır. İyileşme özelliği sayesinde ve Weapon-X projesine alındıktan sonra tüm iskeletinin Adamantium elementiyle kaplanmasıyla birlikte yenilmez hale gelir. Ayrıca yaşlanmadığı için bir anlamda ölümsüzdür. Paralı asker olarak kariyeri, otoriteyle arası iyi olmadığı için ve ‘‘iyi’’ bir adam olduğu için çok uzun sürmez. Bir süre sonra X-Men’e katılır.
X-Men serisi, mutasyona uğrayarak sıra dışı özellikler kazanan ‘‘mutantların’’, sıradan toplumla aralarındaki çelişkiyi merkeze almaktadır. Hem evrim fikrini olağanüstü güçlerle özdeşleştirerek meşrulaştırmasıyla, hem de dönemin Amerikan toplumundaki muhafazakar toplumsal dokunun dışladığı eşcinsellik gibi ‘‘sıradan’’ olmayan kesimlere metaforik bir gönderme içermesiyle, özellikle Marvel’ın diğer çizgi roman serileriyle kıyaslandığında görece ilerici bir konumlanışa sahiptir. Wolverine de kariyerine Kanada ajanı olarak başlasa da, 70’lerin ortalarının Vietnam savaşı karşıtı ruhu göz önünde bulundurularak, otoriteye boyun eğmeyen bir anti-kahraman olarak resmedilmiştir. Elbette bu durum Marvel’ın solculuğundan değil, bu kurnaz çizgi roman tekelinin her ‘başarılı’ girişimci gibi zamanın ruhuna uygun bir popülizmle, ona uygun bir karakteri metalaştırmasından kaynaklanmaktadır. Zaten daha sonra Marvel, Wolverine’i CIA için de çalıştırır, Kaptan Amerika’yla omuz omuza da resmeder.
Beyaz perdede Wolverine
Piyasanın talebini ve zamanın ruhunu doğru okuma konusunda Hollywood yapımcılarının da, çizgi roman tekellerinden aşağı kalır yanı yoktur. X-Men’in 2000 yılındaki ilk beyaz perde uyarlamasında Wolverine öne çıkartılmıştır. Yapımcıların öngörüsü tutmuş ve Hugh Jackman’ın canlandırdığı bu karakter, çizgi roman dünyasında yakaladığı ilginin bir benzerini üzerinde toplamayı başarmıştır. Daha sonraki iki devam filminde de durum değişmez.
2009’a geldiğimizde yapımcılar, artık rüştünü ispatlayan X-Men karakterini tek başına uyarlamak için kolları sıvar ve X-Men Başlangıç: Wolverine adlı filmi yaparlar. Film, karakterin sonradan yaratılan kişisel tarihinin anlatıldığı çizgi roman serisinden uyarlanır. Bir sonraki X-Men uyarlaması olan X-Men: Birinci Sınıf (2011) adlı filmde bile konuya dahil olmadığı halde, Profesör X ve Magneto Amerikan hükümetine çalışmaları için genç mutantlarla temas kurmaya çabalarken, bir sahnede Wolverine izleyiciye birkaç saniyeliğine de olsa gösterilir. Bu kabak tadı veren ve bir tür soğuk savaş parodisine kaçan filmin yaşattığı hüsranın ardından, yapımcılar tekrar sektörün kahramanı, anti-kahraman Wolverine’e dönerler ve 2013 yapımı Wolverine karşımıza çıkar. Zaten filmin konu akışının, X-Men serisinin 3.filmi olan X-Men: Son Direniş’in (2006) devamı olması da bu kanıyı güçlendirmekte.
Anti-kahramandan, kahramana doğru
Film, Logan’ın (Wolverine) 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Nagazaki’ye ABD ordusu tarafından atom bombası atılmasıyla başlar. O sırada bölgede bir Japon birliğinde esir durumunda olan Logan, bir Japon subayı tarafından bombalama başlayacağı sırada diğer esirlerle birlikte serbest bırakılır. Bu iyiliği karşılıksız bırakmayan kahramanımız, subayı esir tutulduğu kuyuya indirir ve saldırıdan sağ çıkmasını sağlar. Kendisiyse az önce bahsedildiği üzere zaten ölümsüz olduğu için bombanın yarattığı tahribattan hızlıca kurtulur. Günümüze geldiğimizdeyse Logan’ı saçı sakalı salmış ve Kanada’nın taşra bölgelerinden birinde toplumdan izole bir halde, X-Men 3’ün sonunda insanlığın kurtuluşu için kendi pençeleriyle öldürmek zorunda kaldığı biricik aşkı Jean’in kabuslarıyla boğuşurken görürüz. Ormandaki tek dostu olan ayının avcılar tarafından illegal şekilde öldürüldüğünü anlayınca intikamını almak için kasabaya indiğinde, Nagazaki’de kurtardığı Yaşida’nın evlatlığı Yukio ile karşılaşır. Yukio, Yaşida’nın ölüm döşeğinde olduğunu ve kendisine veda etmek istediğini söyleyerek Logan’ı Tokyo’ya davet eder. Güçlükle ikna olan Logan, Tokyo’ya geldiğinde eski dostunun ölümden kurtulmak için güçlerini kendisine aktarmasını istediğini öğrenir. Yaşida savaşın ardından hayatta kalınca büyük bir sermayedar olmuş, kurtarıcısı olan sıra dışı adamla kafayı bozmuş, ve tüm mali gücünü Logan gibi ölümsüz olabilmek için harcayarak yıllarını tüketmiştir. Yaşida bir mutant olan doktoru Viper ile birlikte, ancak Logan’ın güçlerini kendisine aktararak hayatta kalabileceği sonucuna ulaşmıştır. Logan’ın çok uzun bir yaşam sürerek hiçbir şey ve hiç kimseyle kalıcı bir bağ kuramadığını ve bunun yarattığı travmayı bilen Yaşida, buna rağmen Logan’ın ölümlü olma teklifini kabul etmemesinin ardından kısa süre sonra ölür. Vasiyetine göre tüm varlığını bıraktığı torunu Mariko, cenaze sırasında Japon mafyası Yakuza’nın saldırısına uğrar. Logan, Mariko’yu kurtarır ve birlikte Yakuzalar’dan kaçmaya başlarlar. Mariko’nun babası ise, yıllardır Yaşida’nın hayalperestçe serveti çarçur etmesine yardımcı olmuş, bunun mükafatı olarak ödüllendirilmek yerine, mirasın kızına kaldığını öğrenince, vasiyet okunmadan önce kızını öldürmeye karar vermiştir. Böylece Mariko’nun peşindeki Yakuza’nın babası ve nişanlısı tarafından üzerine salındığı anlaşılır. Logan’ın Yakuza’yla çarpıştığı sahnelerde iyileşme özelliğinin zayıfladığı görülür. Artık yaralandığında, yaraları hızlıca kapanmamakta, sıradan insanlar gibi kan kaybetmektedir. Kaçış esnasında aralarında duygusal bir bağın oluştuğu Mariko’ya bu koşullarda da yardım etmeyi sürdüren Wolverine, bu yaralı haliyle Yakuza’nın Mariko’yu ele geçirmesine engel olamaz. Film süresince Wolverine olmaktan çıkan Logan’ın, buna rağmen Mariko için Yakuza’yla çarpışmasına tanık oluruz. Süper kahramanın özelliklerini kaybetmesi durumu Hollywood sinemasında son zamanlarda özellikle farklı örneklerde sahnelenir olmuştur. Benzer bir durum Iron Man’in son uyarlamasında da görülmüştür. Filmin sonunda Logan, kendisine bir tür kalp operasyonu yaparak güçlerini geri kazanır ve sorunun kaynağı olan Viper’ı, aslında ölmemiş olan ve Adamantiumdan yaptırdığı samuray zırhı içinde gizlenen, Wolverine’in güçleriyle takıntılı büyükbabayı ve Mariko’nun mutant düşmanı, tam bir muhafazakar olarak resmedilen babasını öldürür. Bu yanıyla film, muhafazakarlığı simgesel olarak öldürse de, kapitalizmin kutsal miras hakkının gereğinin yerine getirilmesinde Logan’ın oynadığı rol oldukça hayatidir. Filmin sonunda Logan, artık vasiyet okunduğu için bir iş kadını olmuş olan Mariko’nun kalma önerisini ‘‘ben bir askerim. Çok uzun zamandır saklanıyordum’’ diyerek reddeder. Yukio’yla birlikte uçağa binerler ve kötülükle savaşmak için yola çıkar. Marvel çizgi romanlarından uyarlanan filmlerin artık klişesi haline gelen ve bir sonraki filmin ipucunu veren Jenerik sonundaki sahnede ise, 2 yıl sonra ABD’ye dönen Logan, havaalanında Xavier ve Magneto’yla karşılaşır ve mutant ırkını bekleyen büyük tehlike konusunda uyarılır.
Sonuç olarak, çizgi roman dünyasının sevilen anti-kahramanı, beyaz perdedeki uzunca serüveninin ardından toplumsal düzenin istikrarının sağlanması yönünde hizmette bulunarak ve kutsal miras hakkının gereğinin yerine getirilmesine yardımcı olarak kahramanlığa terfi etmiştir ve bir sonraki uyarlamanın da kritik karakteri olmaya devam edeceğinin de sinyalini vermiştir. Kısırlık ve bayağılıktan bir türlü kurtulamayan Hollywood sineması, her uyarlamada el attığı malzemeyi giderek daha fazla tarihsel bağlamından kopartacağa benziyor.