Bir Sanat Tarihçisinin Bürokrasiyle İmtihanı – Nur Gözde Yılmaz

Bir Sanat Tarihçisinin Bürokrasiyle İmtihanı* 

Bomboş bir kağıt… İçimde onlarca kelime… Ucu bucağı görünen harfler, içimdeki hayallerden, yaşadığım hayattan süzülüp kağıda döküldüğünde her şey daha net, daha sert…

Türkiye’nin en önemli turistik merkezlerinden biri olan Sultanahmet’te işyerim… Hava soğuk değilse genelde yürümeyi tercih ediyorum. Derste işlediğimiz yapıların önünden geçiyorum. Bir kısmı yanlış restorasyondan dolayı özgünlüğünü kaybetmiş, bir kısmı halen restorasyonda, bir kısmı nedensiz bir şekilde kapalı, bir kısmı dükkân olmuş, bir kısmı varlığını koruyor ancak abidevi değilse onların da farkında değiliz. Farkında olduklarımız Sultanahmet Cami, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Gülhane… Farkında olmadıklarımız Beyazıt’taki Theodosios Zafer Takı kalıntıları, Bizans İmparatorluğu’nda dünyanın merkezi olarak bilinen Milion Taşı, Saraçhane’deki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin arkasında bulunan Ayios Polyeuktos Kilisesi kalıntıları… “E daha var, neden sadece burada  kestin?” sorunuza hazırlıklı geldim aslında. Farkında olmadıklarımız elbette ki fazla, zamanla onları da yazacağım. “Sadece şimdilik bu üç tarihi esere odaklanalım” istedim.

Ayios Polyeuktos Kilisesi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Aksaray, Saraçhane’deki binasının trafik ışıklarından geçince hemen arkasında yer alan 6.yüzyıla tarihlenen bir Bizans Dönemi yapısı. Karşısında Medicalpark Hastanesi, kilisenin içinde bulunduğu alanda bir çocuk parkı var. Kilise; Bizans Hanedan üyesi Anicia Juliana tarafından yaptırılıyor. Bizans İmparatoru Iustianinos Dönemi’nde yapılan kilise; Anicia’nın tüm servetini yatırdığı bir yapı olarak biliniyor. Yapının süslemeleri Ayasofya ile karşılaştırılabilecek kadar zengin. Anicia Juliana’nın Iustianinos’a bu yapıyla kafa tuttuğunu da kaynaklardan okuyabiliyoruz. Yapının Latin İstilası sırasında yağmalandığı, kaçırılan parçalardan bir kısmının Venedik’teki San Marco Bazilikası’nın ön cephesini süslediğini bir kısmının da İspanya’nın başkenti Barcelona’da sergilendiğini biliyoruz. Geriye kalan parçaların İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilendiğini, sergilenenler arasında cam ve taş kakmalı sütunlar, tavus kuşu motifli nişin olduğunu söyleyebiliriz. 1960 yılında yapılan Haşim İşcan alt geçidi çalışmalarında kilisenin bir hayli zarar gördüğünü ve üst örtüsünün günümüzde olmadığını görüyoruz. Ne acı bir durumdur ki, etrafı dikenli tellerle çevrili olan yapı günümüzde açık hava tuvaleti olarak kullanılıyor. Nasıl mı? Artık nasıl olduğunu bilmiyorum ama içinde çocuk parkı olan alanın daha güvenli olması sizce de gerekmez mi? Tellerin ortasında bir delik açmışlar, geceli gündüzlü sürekli içeriye giren ve tuvalet ihtiyacını gören(!) bir çok tuhaf tipin (insan diyemiyorum!) varlığı beni çok rahatsız ediyor. Kilise kalıntıları parkın dört bir yanında. Ama çoğunun üzerine ekmek bırakmış düşünceli(!) insanlarımız. Bir kısmı da toprağa gömülüyor. Sütun kaideleri zaten oturmak için çok harika gözüküyor(!). Sütunlar orada burada. Bir iki tanesi ayakta ancak onların da kırılması an meselesi gibi görünüyor. Belediye neden önlem almıyor, merak ediyorum.  Bu  kalıntılar cami olsaydı acaba bu saygısızlığa izin verirler miydi? Oraya oyun oynamaya gelen çocuklardan biri tecavüze uğrasa bu sorumsuzluğun bedelini o çocuk ve ailesinden başka kim ödeyecek şüpheliyim? 2007 yılında kiliseyle ilgili bilgileri içeren bir levha görünen bir yere kondu ancak aradan bir hafta geçmeden çalındı. Şimdi belediye bir tane levha koymuş ama onun kim farkında! Hiç bir yapının açık hava tuvaleti olmayı hak ettiğini düşünmüyorum. Sizce de yanılıyor muyum? Allah aşkına, oradan bir sürü insan geçiyor her gün. Bu manzara hoş mu? Belediyeye gittim, hiç abartmadan yazıyorum: “Aziz nedir bilmeyiz biz” yanıtını verdiler bana. Ayios diye değil Aziz olarak tercüme ettim. Ayios deseydim ne diyeceklerdi kim bilir? Dalga  mı geçiyorlardı, sahiden mi bilmiyorlardı inanın hiç bilmiyorum. Tek bildiğim bu rezalete son verilmesini istediğim! Hem de bir an önce! Sanat tarihçisi olarak üzerime ne düşüyorsa yapmaya hazırım! (Yazmak bu işin başlangıcı olsun, durun bakalım ne çıkacak, çok merak ediyorum!)

Bol ünlemli bir paragraftan sonra gelelim ikinci yapıma… Dediğim gibi iş yerim Sultanahmet’te. Hava güzel olduğu zaman genelde yürümeyi tercih ediyorum. Beyazıt’tan geçiyorum böyle bir durumda. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin tam karşısına geçin, bir elli metre sonra göreceksiniz Theodosios Zafer Takı kalıntılarını… Roma Dönemi’nde günümüzde Beyazıt Meydanı olarak geçen yer; Forum Tauri yani Boğa Meydanı olarak bilinirdi. Daha sonra Bizans Dönemi’nde Theodosios Forumu olarak adlandırılmaya başladı. Kısaca alanın adı değişti ama meydan olma özelliğini Roma’dan günümüze kadar korumayı başardı. O dönemde dönemin dini inanışıyla paralel olarak dini mekânlar, hamamlar, sivil ve kamusal binalar; meydanın elemanıydı. Yaklaşık 1500 yıllık Zafer Takı’ndan günümüze ne mi kalmış? Takın bir kısmını koruma altına almışlar almasına ama çoğunu koruyamamışlar. Kalıntıların arasında çöpten tutun çay içmek için esnafın oturduğu masaya kadar her şey var. Tabela koymuşlar koymasına ama gören yok, okuyan yok. Bir kaç turist okuyor bazen ama hepsi bu! Bu konuda basında yazılar çıkmış çıkmasına ama yetkililerin de bir kulağından girip çıkmış anlaşılan. Hiç bir şey yapılmadığı gibi yapmak isteyeni de duymayan, görmeyen ve duysa da görse de konuşmayan bir kesim var!

Cümlelerimi toparlayamıyorum. Yazım sürekli bölünüyor. Kafamda bir sürü düşünce. “Ne yapabilirim?” en başı çekiyor her zaman olduğu gibi. Yürüyorum. İş yerime yirmi dakika uzaklıkta bir zamanlar dünyanın merkezi olarak görülen Milion Taşı. Zafer Takı’na ve Ayios Polyektus’a göre iyi toparlanmış. En azından tabelası görünür yerde. Taş da koruma altında. Etrafında hangi ülke başkentinin kaç kilometre uzaklıkta olduğunu gösteren oklarla yapılmış bir tabela var. Diyorum ya iyi durumda. Yazma sebebim, varlığını bazı insanların bilmemesi. Bilgilendirme amaçlı yani.

Şimdi çalışmaya dönmem gerekiyor. Mesai saati başladığından beri yazıyorum. Biliyorum çok bilgi vermedim yapıların tarihçesiyle ilgili. Sadece bir kaç cümleyle geçiştirdim günümüzdeki durumlarını. Ama inanın yazılacak hiç bir şey yok. Okumak isterseniz zaten internet ve Bizans Sanatı ile ilgili kitaplar size ufuk açıyor zaten. Bu yazıyı yazma amacım; günümüzdeki hallerini de bilin diyeydi. Her gün önlerinden geçtiğim ancak hiç bir şey yapamadığım, yalnızlaştığım/ yalnızlaştırıldığım ülkemde varlığıyla çığlık atan tarihin duyulmamasıydı. “Haklısın” dan öteye hiç bir şeyin söylenmediği, “sonuç?” diye sorduğumda yanıt alamadığım, kulakların yollar gibi tıkalı olduğu bir süreçti bu. Ancak nasıl bir süreçse bazen yaptığım işten utanmamamı sağlıyordu. Çünkü hiç bir şey yapamıyordum. Sadece özet geçiyordum size. “Bakın bu var, şu da var, sonuç mu? Hayır, sormayın. Yok.” Çok üzgünüm. Yılgın değilim. Çaresizim.

Ancak tüm çaresizliğime rağmen bir şeyi biliyorum. Vazgeçemem…

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergiaralik2014

Bunu paylaş: