Birdman veya Öyküsünü Yitiren Hollywood*
Yaratımsal sürecin özgünlüğünde ciddi tıkanmalar yaşayan Hollywood’u son dönemde sırtlayan Güney Amerikalı yönetmenlerden Alejandro Gonzalez Inarritu’nun, En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil dört dalda Oscar ödüllü yeni filmi Birdman (Atmaca) veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi, ülkemizde ilk gösterimini !F Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde yaptıktan sonra tüm Türkiye’de izleyiciyle buluştu. Ortak bir kırılma anına sahip birbirinden bağımsız fakat paralel ilerleyen öyküler toplamı olan Ölüm Üçlemesinin özellikle ilk iki filmi Paramparça Aşklar Köpekler ve 21 Gram ile ülkemizde de hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip Inarritu, üçlemenin zayıf ama şaşalı halkası Babil’den sonra benzer sularda melodrama çalan Biutiful ile kuşağının dikkat çekici yönetmenleri arasında yer alıyor. Birdman ile bu kez tümüyle ABD’de geçen bir filme imza atan yönetmen, kalabalık ve güçlü oyuncu kadrolarını yönetmedeki hünerlerini sürdürürken, kendisi için yeni sayılabilecek bir içerik ve biçim ile risk alıyor.
Filmde, geçmişte gişe canavarı çizgi roman kahramanı Birdman’i oynayarak büyük bir hayran kitlesi kazanan ancak başarısını sürdüremeyerek gözden düşen ve ciddiye alınmama korkusu eşliğinde bir Broadway oyunu yöneterek çarpıcı bir geri dönüş amaçlayan Riggan karakterinin kendisi ve çevresiyle çatışması anlatılıyor. Riggan’ı canlandıran Michael Keaton’un geçmişini fazlasıyla çağrıştıran karakter, Keaton’un usta oyunculuğu kadar, 1990’ların başlarında Yarasa Adam, Yarasa Adam Dönüyor ve Beter Böcek gibi kült filmlerle zirveye oynarken takip eden yıllarda gözden kayboluşundan da besleniyor. Nostalji dokusunu buradan kazanan Birdman, mizah unsurunu birçoğu gündelik popüler göndermeler eşliğinde işleyerek yıllar sonrasına dair iz bırakabilecek bir içerikten yoksun kalıyor. Filmin en büyük dayanağı ise yüksek ritim ve bunu besleyen görüntü dili olarak öne çıkıyor.
Hollywood’un Güney Amerika’dan devşirdiği bir diğer büyük yönetmen Alfonso Cuaron’un görsel başyapıtları Son Umut ve Yerçekimi’nde de yer alan ödüllü görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki, Birdman’de plan sekanslar eşliğinde filmin alışılageldik kesmelere başvurulmaksızın tek ve uzun bir çekim izlenimi kazanmasını sağlıyor. Lubezki’ye Oscar kazandıran bu oldukça zorlayıcı biçimde birkaç kurgu hilesine başvurulmuş olsa da son derece güçlü bir görsel seyir yaratılıyor. Biçimsel olarak adeta bir yönetmenlik ve görüntü yönetmenliği gövde gösterisine dönüşen filmin bir an olsun düşmeyen temposu büyük bölümü gerçek zamanlı olarak sahnenin içerisinde icra edilen müzik ile destekleniyor. Tüm bu görsel zenginliğe karşın Birdman’de su yüzüne çıkan eksiklik filmin biçim-içerik uyumsuzluğu. Tek bir plan sekans izlenimiyle biçimlenen filmin içeriğinden doğan gerçekçi ya da gerçeküstücü bir derinlik mevcut değil. Dahası söz konusu biçimi gerekli kılacak bir anlatının da olmayışı filmin teknik olarak mana kazanamamasına neden oluyor. Cuaron-Lubezki ortaklığının geçtiğimiz yıl biçimsel olarak dikkat çeken ve ödüller toplayan filmi Yerçekimi’nin on yedi dakikalık açılış sahnesi, plan sekans kullanımını içeriğiyle de desteklerken Birdman’de ilişkilerin iç içe geçmişliği, tiyatro dünyasının kesintisizliği gibi gerekçelerle biçime sebep türetmek zorlama kaçıyor.
Broadway’in görünmeyen yüzünü teşhir etmek gibi bir arka planı da olan film meseleye sanatsal bir eleştiri getirmek yerine eleştiri kurumunu taşlamayı tercih ediyor. Bunu yaparken de “bir oyun yazamamış, sahne alamamış kısacası hiçbir şey yapamamışların işidir eleştiri” gibi sığ bir söyleme yaslanarak emeği hiçe sayan kötü eleştirmene dikkat çekiyor. Sonuç olarak Birdman, ABD popüler kültürünün vaz geçilmesi çizgi roman dünyasından bir karakteri entelektüel kültürün kalelerinden Broadway’e sokarak, yönetmenin coğrafyasının güçlü anlatılarından olan büyülü gerçekçilik soslu bir plan sekans sunuyor. Bu şık, ritmik ancak eğreti duran paketin yılın en iyi yapıtlarından biri olup bir de üstüne En İyi Senaryo Oscar’ını kazanması “öyküsünü yitiren insanlık” çığlığını güncelliyor. Belki bu noktada büyülü gerçekçiliğin sinemadaki en güçlü örneklerinden Fernando Solanas’ın başyapıtı Güney’i ve plan sekans üzerinden biçim-içerik uyumunun kayda değer yapıtları arasında yer alan Derviş Zaim’in Nokta’sını izlemek sinema sanatı açısından umut tazelemeye yarayabilir.