Yol Uzun Hayat Kısa ve Sanat; Bitmeyecek Bir Rüya – Nur Gözde Yılmaz

Yol Uzun Hayat Kısa ve Sanat; Bitmeyecek Bir Rüya* 

 

Kar tanelerinin sessiz coşkusu pencereme vuran sokak lambasının yorgunluğuyla garip bir tezat oluşturuyordu. 10 Ocak 2014, O’nu kaybedişimin yıl dönümüydü. O; benim en sevdiğim rengi gözlerine giymiş harika bir adamdı. Çok iyi bir dosttu. Yeri doldurulamayacak kadar büyük bir yüreğe sahip olan şahane bir insandı.

Kısaca, 2013’ün bizden aldığı çoğu tanıdık bazısı sadece çevremizden olduğu için herkesin “başın sağ olsun” diyerek geçtiği insanlardan biriydi. İyi bir dosttu benim için her şeyden önce. Ağabeydi, yazı yoluma destek veren, fikir ve düşünceleriyle her zaman yanımda olan, ağrıları olduğunda bile gülümseyen, “iyiyim” sözünü dudaklarından eksik etmeyen biriydi. O gitti. İşte o garip tezatlığın sade uyumunu izlerken ben de O’nu düşünüyordum.

Göz açıp kapanıncaya kadar ilk ölüm yıl dönümü gelmişti, muhtemelen son da olmayacaktı- dünya durmadığı sürece, sevdikleri hayattan göçüp gitmediği sürece biz onu hep anımsayacak, konuşmasak da sessizliğimizle birbirimize hatırlatacaktık. Kar taneleri gibi sade, sessiz bir neşesi vardı onun da.

Olanca yorgunluğuna, iş hayatının anlamsız kargaşalığına rağmen hiç kimseye ‘gık’ dememişti. Demezdi de. O yüzden şimdi en basit bir soğuk algınlığını abartanlara  öyle kızıyorum ki. Hele bazıları yok mu? “Hastalık hastası” diyebileceğimiz türden, aynı cinsin yaratık diyebileceğimiz kısmı. Neyse, ne…

“Olduğu gibi” kabullenmişti hastalığını. Gittiğinden aylar sonra cesaret edebildim bazı şeylere. Ailesini arayamadım, dostlarımızı soramadım. Kaçmadım. Acı vermekten korktum. Aslında belki teselli olurdum, belki emanettim onlara ama kendimi hatırlatmaktan korktum sadece. Üstelik ne diyecektim ki? Şimdi aynı okuldan mezun olduğum için meslektaş olarak anıldığım fakat benim birkaç tanesi hariç hiç birini öyle göremediğim insanlar cephe aldılar bana.

Sanki O, ameliyat olurken, kemoterapi görürken, ben geceleri uyuyamaz ama sabahları işimin başında olurken ve ben işe gitmediğimde bile yükümü hafifletmeye çalışmazken, ahkam kestiler. Hiç sevmediğim insan türü “kraldan çok kralcı olanlar.” Ama oluyormuş demek ki.

Kısacası yeri hiçbir zaman dolmayacak adam; bana güler yüzünü, içtenliğini, sonsuz maviliğini, sessiz gevezeliğini, huzur verdiği anları miras bıraktı. O sayede devam edebildim. Ayağa kalktım. İlk zamanlar dizlerim titredi. Düştüm çamurların üstüne. Sonra kanadı dört bir yanım. Sağım solum, kalbim kollarım…

Sonra tuttu biri terli avuçlarımdan. “Haydi” dedi. “Yürüyelim beraber.” Şaşkınlık, telaş, kaybetme korkusu, hayatın ateşi, karı soğuğuna rağmen “evet, haydi yürüyelim” dedim. Sesim çıkmadı. Çıkmıyor bazen. Sessiz çığlıklarımı okuyor O da. O zaman diyor ki; “iyileşiyorsun.” Umut oluyor her yerde, her zamanda bana. “Yeri doldurulamayacak bir insanı kaybettim” diyorum yazımın başından beri.

“Kim?” diye soruyorlar. “Bazı insanlar, tanımlara sığdırılamayacak kadar önemlidir, değerlidir hayatınızda. Sınırlandırmayın kaldı ki bu kişi sonsuza gittiyse” diyorum buradan sizlere.

Sevdiklerinizin,   hayatın   tadını   çıkarmanız,   anlamıyla   mutlu   olmanız,    renginizi unutmamanız dileğiyle.

*https://issuu.com/azizm/docs/ocak_2014

Bunu paylaş: