Söyleşi – “Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda” Ekibi*
Bu yıl ilk kez gerçekleştirilen Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali (BİFED) beklenenin üstünde ilgi gördü. Hem sinemaseverleri hemde ada halkını tatmin etti. BİFED ile ilgili daha kapsamlı bir yazı bir sonraki e-dergiye hazırlıyorum. BİFED programını takip ederken program dışı sürpriz bir gösterimin olacağı bilgisi verildi. Bu sürpriz gösterim Festivalin bittiği günün gecesinde olacaktı. Bu sürprizi, film gösteriminin olacağı gün öğrendim. Sonrasında süprizin, 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ön-jürisi tarafından yarışma bölümüne seçilen belgesel filmlerinden birinin sansür mekanizmasına takılarak yarışma dışı bırakılmasıyla başlayan kriz sonucu festivalden çekilen 11 belgesel filmden biri olduğu ortaya çıktı. Benim için sürpriz son ana kadar devam etti çünkü hangi filmin gösterileceğini öğrenememiştim. Saat 23.30’da Bozcaada’da bir balıkçı kahvesinde birkaç kişi bekliyorduk. Sonradan gelen 3-4 kişi filmin gösterilip gösterilmeyeceğini bana sordular. Tam bir belirsizlik içinde hatta gösterimin iptal olmuş olabileceğine kanaat getirerek biraz bekleyip sonra kalkma kararı aldım. Bir süre sonra Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi Fehime Seven, Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama Yüksek Lisans öğrencisi Ayris Alptekin, Maltepe Üniversitesi Oyunculuk öğrencisi Albina Özden ve Kadir Has Üniversitesi Tiyatro öğrencisi Nazlı Bulum kapıdan içeriye girdiler. İşte yönetmenlerimiz gelmişti ve artık gösterim başlayabilirdi. Bu süprizden çok fazla kişinin haberi yoktu ya da iptal olduğunu düşündüklerinden dolayı birçok kişi gelemedi ama gayet ilgili ve şanslı 20 kişilik bir grupla “Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda” belgesel filmini izledik. Gösterim sonunda alkışlardan belliydi belgeselin ilgi ve beğeni ile izlenildiği. Genç yönetmenleri birer birer tebrik ettim ve ertesi güne röportaj yapmak üzere sözleştik.
“Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda” bir aile olup birbirlerini pek de tanımadıkları daha doğrusu birbirlerinin söylediklerine kulak vermeyen kuşakların buluşması. Anne babalar daha doğrusu aile büyükleri küçüklerin direncine ortak olup seni dinliyorum, senin arkadaşınım, senin yanındayım, dedikleri bir film. Filmin içtenliği ve sadeliğiyle sizler de onların yanında oluyorsunuz. Aranızda farklılıklar varsa Gezi’de olduğu gibi birden yok oluveriyor. Evet, bu belgesel bir Gezi belgeseli, bir direniş belgeseli ama bu belgeselde hafızalara kötü kazınan sahneler yok. Küçük gönüllerin uyguladığı büyük şiddetlere ait görüntüler yok. Bu belgeselde Gezi’nin büyüklüğü var. Bu büyüklüğe aile ekseninden bakarak basmakalıp aile tiplemesinin ötesine geçen, biribirini anlayan, farklı sosyal sınıfları kucaklayan, kendi kuşağının destanını kendisi yazanların kendi objektifleri kendi emekleri ile ortaya koydukları bir belgesel “Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda”.
Galataperform‘un Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesinin, 2009-2011 yılları arasında Ceren Ercan yönetiminde gerçekleşen ‘’Liseli Gençler Oyun Yazıyor’’ projesinde bir araya gelen Belgesel ekibinden Sefa Tokgöz’ün eksiklliğinde röportajımızı Bozcaada’nın rüzgârlı havasında gerçekleştirdik.
Belgeselin yaratım sürecini ele alacak olursak Gezi Direnişinin hangi aşamasında böyle bir proje gerçekleştirme fikri ortaya çıktı?
Fehime Seven – Aslında İlk aşamada biz de sadece katılmak için çıkıyorduk ve yaptığımız çekimler kendimiz içindi. Yani kişisel arşivimizi oluşturma amaçlı. Bir süre sonra medyadaki haberlerle fikir oluştu. Haberler daha çok Gezi’nin ateşleyici gücü olarak genç kuşak yani teknolojiye hâkim, sosyal medyaya hâkim kuşak olarak bunların 90 ve sonrası doğumlular olduğu üzerine çok konuşulmaya başlandığında ve bu yorumlar daha büyük kuşaklar tarafından yapıldığında fikir oluşmaya başladı. Hepimiz 90 sonrası doğumlu ve birlikte çalışan kişiler olarak kendi arşivimizi bunu düşünerek bir belgesele dönüştürme fikri ile devam ettik.
Nazlı Bulum – Çekimlere ilk haftasında başladık. Bittiğinde de bitirdik. Gezi Parkının işgali sonrasında çok fazla çekimimiz yok röportaj anlamında. Genelde o anı kaydetmek istedik. O anki düşünceleri üstünden bir zaman geçtikten sonra röportaj yapmayı tercih etmedik.
Ayris Alptekin – En önemlisi Gezi Direnişi boyunca birçok arkadaşımızın ve bizim ilk önce tek başımıza giderken ailelerin de bir şekilde mücadeleye destek verdiği veya karşı çıktığı nokta tamamen ailelerle hesaplaşma süreciydi. Bizim için en önemli noktalarından biri de buydu yani birlikte direnme fikri. Devletin en küçük birimi olan ailede birşeyler değişebilir mi değişemeye başladı mı acaba diye sorgularken bulduk kendimizi.
Hedef kitle olarak belirlediğiniz bir kesim var mıydı? Belgeselinizi Gezi Direnişine olumsuz bakanlara ulaştırabildiniz mi? Onlardan bir geri dönüş alabildiniz mi?
Ayris Alptekin – Aslında hedef kitleyi düşünerek belgeseli yapmadık. Filmin merkezinde bir kuşak çatışması ve kuşakların uyumu söz konusu olduğu için aslında tüm kuşakları kapsayan bir şey olduğunu hayal ettik. Tıpkı bizim hayatımızda Gezi’nin etkisi gibi. O yüzden gösterimlerde mümkün olduğunca ne kadar insanla buluşursa o kadar iyi anlayışı ile hareket ettik.
Nazlı Bulum – Filmin içinde de zaten Gezi’yi desteklese de birçok konuda görüş farklılıklarının olduğunu görüyoruz, ailelerinde ya da başka ailelerin birbirleriyle fikir çatışmasında da aynı şekilde. Gezi kendi içinde çok katmanlı olduğu için herkesin direnişte bile hangi fikirde olduğu değişkenlik gösteriyordu. Biz özelikle şu kesim daha çok izlesin diye bir durumun içine girmedik. Yaşıtlarımız izlediğinde ya da aileleri ile izlediklerinde tepki verdikleri yerlerden kendi hayatlarına benzer yerleri yakaladıklarını görüyoruz. Bu da ilginç bir durum oluşturuyor.
Albina Özden – Belli bir hedef kitle belirlemedik ama ailelerin birlikte belgeseli izlemesi özellikle hoşumuza gidiyor.
Gezi Direnişinde farklı unsurların yanyana geldiğini birlikte hareket ettiğini gördük. Mesela farklı kuşaklar, farklı ideolojiler, farklı takımların taraftarları, farklı tercih sahibi kişiler, farklı sosyal sınıflar ve bunun gibi birçok unsur. Peki, Gezi’den sonra da bu birlikteliğin devam ettiğini düşünüyor musunuz? Yoksa bu birlikteliklerin sağlanması ve korunması için Gezi benzeri direnişlerin mi yaşanması lazım?
Albina Özden – Devam eden bir şey var. Belki çok görünmüyor, bireysel olarak yan yana değiller ama Gezi’nin etkisi yaşamlarımızda devam ediyor.
Fehime Seven – Gezi bir kere olur bundan sonra ayaklanma olursa o Gezi olmaz bambaşka bir şey olur. Bu birliktelik Gezi ile birlikte oldu ondan sonrasını iyi olacak ya da kötü olacak diye şimdiden değerlendiremeyiz.
Gezi Direnişi ile belli tabuların yıkıldığına inanıyor musunuz?
Fehime Seven – Kesinlikle. Belki genelleme yapmak doğru değil ama Gezi Parkı alanının içinde belli ön yargıların kırıldığına hepimiz hemfikiriz.
Nazlı Bulum – İnsanların birbirini yakından gördüğü bir alan olduğu için uzun zaman diliminde oluşan toplumsal yargıların ve özellikle yakın zamanda o kadar çok kutuplaştırma yapılıyor ki her alanda her sınıfta her kimlikte alakalı dolayısıyla bunların çözülmesi hem de bir aylık direniş süreci içerisinde olması gerçekten çok önemli. Aileyi temel almamızın bu yönden çok önemli olduğunu düşünüyorum. Aile içinde insanlar birbirlerini belkide ilk defa dinliyorlar. Anneler, babalar, nineler, dedeler bu çocuk ne düşünüyor diye bakmaya başladılar. İnsanların birbirini dinlemesi gerçekten çok önemli bir başlangıç.
Belgeselde kuşaklar arasındaki sınırların kalkışını, duvarların yıkılışını çok iyi gördük. Siz de belgeselde aileleriniz ile birlikte rol aldınız.
Nazlı Bulum -Evet
Altın Portakal Film Festivalindeki sansür süreci ile birlikte değerlendirecek olursak iktidar ve güç gruplarının sanat üzerindeki baskısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Albina Özden – Baskı sadece sanat üzerinde değil günlük hayatta iktidar baskısı her şeyin üstünde. Sanatta bu durum çok uzun süredir varolan bir durum. Altın Portakal’daki sansür gündemde olan bir konu ama baskı ve sansür uzun zamandır yaşamımızda.
Ayris Alptekin – Altın Portakal süreci ile daha kapsamlı sorduğunuz soru arasında bir fark olduğunu düşünüyorum çünkü günlük hayatta seçtiğimiz kelimeler sokakta ya da herhangi bir yerde birisine tepki gösterirken kendimize uyguladığımız baskı, törpüleme dürtüsü bu baskı rejiminin içinde. Bir şey söylerken başımıza bir şey gelir mi korkusu keza aynı şekilde. Sanat doğası gereği muhalif bir ruha sahip olmak zorunda olduğu içinde topyekün muhalefeti barındırdığından dolayı kurban sanat olarak görülüyor ama neticede insan olarak aynı mekanizmanın içindeyiz.
Nazlı Bulum – Bu süreçte Türkiye’de sinemada sansürün tartışmaya açılması önemli bir durum. Tartışmaya açılacak her konu olumlu sadece baskı değil Festival mekanizmalarının nasıl işlediği, nasıl işlemesinin daha ideal olabileceği, bununla ilgili farklı fikirler de olabilir. Ne şekilde işlemesinin üreticiler için daha sağlıklı olabileceği, filmlerin halkla ilişkiler/tanıtım derdi de olabilir. Bu süreçte tüm bu konuların tartışmaya açılması önemli bir nokta.
Ayris Alptekin – Bu süreçten elde edilen en büyük kar böyle bir gündemin oluşuyor olması. Herkesin kendi fikrini böyle bir olay üzerinden dile getirmeleri de güzel bir şey.
Fehime Seven – Bu süreçte birlikte hareket edilmeside çok önemliydi. Bu birlikte hareket etme dürtüsü ne kadar doğru olacak bilmiyorum ama Gezi’ye bağlanabilir.
Özellikle belgesel sinemanın izleyici ile buluşturulmasının zorluğu düşünüldüğünde bu durumun nasıl aşılabileceğini düşünüyorsunuz?
Nazlı Bulum – Sanırım sektörel bir sorun. Bu bizim ilk filmimiz biz yeni yeni karşılaşıyoruz. Hem eser işletim belgesi hem de belgesel yapımcıları çok az. Bu yüzden belgesellerin dağıtımı çok çok zor oluyor. Eser işletim belgesinin alımının zorluğu ve maddi zorluklar gösterime girme ihtimalini çok düşürüyor. Bu yüzden festivaller kitlelerle buluşabilmemiz için en uygun seçenek.
Fehime Seven – Belgeselimizin festival süreci, üniversite gösterimleri ve gezici festivallerde çok çok önemli.
Sinemamızın 100 yıllık birikimini ve geleceğini nasıl yorumlarsınız?
Albina Özden – Nice 100’lere…
Ayris Alptekin – Kendimizi daha rahat ifade edebileceğimiz, eser işletme belgesi gibi detaylarla daha az uğraşacağımız, maddi sıkıntılarla kafamızın yoğun olmadığı, belki de devletten daha fazla destek alabileceğimiz, daha fazla yapımcı bulabileceğimiz bir sektör, sinemamızın geleceğine dönük temennilerimizdir.
Nazlı Bulum – Üreticilerin daha çok olduğu, genç kuşağın üretimde daha etkin olabildiği bir platformda sinemamız daha çeşitlenecek ve daha kıymetlenecektir.
Sizce sinema ve sanata devletin yardım etme yükümlülüğü var mı? Yoksa devletin sinema ve sanattan elini tamamen çekmesi mi gerekiyor?
Ayris Alptekin – Devletin zorunluluğu var mı bu başka bir konu ama neticede sanat politikası diye birşeyin varlığında hem fikir isek devletin mekanizma içerisinde sanata dönük politikalar üretmesi zorunluluk olarak değerlendirilebilir. Sanat politikalarından kastım kendi propogandasını yapması değil. Mesleki bir koldan bahsediyorsak ve bu mesleki kolun kalkınması gerekiyorsa herkesin üstüne düşen görevi yerine getirmesi gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde ne gibi çalışmalarınız olacak? Belgesel sinemadan mı devam edeceksiniz yoksa farklı türler yönelmeyi düşünüyor musunuz?
Fehime Seven – Şuan net bir şey söylemek doğru olmaz. Hem kişisel hem de ekip olarak aradığımız bir süreç.
Albina Özden – Hayal ettiğimiz bir seçimden ziyade Gezi Parkı Direnişinde olduğu gibi kendiliğinden gelişen ve bizi heyecanlandıran bir türe yönelmek.
Nazlı Bulum – Bir hikâye anlatmak istediğimizde o hikâyeyi en iyi anlatmamızı sağlayacak tür hangisiyse o türe yoğunlaşmak. Biz bu zamana kadar kollektif çalıştık. Bu durumun hem güzellikleri hem zorlukları özellikle sinemasal açıdan yaşanıyor. Biz 5 kişilik bir ekibiz kollektif ve bireysel açıdan yapacaklarımızı belirlememiz gerekiyor. Anlatacak bir hikâyemizin olması en önemlisi bence.
http://benbirsloganbuldum.com/default.html
https://www.facebook.com/BenBirSloganBuldumAnnemBenimYanimda
http://www.youtube.com/watch?v=BE6MYLwVO0s
Fırat Tunabay