Çürümenin Öyküsü: Leviathan – Selin Süar

Çürümenin Öyküsü: Leviathan* 

Sur l’oreiller du mal c’est

Satan Trismégiste

Qui berce longuement notre esprit enchanté,

Et le riche metal de notre volonté

Est tout vaporisé par ce savant chimiste 1

 

İlk uzun metraj filmi olan 2003 yapımı Dönüş filmiyle tanınan ve Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan dâhil olmak üzere birçok önemli festivalden ödüllerle çıkan genç yönetmen Zvyagintsev, son filmi Leviathan ile Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’ne layık görülmesinin ardından Akademi Ödülleri ve Altın Küre’de de En İyi Yabancı Film kategorisinde aday oldu. Avrupa Sanat Sineması’nda kendisine önemli bir yer edinen, diğer filmleri Sürgün ve Elena ile de  ses  getiren  Zvyagintsev,  2014  yapımı  Leviathan  ile  ele  aldığı   din-iktidar ittifakı, aile bağları, dostluk ilişkileri, emek ve toplumsal yozlaşma gibi değerler üzerinden günümüz Rusya’sının panoramasını beyaz perdeye taşıyor.

Film, kısaca; Rusya’nın kırsalında, bir sahil kasabasında inşa ettiği evinde ikinci eşi Lilia ve oğlu Roman ile yaşayan araba tamircisi Kolia’nın (Nikolai) evine el koyup, araziyi istediği gibi kullanmaya kararlı belediye başkanı Vadim ile verdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Nikolai, kanunun kendisine tanımış olduğu haklar üzerinden ilerleyerek belediye başkanını devlete şikâyet edecek, bu davada avukat olan en yakın arkadaşı Dmitriy; Nikolai’a elinden geldiğince destek olacak; ancak bu süreçte olaylar tamamen tersine dönecek ve Nikolai hem eşini, hem dostunu, hem evini, hem de oğlunu kaybedecek; bir de üstüne suçlu bulunacaktır.

Leviathan’da Gerçekçilik

Distopya olarak sınıflandırabileceğimiz hikâye örgüsü, devlete ve inanç sistemlerine yaptığı eleştiri çemberine bir ana karakter etrafında konumlanan ikincil    karakterlerin   var   oluşu   ve   peşi    sıra   ana   karakterin     hayatından eksilmeleriyle kendini göstermektedir. Modern anlatılara bakıldığında birey arketipinin genellikle kentli, orta sınıf entelektüellerden olduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda bu tür anlatılarda çalışma saatlerinin bireyi sınırlamaması için, karakterin hareket serbestliğine sahip olması gerekir. “Birey, her şeyden önce kendi içsel evreniyle ve dünyanın genel durumuyla ilgilidir.” (Kovács; 2010: 72,73). Leviathan’da Nikolai karakteri ne entelektüel bir sanatçıdır, ne de maddi durumu yerinde olan üst sınıf bir ailenin üyesidir. Filmi, Toplumsal Gerçekçi anlayışa yakın kılan ve Modernist anlatıyla gerçekçi bakışı birleştiren kesişim de buradan ileri gelmektedir. Filmde ana karakter, yıllar boyu verdiği emekle ve alın teriyle bir ev inşa etmiştir. Kendisini ve ailesini geçindirecek kadar parayı ise serbest çalışma saatlerinde araba tamir ederek karşılamaktadır. Nikolai’ın tek isteği inşa ettiği evini, istilacı bir devlet adamına kaptırmamaktır. Toplumsal Gerçekçilik, Sosyalist düzeni getirme amacında olan Toplumcu Gerçekçilikten farklı bir yere oturmaktadır. Toplumcu Gerçekçilik, Marksist dünya görüşü üzerinde konumlanmakta, toplumdaki çatışmayı yansıtmakta ve buna çözüm getirmeyi amaçlamaktadır. Ancak Toplumsal Gerçekçilik, toplumun sorunlarını ortaya koyan ve estetik bir kaygı güden eserler olarak karşımıza gelirken sorunlara çözüm arayışına girmez.

Leviathan’da seyirciye sunulan bugünün Rusya’sı; iktidarın yönetici sınıf, yargı, kilise ve polis arasına pay edildiğini kişisel bir hesaplaşmadan daha ileri götüren en önemli gösterge olarak vücut buluyor. Genel olarak ilerici bir karaktere sahip olan ve İtalyan Yeni Gerçekçilikten temel alan Toplumsal Gerçekçi hareket, ilki mevcut toplumsal düzeni nesnel ve devrimci bir bakış açısıyla perdeye yansıtma görevini, ikincisi ise özgün, modern bir sinema dili oluşturma görevini üstleniyor (Daldal;  2005:58).  Toplumsal  Gerçekçilikten  izler  taşıyan  filmde   ezen-ezilen ilişkileri, mülkiyet ve otorite gibi kavramlar kişilerarası ilişkilerin arka fonunda güçlü bir detay olarak izleyiciye sunuluyor.

Hobbes ve Leviathan

Filmin ardından yeniden popüler olan Hobbes’un siyaset felsefesi alanında en önemli eserlerinden biri olarak görülen aynı isimli kitabında yazar, Leviathan’ı toplumsal sözleşmenin bir sonucu olarak sunmakta ve egemenliği, iktidarı Tanrı katından indirip insan eline teslim etmektedir. Klasik ulus-devlet anlayışına yaslanan eser, güvenlik ihtiyacının garantisi olan toplumsal sözleşme etrafında mülkiyet hakkının olmadığını, çünkü kişilerin haklarının olmadığını anlatır. Mülkiyet, egemen olana, iktidarı elinde tutana karşı savunulamaz; din ise egemen olan devlete tabidir. Bu nedene iktidarı elinde tutan kilisenin de başında olandır.

Hobbes’un Leviathan’ı yazarın feodalite ve kilise karşıtı düşüncelerinin liberal eksene oturduğu, bireylerin özgür iradelerinin sorgulandığı, güvenlik olgusunun sık sık altının çizildiği bir eser olarak karşımızda dururken Andrey  Zvyagintsev’in hem yazardan hem de Tevrat’tan bir parça olan Eyüp Babı’ndan esinlendiği aşikâr. Tevrat’ın 18. Babı, Eyüp ismini taşır. Burada Eyüp Peygamber’in kıssası anlatılmaktadır. Yaşamı, arkadaşlarıyla karşılıklı konuşmaları, Tanrı’nın Eyüp’e verdiği cevap, Eyüp’ün sıkıntıları bu bapta bulunur. Eşinin ölümünden sonra kendini içkiye vuran ve yaşadığı bütün olumsuzluklar için bir kilisenin papazıyla ‘bir peri masalı’nın anlatıldığı diyaloglara giren Nikolai’a şeytan tarafından  birçok kötülüğe uğrayan Eyüp Peygamber’in her şeye rağmen Tanrı’ya olan inancını yitirmediğini hatırlatılır. Ancak Nikolai peri masalı deyip geçiştirse de aynı Eyüp gibi şu soruyu soruyordur: “İstediğinizi seçebiliyor ve herkesin bildiği gibi dürüst bir kulun değerini biliyorken neden öfke ve nefrette ısrar ediyorsunuz?”…

Kovács, Modern anlatıların bireyin özgürlüğünün toplumsal düzen tarafından nasıl ezildiğini gösterdiğini belirtir (Kovács; 2010:77). Ailesinin üç kuşağının da yaşadığı yer olan ve dedesinden kalan evi, iktidarın kendisine verdiği güçten cesaret bulup kamulaştırmak isteyen belediye başkanının haksız davranışına direnen ve ‘devleti devlete şikâyet eden’ Nikolai’ın düzene karşı duruşunu ele alan filmde Tanrı’nın ağzından konuşan kilisenin ‘haksız güce’ verdiği sonsuz yetki de göze çarpmaktadır. Üstelik bu haksız istilanın oldukça kutsal bir amacı da vardır. Üç kuşağı içinde barındıran ve alın teriyle yapılmış olan evin yerine gösterişli bir kilise inşa edilecektir.“Sinemada yatan politik çıkarlar son derece güçlüdür; çünkü filmler, sosyal gerçekliğin şu ya da bu şekilde inşa edilmesine zemin hazırlayan psikolojik duruşları, dünyanın ne olduğuna ve ne olması gerektiğine ilişkin ortak düşünceyi yönlendirerek toplumsal kurumları ayakta tutan daha geniş bir kültürel temsiller sisteminin bir parçasıdır. (Ryan, Kellner; 1997: 37-38)”. Nikolai’ın evine el koymak için belediye başkanı, emniyet müdürü, kilisenin piskoposu çeşitli toplantılar yaparlar ve bu toplantılarda belediye başkanı adeta günah çıkarır. Yaptığının kutsal bir şey olduğu, Tanrının ise güçlünün yanında olduğu bu gizli toplantılarda kendisine telkin edilir. Bu anlamda Leviathan, yalnızca ilham aldığı metinlerle değil; oldukça tanıdık olan ve içinde yaşadığımız sistemle izleyiciyi yüz yüze getirmektedir.

Filmdeki bir başka ayrıntı da kadın olgusuyla ilgilidir. Patriark anlatılarda kendini gösteren kadının bütün felaketlerin sorumlusu olduğu ve cezalandırılması gerektiği yargısı Leviathan’da karşımıza bir kez daha çıkmaktadır. Nikolai’ın  ikinci eşi Lilia, ergen şımarıklığıyla baş etmek zorunda kaldığı üvey oğlu, idare etmeye çalıştığı evi ve çalıştığı fabrika arasında bir yaşam sürmektedir. Ancak Lilia kadın güdülerine yenilip, evin davasında Nikolai’ın en yakınında duran ve ona avukatlık yapan arkadaşı Dmitriy ile birlikte olur ve birbirini kovalayan talihsiz olaylar zinciri böylelikle başlar. Arkadaşlarının doğum günü için beraber gittikleri piknikte, Dmitriy ile üvey annesinin yakınlaşmasını Roman’ın tesadüfen görmesiyle başlayıp Lilia’yı ölüme götüren süreç, Nikolai’ın da çöküşü olur. Modernist anlatı eksenine oturan filmde tesadüflerin öneminin büyük olması Modernist anlatının sonunda izleyicinin ‘Her şey çok farklı olabilirdi’ yorumunu beraberinde getirmektedir (Kovács; 2010: 66). Lilia, ayaklarının üzerinde durabilen, bağımsız bir karaktere sahip bir kadınken; Dmitriy de kendisiyle gelmesini istediği halde ataerkil düzene başkaldırmadan işlediği günahı kabullenerek evine geri dönmeyi tercih etmiş; sonrasında işlediği ‘büyük günah’ın (!) bedelini de ödemiştir. Öyle ki filmin bir yerinde arkadaşı Iulia’nın evine misafirliğe gittiği sahnede Iulia’nın küçük oğlunun oyuncak tabancayla Lilia’ya ateş edermiş gibi yapmasının sonucunda Lilia, neden kendisine ateş ettiğini sorar. O yaştaki bir çocuktan gelen cevap oldukça düşündürücüdür: “Çünkü çok güzelsin…” Temel olarak kaderci bir yaklaşıma yakın duran melodram öğelerinin görüldüğü Leviathan’daki bu tip ayrıntılar (kadının konumu, masum bir kurbanın acı çekmesi, duygusal kadercilik vs.), aynı zamanda Modernist Sinema’nın sırtını dayadığı izleği yeniden hatırlatmaktadır. Güzel ve doğru olan yok oluşa, mutsuzluğa ve çile çekmeye her zaman mahkûmdur.

Karanlık bir atmosfere sahip olan ve hemen her sahnede bunu izleyiciye hissettiren filmde yasaların birer prosedürden ibaret olduğu, hukukun hiçbir geçerliliğinin olmadığı, adaletin de güçlüden yana olduğu sıkça vurgulanır. Eve  el konulmasıyla ilgili davada ifade metninin ve verilen kararların hızlıca, hiçbir ses tonlaması olmadan; diğer bir deyişle duygusuzca okunuşu, izleyicinin bir noktadan sonra dikkatinin dağılmasına yol açmakta ve bireyin kendi hakkını araması için giriştiği çabanın önemsiz olduğu yönetmen tarafından vurgulanmaktadır. Yine Nikolai’ın, eşi Lilia’nın şüpheli ölümü sonrası gözaltına alınıp hapse atılma sürecindeki mahkeme sahnesinde de aynı nüanslar barınmaktadır.

Manişeist dokuda ilerleyen ve Tanrı’nın varlığına yer bırakmayan filmde, karanlıkla aydınlığın savaşının izlerini hemen her sahnede görmek mümkün. İzleyicinin aklında yer eden ve bir canavarın gelip yıkacağı evle beraber yok olacak olan üç kuşağın anısına atıf yapılırmışçasına kötü olayların başladığı doğum günü partisinde atış poligonunda hedef olarak kullanılan Sovyet liderlerin fotoğraflarının bulunduğu resim çerçeveleri hem Rus halkının silah, alkol ve güce tapınma karakteristiğini ortaya çıkarıyor; hem de Rus tarihine yapılan en büyük siyasal eleştiriyi içinde barındırıyor: “Şimdikilerin biraz daha duvarlarda asılı durması lazım, onlara ateş edecek kadar olgunlaşmadılar daha…” Filmde sık sık gördüğümüz belediye başkanının makamında veya mahkeme sahnelerinde; duvarda portresi beliren Putin’in ise halkın kendisini hedef tahtası haline getirmesi için olgunlaşması, diğer bir deyişle zamanının gelmesi gerekmektedir.

Batmış olan üç tekne ve devasa bir balina iskeletiyle açılışını yapıp, izleyiciye karaya vuran sert dalgalarla veda eden film, yalnızca Rus halkının değil, dünya halklarının evrensel duygularını da yakalayarak beyaz perdede önemli bir yerde durmayı hak ediyor. Zvyagintsev, Dönüş’le başladığı ve Elena ile sosyo-politik eleştiri çıtasını derinleştirdiği filmografisinde Leviathan’la beraber en yukarıya tırmanıyor. Toplumsal yozlaşma ve siyasi çürümenin bireyleri kıskacına alarak yok edişinin altının çizildiği olay örgüsü, yalnızca sistem eleştirisi yapmakla kalmıyor. O sistemin içinde çürüyen toplumu var eden her bireye sesleniyor: “Leviathan’la savaşabilir misin?

1 Bu devasa Şeytan’dır kötülüğün yastığında, Büyülü ruhumuzu uzun uzun sallayan, Görkemli madeni irademiz o an, Bir buhar olup uçar bu bilgin kimyacıyla… (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri)

KAYNAKÇA

  • Daldal,    (2005).   1960   Darbesi   ve   Türk   Sinemasında   Toplumsal Gerçekçilik, İstanbul: Homer.
  • Kovács, A.B. (2010). Modernizmi Seyretmek: Avrupa Sanat Sineması, 1950-1980, E. Yılmaz (Çev.), Ankara: De
  • Ryan, ,    Kellner,    D.    (1997).   Politik    Kamera:   Çağdaş   Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası, E. Özsayar (Çev.), İstanbul: Ayrıntı.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2015

Bunu paylaş: