Yüzüncü Yılda Sinemamız*
14 Kasım 1914’de Fuat Uzkınay tarafından kayda alınan “Ayestefanos Rus Abidesi’nin Yıkılışı” filmi Türk Sineması’nın bilinen ilk eseri olarak kabul edilmekte ve Türkiye’de sinemanın başlangıcı olarak varsayılmaktadır. Bu konu uzun yıllar tartışılmış üstüne makaleler, bildiriler yazılmıştır. Manaki Kardeşler’in 1911’de kayda aldıkları filmlerin yok sayıldığı hatta Uzkınay’ın böyle bir film çekmediği bile söylenmiş ve tartışılmıştır. Lumiere Kardeşler 1895’de Fransa’da ilk filmi göstermişlerdir tarihsel olarak önemli olan da budur.
İdeolojik olarak durduğunuz yer ile geçmişe dönük tarihsel yapı arasında organik bir bağ bulunmaktadır bunu kabul ediyorum ama şu anda bu topraklarda sinemanın ne zaman, nasıl, kim tarafından başlatıldığı kanımca önemli değildir; esas konu günümüzde sinemanın durumudur. Sinema bir sanattır ama Türkiye’de ne kadar sanat olarak algılanmaktadır? Sinema müzemiz kaç tanedir? Sinemada var olan meslek birlikleri ya da sendikal örgütlenmeler ne kadar güçlüdür? Sinema eğitimi ülkemizde hangi koşullarda sürdürülmektedir? Sinema sektöründe çalışanların mesleki yeterlilik ve bilgisi ne düzeydedir? Daha nice soru oluşturulabilir; bu sorular aynı zamanda sorunları da vurgulamaktadır.
Türkiye’de sinemanın tarihsel geçmişini kısaca özetlersek: Sinemanın bulunduğu ülke ya da toplumun mevcut kültürel ekonomik siyasal süreçten bağımsız olarak düşünülemeyeceği de ayrı bir noktadır. Toplumsal değişimlere sinema da tepki verir. Cumhuriyet’in yeni kurulduğu ve Kurtuluş Savaşı gibi büyük maddi kayıpların olduğu bir dönemde Muharip Gaziler Cemiyeti etrafında sinema örgütlense de 1923-1945 yılları arasında ülkemizde çok etkin olamamıştır. Bu dönemde Kurtuluş Savaşı’nı anlatan belgeseller/filmler, edebiyat uyarlamaları, Batı sinemasından taklit filmler öne çıkmıştır. Bu yılların en önemli ve bir döneme adını da veren yönetmeni Muhsin Ertuğrul’dur.
Her ne kadar Muhsin Ertuğrul sinemayı tiyatrolaştırdığı için eleştirilse de ülke içinde sinemanın yaşaması, sinema kültürünün oluşması en azından bu ülkede film çekilmesi konusunda emekleri yadsınamaz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünya ile birlikte Türkiye’de de ekonomik olarak pozitif rüzgârlar esmeye başlar. Sinemamız açısından ise 1948’deki yeni yasa ile Türk filmlerine uygulanan vergi indirimi, film sayısında artışa neden olmuştur. Sinema tarihçilerine göre 1952 yılında Kanun Namına filmi ile Ömer Lütfi Akad “Sinemacılar Dönemini” başlatmıştır*. 1960 darbesi/ihtilali ile “toplumsal gerçekçi” filmler artmıştır. Metin Erksan, Halit Refiğ, Yılmaz Güney gibi önemli yönetmenler filmlerini seyirci ile buluşturmuştur.
1970’li yıllarda “seks/karate filmleri” ülkeyi etkilemiş birçok yönetmen ve oyuncu sinemadan kopmuştur. 1980 darbesi ve sonrasında neo-liberal politikalar sinemayı da etkilemiş; 1986 yılında kabul edilen yasa ile ülkemiz Amerikan filmlerinin güçlü hâkimiyeti altına girmiştir. 1990 sonrasında çoğu üniversite eğitimi almış kişisel çaba ve arzuları ile film yapan “auteur yönetmenler” kuşağı oluşmuştur.
2000’li yıllardan sonraki durumu ele alırsak;
Bugün birçok sinema emekçisi yaşamını sürdürebilmek için televizyonlara dizi çekmektedir, kurumsal olamamanın bir sonucu olarak dizi sektöründe günlük 20 saat çalışma, haftada bir gün repo (tatil) ile sigortasız bir şekilde emekleri sömürülmektedir.
Her ne kadar sinema kolektif bir ürün olsa da “yönetmen” tartışılmaz bir şekilde baskındır. 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren bağımsız/yeni/genç yönetmenler kuşağına girildiği kabul görmüştür. Film sayısı ve ilk filmini çeken yönetmenler de ciddi bir artış olmasına karşın seyirci/hasılat rakamlarına göre ilk 5-10 sıradaki filmler çıkarıldığında film başına düşen izleyici sayısı çok azdır.
Sinema pahalı bir sanattır, yüzlerce insanın, binlerce aksesuarın, onlarca mekânın kullanımı sonucu (ortalama) 90 dakika içinde sığdırılmış görüntüler topluluğudur. Ülkenin mevcut ekonomik, teknolojik koşullarının da bir yansımasıdır. Bu açıdan Türkiye’nin genel olumsuz durumu sinemaya da yansımaktadır.
Türkiye’de kabul edilmesi gereken temel noktalardan biri ana akım denilen (Recep İvedik, Kurtlar Vadisi, Düğün Dernek vb.) filmlerin olması gerektiğidir. Buradaki sorun ana akım filmlere çok seyirci gitmesi alternatif yapımların ise rağbet görmemesidir.
İstanbul, İzmir, Antalya başta olmak üzere yurtdışı (Balkan ve Ortadoğu ülkeleri de dâhil) şirketlerin kullanımına açık, film platoları inşa edilmelidir. İletişim ve Güzel Sanatlar Fakültelerine bağlı sinema bölümleri teknolojik ve altyapı açısından geliştirilmelidir.
Teknolojinin ucuzlaması ve dijitalleşme ile birlikte film çekme maliyetleri düşmüştür buna karşın seyirciye filmi izletme konusunda bir sorun vardır. Yönetmen ve yapımcıların seyircinin neden filme gelmediğini sormaları ve kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. Sinema günümüzde seyirci açısından da pahalı bir mecradır.
Mevcut film dağıtım ağı belli şirketlerin elinde bulunmakta ve bazı filmler gösterim şansı bulamamaktadır bu konu için alternatif dağıtım ağları ve gösterim merkezleri bulunup ortaklaşa kullanılması gerekmektedir. “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmi her ne kadar istenilen seviyede olmasa da bu alternatif gösterim ağı için bir çaba sarf etmiştir.
Türkiye’de eleştiri “kötü, karalama, küçük düşürme” için yapılmaktadır, eleştiri yapmak yerine taşın altına eline sokup mevcut durumun düzelmesi için adım atan herhangi bir sivil toplum örgütü ya da dernek yoktur.
Ülkemizde gelişim kişiler elinden, kişilerce olmaktadır, herhangi bir sistematiğe bağlı değildir. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu vb. yönetmenlerin başarısı kişiseldir, Türk Sineması’na mal edilemez.
Türkiye’de sinemanın “sanat” olma özelliği son yıllarda azalıyor gibi gözüküyor. Her ideolojiden kişi veya grup, sinemanın “propaganda/düşünce dayatma” özelliği ile ilgileniyor. Bu da ister istemez estetik yönden kayıplara neden oluyor.
100 yıl uzun bir süre görünmesine karşın geçmişe bakıldığında öyle olmadığı anlaşılıyor. Dünyanın birçok yerinde de sinema; televizyon, internet ve interaktif oyunlar karşısında düşüşte ama gelecek için umutsuz muyuz? Asla, Hayır… Üniversitede her gün karşılaştığım o zeki gençlerden umudum var…
- Türk Sinema Tarihi’nin ayrıntılı tartışmaları için aşağıdaki yazarları okuyabilirsiniz: Agâh Özgüç, Âlim Şerif Onaran, Burçak Evren, Giovanni Scognamillo, Nijat Özön, Rekin Teksoy