Yalnız Çaresizlik – Nur Gözde Yılmaz

Yalnız Çaresizlik* 

Kâğıt kesti parmağımı. Tam kendimi kaptırmış yazıyordum. İyi gidiyordu üstelik hikâyem. Bembeyaz kâğıda kanım damladı. Yazdığım cümleleri okudum. Sonra parmağımı sardım. Yazmaya devam ettim. Sonra aniden durdum. Yağmur başlamıştı. Yerimden kalktım, pencereyi kapadım, kalın perdeyi çektim. Yazmaya  devam  ettim. İki üç cümle daha kurdum. Sonra ruhum sıkıldı, perdeyi açtım, pencereyi araladım. Katran renkli gecede damlalar o kadar şeffaflardı ki. Bir sigara yaktım, kahvemi tazeledim. Sonra yazdığım defterimi kapadım, düşünmeye başladım. Ezbere düşlerimden uzak, ne düşündüğümü bilmeksizin kahvemden bir yudum aldım. Sağ elimin işaret parmağı fincana değdi, elektrik çarpmış gibi irkildim.

Yazmak, en büyük gücüm ve en kör zaafımdı. Diğer zaaflarımın beş duyu organından en az ikisini kullandığını düşünürsek; yazmayı bırakmak demek görmeyi bırakmak demekti. Yazdıkça, daha net görüyordum. Miyop, astigmat gibi görme kusurlarım yerini her şeyin açığa kavuştuğu, olduğum yeri bana gösteren, “kendi” bakışımla var olabildiğim bir yeri, içimi, hatırlatıyordu ve onun yanını. Onu düşündüm. Ne çok emek harcıyordu, ne çok efor sarf ediyordu. Bir hedefi, bir sürü hayali, aklıyla mantığıyla hareket ettiği gelecek programına ulaşmak için attığı adımları vardı. Birbirimize çok benziyorduk. Sadece ben konuşamıyordum, O ise yazamıyordu. Fincanı bıraktım, pencereden aşağıya baktım. Belediyenin budamış olduğu(!) ağaç dalları, çöpün içindeydi. Canım sıkıldı ansızın. Adımlamak istediğimi fark ettim. Bir gelecek kurmak boş lafla olmuyordu. Test kitabıma uzandım. İki üç test sorusunu bile zorla çözdüm. Önümdeki günlük gazeteyi aldım. Sevdiğim köşe yazarlarını okudum, magazin  ekine  uzandım.  Onu  da  bitirdim.  Yazmak   için  kalemime  ve defterime uzandım. Kan lekesi sayfanın orta yerinde, “yazı orada bitmiştir” demek istercesine duruyordu.

Anladım, bu gece yazamayacaktım. Özgürlüğü yanlış anlayan, demokrasiyi kendine göre yorumlayan, “aşırı yorum, metinden uzaklaştırır” diyen Suzan Sontag’ı tanımayan-tanımaktan son derece uzak- kendine mesafeli- her şeye göreceli aslında nesnel olmayı arzulayan, bir takım değerleri aşağılamaktan zevk alan, hukuku baykuşların gece sesine dönüştüren, cebine fazladan para girmeyince  mutlu olmayan, birilerinin hakkına gasp eden, çocukların eğitim hayatını rezil eden, onları pazarlayan ve hayret ettiğim bir şekilde geceleri yatağında mışıl mışıl uyuyan, “yol arkadaşları” yolda kalınca gaza basıp giden, fren çalışmasa da “o araba benim” diye inat edenleri ve yaptıkları kazaları, vurgunları, götürdüklerini, çaldıklarını, sattıklarını… Olan biten her şeyi “yüzeysel” olarak düşündüm… Ağladım. Kağıt kesiği değil, olan bitenler canımı yakıyordu. En kötüsü de umudun olmasına rağmen düşürüldüğümüz şu kahrolası, yalnız çaresizlikti…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiaralik2013

Bunu paylaş: