Ay Işığı*
Yaşar Kemal‘e…
O an, onlara sorsan, nefeslerinin sıcaklığı donmakta olan tüm insanlara, hayvanlara, bitkilere, canlı cansız tüm hayata can vereceğine; ‘He mi vallah he mi billah’ yemin ederlerdi. Mustafa’nın bedeni sigaranın ucu olmuş dokunduğu Ayşe’yi gâvur yakar gibi yakıyor, Ayşe tutuşmuş Mustafa’yı körüklüyordu. İnekler, üç kuzulu koyunlar soluklarını durdurmuş, gözlerini, kulaklarını onlara kesmiş, Âdem ile Havva’nın yeryüzünde var olan tüm kadınlarını ve erkelerini kıskandıran sevişmelerine şahitlik ediyorlardı.
“Dur Mustafa’m yapma” dedi Ayşe. Sanki doğduğu geceden beri avucunda taşıdığı bir korun kendini bu kadar yaktığını yeni fark eder gibi.
Mustafa anlamıştı. Kendini zor tutuyordu. Ayşe’sinin onun yanına atıp bıraktığı koru iki avucunun içinde, yaktı yaktı kül etti. Bir üflemenin tutuşturacağı koru bırakmadı elinden.
“Ayşe’m babam demiryolundan döner dönmez ömürlüğüm olacaksın’ deyip, ensesinin bele kadar olan saç dipleriyle buluştuğu tuzlu teri dilinin ucuyla tadıp dudaklarıyla öptü, öptü, öptü… Üç kuzulu koyunlar, inekler ötelerine dönüp yemlerini kütürdeterek yemeye bıraktıkları yerden devam ettiler.
Kapıdan içeri girmesiyle, yere kurulan sofranın üstünden tüm evi saran tarhana çorbasının kokusu da, Mustafa’nın burnuna girdi.
“Neden sarımsak koymadın ana buna?”
“Oğlum hele gel otur ben döverim şimdi sarımsak” deyip, büyük elleriyle ocaklığın altından bir baş sarımsak aldı Koca Akile.
Abisinin “Ne lan bu üstün başın saman olmuş, git üstünü bi çırp avluda, bi su tut eline ağzına” demesiyle, sert bir kayanın üstüne çarpan kurşunun yamulduğu gibi yamulan Mustafa, “Tamam abi” deyip, avluda gündüz kendi eliyle yalaktan doldurduğu turuncuya çalan kahverengi toprak testiden elini ağzını, güzelce, gar gar yıkadı. İçeri girince üstünü silkmediğini hatırlayıp, “Ben bir üstümü değiştirip geleyim abi” demek zorunda hissetti kendini. Abisinin pörtlemiş gözleriyle karşı karşıyayken, çanağa salladığı tahta kaşığın çıkarttığı metal sesi duyması da cabası.
Üzerinde gördüğü altın sarısı saman Ayşe’sinin saçlarının rengindeydi. Üstünü silkti. Pencereden vuran ay ışığı, o samanı altın yaptı. Mustafa’nın gözleri ışıl ışıl oldu, elindeki kor alevlendi, dilinde damağında Ayşe’nin terinin tuzunun tadını yutkundu, boğazından geçen tuz kalbine uğradı, oraya gelen tüm kanı aldı yatırdı kasıklarına. Tam kilimin üstüne düşecekken, samanı sol avucuyla yakalayıp burun deliklerinin hizasına getirdi, Ayşe’nin saçlarının kokusunu içine çekti, bir meltem gibi indi kalbine. Tuzun tıkayıp kasıklarına indirdiği kanın son sızıntılarını da tıkayan koku, Mustafa’nın tekmil kanını, aldı aldı götürdü, aldı aldı götürdü…