Yunus parklarında onları eğlenerek izleyenler, dikkat! – İstem Fer, Özgür Keşaplı Didrickson

Yunus parklarında onları eğlenerek izleyenler, dikkat!* 

Türkiye’nin de içinde bulunduğu yunus trafiği endişe verici boyutlarda. Deniz memelileri üzerinden yapılan ticaretin bir an önce son bulması gerekiyor ancak yunus parkları kapatılsın demekle de iş bitmiyor.

Gösteri parkları, büyük akvaryumlar ve sektördeki şirketler el birliğiyle, tutsak yunusları küçük havuzlara hapsetmeye, rahatsız koşullarda seyahat ettirmeye, halihazırdaki tutsakların yanına özgür yunusları dahil etmeye devam ediyor. Uluslararası antlaşmalar gerekli koruma ve yaptırımları sağlamada yetersiz kalırken ülkemizde de kapandı kapanacak denen yunus parkları faaliyetlerini sürdürüyor.

Son derece zeki ve sosyal olan bu canlılar, karmaşık kültürlere ve zengin iç dünyalara sahipler. Öyle ki 2007’de hayata geçirilen uluslararası bir projeyle şempanze ve fil gibi canlılarla birlikte balina ve yunuslar için “insan-olmayan kişi” tanımlaması yapılması, bu canlıların bedensel bütünlük ve özgürlüklerini koruyabilmeleri için yasal haklara sahip olması için çalışılıyor. Ancak henüz diğer sirk ve gösteri hayvanları gibi yunusların da insan merkezli eğlence anlayışının kurbanı olmaktan kurtulmaları için alınması gereken çok yol var.

Türkiye’de durum

Türkiye’de ilk tesis 2001’de Kaş’ta açıldı. Bu listeye İstanbul, Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Kemer, Antalya, Belek ve Alanya’nın da dahil olmasıyla şu anda Türkiye’de on adet yunus parkı bulunuyor. Ancak tutsak yunusların haklarını koruyan, yenilerinin gelişini önleyen ya da en azından düzenleyen bir yasa bulunmadığı gibi bu parkları doğru düzgün denetleyen herhangi bir birim de bulunmuyor.

Yunusların ve diğer deniz memelilerinin parklardaki refahı, tesisten tesise farklılıklar gösterse de genel olarak bu canlıların tutsaklık koşullarında ömürleri ciddi anlamda kısaldığından ve tutsaklık altında doğan yavru ölümleri yüksek olduğundan dolayı sektörün devamlılığı için sürekli denizlerden yenilerinin yakalanması gerekiyor. Örneğin CITES (Soyu tehdit altında olan yabani hayvan ve bitki türlerinin uluslararası ticaretine ilişkin sözleşme) verilerine göre Türkiye, ilk tesisin açılışından 2007’ye kadar, bir kısmı tutsaklıkta doğmuş olmak üzere 27 yunus ithal ederken, sadece 2008’de Japonya’da yakalanmış 12 yunus Türkiye’ye getirilmiş. Bunun yanında 1983’te başlayan yunus avlama yasağına rağmen, gelen talepler üzerine, 30 yunusun daha IUCN (Uluslararası Doğa Koruma Birliği) Akdeniz Ofisi’nin “hassas” olarak değerlendirdiği Ege ve Akdeniz’den canlı olarak avlanmasına Tarım ve Köy işleri bakanlığı tarafından izin verildi. 15 Nisan 2007’ye kadar 23 yunus yakalanırken, kalan 7 yunusluk kota için izinler durduruldu.

Yunusların yakalandıkları yerden satın alındıkları ve/ya satın alındıkları yerden kiralandıkları yerlere transferi ise başlı başına bir sorun. Yakalanmaları esnasında yaşadıkları şok ve travmalardan ötürü hayatını kaybetmeyen yunuslar, bu sefer çalıştırıldıkları parklara transferleri sırasında strese, aşırı ısınmaya, zehirlenmelere, çeşitli enfeksiyon ve hastalıklara maruz kalıyorlar.

Geçtiğimiz haftalarda Bodrum Dolphin Park ile Ukrayna’lı Razvaga şirketi arasında, Bodrum Dolphin Park’ın kiraladığı deniz memelileri üzerinden çıkan ticari anlaşmazlıklar gündeme geldi. QHA’nın haberine göre 3’ü yunus, 6 deniz memelisini Razvaga şirketinden kiralayan Bodrum Dolphin Park işletmesi hayvanların kirasını ödemediği ve yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamadığından, Razvaga şirketi tarafından sözleşmesi feshedildi. Şirket hayvanların iadesini isterken, Bodrum Dolphin Park sözleşme dolmadan iadeyi reddetmişti. Eğer yunuslar Ukrayna’ya iade edilirse veya edildiyse (genel olarak yunus trafik ve ticaretinde şeffaflık çok az olduğundan bu bilgiler ancak duyumlar yoluyla elde edilebiliyor), oradan da Prag’daki bir gösteri için transferleri söz konusu olabilir. Çek Cumhuriyeti yunus gösteri parklarına sahip olmayan Avrupa Birliği ülkelerinden biri. Ülkedeki hayvan hakları aktivistleri kamuoyunda farkındalık yaratmak için çalışmalarını sürdürürken, CITES’e transfer izni için başvurunun gittiği rapor edildi.

Terapi, yunus tutsaklığının gerekçesi olabilir mi?

Yunus terapisi çoğunlukla, yunus tutsaklığını meşrulaştırmak için arkasına sığınılan bir bahane olarak karşımıza çıkıyor. Ruhsal ve/ya fiziksel olarak rahatsız kişilerin yunuslarla etkileşimde bulunarak tedavi edilmesi anlamına gelen yunus terapisinin, geleneksel terapilerden daha iyi sonuçlar verdiğine dair bilimsel veri bulunmuyor. Hayvan-destekli terapilerin birden fazla psikolojik rahatsızlığı yenmede olumlu etkileri olduğu bilinse de, bu terapilerin illa yunuslarla gerçekleştirilmesi gerekmiyor. Hatta aksine köpek ve kedi gibi karasal memelilerle etkileşim yoluyla terapi, hem daha ucuz hem de en az yunuslarla yapılan kadar etkili. Üstelik gerek insanların yunuslardan gerekse yunusların insanlardan kapabilecekleri türlü enfeksiyonel hastalıklar da düşünülünce, bu sözde terapinin yunus tutsaklığını kabul edilebilir kılacak ne etik ne ekonomik ne de bilimsel hiçbir yanı bulunmadığı anlaşılıyor.

Yönetmelikler ihtiyaca cevap vermiyor

Türkiye’nin de taraf olduğu Bern anlaşması, istisnai durumlar haricinde yunusların yakalanmasına, tutsak edilmesine ve ticari amaçlarla kullanılmasına izin vermiyor. IUCN üyelerinin inşa ettiği uluslararası bir diğer anlaşma olan CITES’e göre, yabani hayvanların ve bitkilerin uluslararası ticaretinde, yabani populasyonların sağkalımı ve esenliğinin zarar görmeyeceğine dair belgeler sunulması ve CITES’in düzenlemelerine uyulması gerekiyor. Ancak anlaşmalardaki kimi maddeler muğlak olduğundan ötürü, ülkelerin uygulamalarında farklılar bulunabiliyor. Ayrıca anlaşmalara uyulmaması halinde kesilen para cezalarının ne kadarının ödendiği, hatta ödenip ödenmediği de tartışmalı.

Hükümetlerin ve şirketlerin vurdumduymazlıklarını telafi etme ve uluslararası anlaşmaların uygulandığından emin olma işi sivil toplum örgütlerine kalmış durumda. Ancak bunlar özellikle de ülkemizde, tutsak ve özgür yunusların güvenliğini ve esenliğini güvence altına almaya yetmiyor. Deniz memelilerinin kullanıldıkları tesislerin düzenlenmesi için özel yasa ve yönetmeliklerin hazırlanması şart. Kısa vadede mevcut sayıların artmaması ve halihazırda tutsak olanların da koşullarının iyileştirilmesi, uzun vadede ise bu tesislerin tamamen kapatılması gerekiyor.

Kapatılsın demekle iş bitmiyor

Ülkemizde de yunus parklarının kapatılması için kampanyalar yürütülüyor. Bunun en güncel örneğini Buket Uzuner’in de katılımıyla 20.000 imzaya ulaşan imza kampanyasında görebiliyoruz. Protesto, 8 Nisan Pazartesi günü, Kaş Çevre Platformunu oluşturan STK’ların çağrısıyla 11:00-12:00 saatleri arasında Kaş Cumhuriyet Meydanı’nda yapılacak bir basın açıklamasıyla devam edecek.

Ancak yunus parklarının kapatılması o kadar da basit bir süreç değil. Tutsak yunusların yeniden yaban hayata uyum sağlayabilmeleri için ciddi rehabilitasyon, yaban hayata uyum sağlayamayacak olanların da yaşam koşullarının iyileştirilmesi, ticaretine son verilmesi ve tutsaklık altında üremelerinin engellenmesi gerekiyor.

Tutsak yunusların yaban hayata geri salınması için uluslararası protokollere uyulmasına, dolayısıyla bu protokolleri yerine getirebilecek yetişmiş insanlara ve iyi bir denetim mekanizmasına ihtiyaç var. Örneğin, protokoller gereği yunusların nereden yakalandıysa o bölgeye salınması gerekiyor, aksi halde özgür yunus populasyonlarına uyum sağlayamaması ve gen havuzunu etkilemesi söz konusu. Ancak ülkemizde Japonya’da yakalanmış ve ithal edilmiş yunuslar bulunuyor. Bu yunuslar özgürlüklerine kavuşacaklarsa protokole uyulup uyulmayacağı sorusu akıllara geliyor. Tüm bu koşulların sağlanması için tüm gönüllü ve devlet organlarının işbirliği içinde çalışması ve hepimizin bu deniz memelilerinin kimsenin malı olmadığı gerçeğini içselleştirmesi gerekiyor.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2013

Bunu paylaş: