Yunus Gülüşünü Sömürenlerin Belgeseli: Koy – Onur Keşaplı

Yunus Gülüşünü Sömürenlerin Belgeseli: Koy*

İnsanlığın, aldıkları eğitime bakılmaksızın, ne oranda biçimci ve çıkarcı olduğunu anlamak için hayvanlarla ilişkilerine bakmak kimi zaman yeterli olabilir. Köpek “dost”tur sevilir çünkü sadıktır, söz dinler. Kedi nankördür çünkü besleseniz bile itaat etmez. Memelileri sürüngenlerden daha çok severiz örneğin çünkü zekidirler, bize benzerler. Bir parantez açarsak bunun gündelik söylemde: “Yunanlar(Kürtler, Ermeniler vb.) bizim kardeşimiz çünkü aynı yemekleri yiyor aynı türküleri dinliyoruz”a denk geldiğini ve bir halkı sevip sevmeme kıstaslarının bize ne kadar benzeyip benzemedikleri üzerine kurulduğunu görebiliriz.

Lafı fazla uzatmadan konumuza, yunuslara dönecek olursak karşımıza koskocaman bir “gülümse” çıkar. Doğası gereği gülümseyen ve bir de üstüne hayvanlar âleminin en zekilerinden olan(bize benzeyen) yunuslar en sevdiğimiz hayvanlar sıralamasında hep zirvelerde gezinir. Bize benzemesinin dışında estetik olarak da “güzel”dir yunus. Bu güzelliğin yunus sevgimizdeki payına bakmak için  muhtemelen aynı zekâya sahip bir diğer deniz memelisinin, örneğin Gri Balinanın, tarafımızca ne kadar sevildiğini incelemek yeterli olacaktır, yunusun bu uzak akrabası o kadar da güzel gözükmez! Öldüresiye sevdiğimiz yunusları yıllar yılı katlettikten sonra, bu kıyımın daha şık ve bilimsel(!) halini bularak onları havuzlara hapsettik. Sevginin sömürülmesi sonucunda yunuslara doğa ve akıl dışı işler yaptırıldığı, kimi zaman diğer deniz memelilerin de benzer akıbeti paylaştığı yunus parkları ülkemizde de uzunca bir süredir var. Fakat hayvan sevgisinde çığırtkanlığı kimselere bırakmayan kitlelerce bu durumun keşfi en fazla 4-5 yıla uzanıyor. Azizm olarak şansımız, yunus parklarına karşı mücadeleyi 10 yılı aşkın süre önce  başlatmış ve bu alanda öncü olmuş Uzman Biyolog Özgür Keşaplı Didrickson’ın yazarlarımızdan oluşu. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında hem deniz memelileri hem de yunus tutsaklığı üzerine sayısız çalışmaya katılmış olan Didrickson öncülüğünde kurulan Kanatlı Balina topluluğu (www.kanatlibalina.org) ölüm parklarının hem duygusal hem bilimsel kandırmacalarına yanıtları yıllardır veriyor.

Ülkemizde ise söz konusu parklar konusunda duyarlılık için, NTV tarafından büyük bir gururla sunulan bir Amerikan belgeseli, “Koy”un gösterilmesi gerekti. Bu belgesel öylesine etkili oldu ki yıllar yılı yunus parklarında yunuslarla yüzmüş, sisteme omuz vermiş ve bu sebeple eleştiriler geldiğinde kaba yanıtlar savurmuş “ünlüler” bir anda parklara karşı gelişen tepkinin öncüleri konumuna geçtiler. Böylesine radikal ve özeleştirişiz bir sapmaya sebebiyet veren belgesel hem bilimsel hem de sinematografik açıdan incelenmeyi hak ediyor.

Dünyada yunus aşkını ve beraberinde yunus tutsaklığını müjdeleyen TV dizisi Flipper’ın yaratıcılarından Rick O’Barry’nin önayak olduğu “Koy”, O’Barry’nin günah çıkartma evresinin dev finali niteliğinde. “Koy” sayesinde O’Barry artık yılmaz bir hayvan hakları savunucu olarak parlıyor! Belgeselde yine bir özeleştiriyle başlayan yönetmen, deniz memelileri avlama konusunda kötü üne sahip Japonya’da yunus kıyımlarının yaşandığı ve belgesele de adını veren koya doğru ekibiyle bir yolculuğa çıkıyor. Amaç dünyanın bihaber olduğunu iddia ettiği bu kıyımı büyük bir gizlilik ve titizlikle gözler önüne sermek. Belgeselin birinci yalanı tam da bu noktada ortaya çıkıyor çünkü bu koydaki yunus katliamı hiç de sözü edildiği gibi bilinmeyen gizemli bir durum değil. Durumu kişiselleştirmek belki doğru değil ancak örneğin ben, bu katliamın varlığından 20 yıl önce, 7 yaşındayken haberdardım ve çevremde de bu durumun hiç de azımsanmayacak bir topluluk tarafından bilindiğini hatırlıyorum. Belgesel sözde saklı yüzünü ortaya çıkardığı Japonya’yı, kültürel bir bütün olarak “onlar zaten hep böyle, vahşi olmuşlardır” söylemiyle aşağılayarak en son 2. Dünya Savaşı dönemi Hollywood’un da görülen bir Japon düşmanlığına imza atıyor. Her şeyden önce dünyada deniz memelisi katleden ülkeler arasında Japonya’yla pekâlâ yarışabilecek Norveç, Kanada, Avustralya gibi ülkeler varken belgeselin tüm  gücünü “vahşi Japonlar” söylemi üzerine kurması üzüntü verici. Daha da önemlisi belgeselde konu edinen kıyımın başlıca gerekçelerinden biri, öncelikle O’Barry’nin ülkesi Amerika olmak üzere Batı’nın yunus parkları için hayvan ihtiyacını karşılamak. Belgeselin ıskaladığı bu durum yönetmenin günah çıkartırken ABD’de yunus histerisi üzerinden dönen sermayeye dokunamadığını gösteriyor. Bunun bir diğer kanıtı belgeselde görüntü diliyle yunus ve diğer deniz memelileriyle yüzmenin özendirilecek biçimde sunulması. Parklarda ve daha da önemlisi doğada yunuslarla ve balinalarla yüzme çabaları sonucunda meydana gelen saldırılar ortadayken ısrarla bu eylemi güzellemek “sevgi”den besleniyor olsa gerek.

Belgeseli sinematografik açıdan incelemeye kalktığımızda ise ne yazık ki karşımızda bir belgesel olmadığını görüyoruz. Bunun yerine elimizde Koy’un kamera arkası  var. Belgeselin neredeyse yarısına tekabül edecek bir zaman diliminde  gördüğümüz tek şey, sözde kimsenin bilmediği bu katliamın nasıl kameraya  alındığı. National Geographic arşivleri bunun için yeterli olabilecekken biz Görevimiz Tehlikelivari bir seyirlikte görüntülerin nasıl elde edildiğini, hangi kameranın kullanıldığını uzun uzadıya dinliyoruz. Belgeselin doğası gereği belge- gerçek görüntüler, Koy örneğinde türü belgesel olan bir yapıtın omurgasını oluşturamıyor. Belli ki Rick O’Barry belgesel sinemayı hantal, durağan ve sıkıcı bulmuş, ritmi yüksek bir aksiyona dayalı Hollywood kodlarını Koy’a uygulayarak sürükleyici, heyecan verici bir seyirlik yaratmak istemiş. Ortaya çıkan şey ise belgeselden çok daha azı.

Hem sinema tekniği hem bilimsel veriler ışığında muazzam bir boşluk yaratan, fakat duygusal olarak yunus sevgisi-Japon nefreti üzerinden beslenen belgesel, konuyla ilgili tüm duyarlılığını Koy’a borçlu olan kitlede ister istemez akılcılıktan uzak bir duygusal hezeyan doğuruyor. Yunus parkları kapatılsın diyenlerin, o parklar kapatıldığında o yunusların doğaya salınımı konusunda bir teze sahip olmayışları, “yunuslar kim daha çok seviyor” gibisinden bir motivasyona dayalı eleştirel yaklaşımdan tümüyle uzak, ya sev ya terketçilikleri, o çok sevdikleri yunusların sorunlarına dair köklü ve bilimsel bir çözümü zora sokuyor. Sevgiyle doğan ancak bilimle beslendiği taktirde gerçekçi bir sonuca varacak olan bu sorunu aşabilmenin yolu öncelikle incelediğimiz sözde belgeselin bulanıklığını aşmaktan geçiyor. South Park’ın, Japon düşmanlığı ve aksiyonla beslenen Koy ve ABD televizyonlarında yayınlanan kardeş program Balina Savaşları’nı iğdiş eden “Balina Fahişeleri” bölümü bu bulanıklığı aşmak ve kendimize gelmek için “eğlenceli” bir başlangıç olabilir. Ancak bu şekilde ülkemizde ve dünyada, saf duygularla yeşeren yunus sevgimizi sömürenleri ayırt edebiliriz.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2013

Bunu paylaş: