Erdal Bey – Serhat Başeğmez

Erdal Bey* 

Karşımdaki yine patladı. Kuduruyordur şimdi. Ampulünü değiştirmeye kim bilir ne zaman gelirler. Her gün penceresinden süzüldüğü evin içine bugün sızamıyor ya, patladığı gibi çatlıyordur da. Tam karşısında oturan abi kardeş yeni ne hikâyeler yazıyorlar acaba? Sokakta olup bitenleri görememesine ne demeli? Acaba hemen sağımdaki ahşap apartmanın giriş katında oturan Erdal Bey, iki arabanın geçerken aynalarını kapattığı bu dar sokağa arabasını yine sarhoş sarhoş mu park etti? Sarhoşluktan arabanın direksiyonunda sızdı mı? Yoksa kendini son bir hamleyle arabadan attı mı? Evine çıkmadan önce, kafasını yukarı kaldırıp “Ulan sokak lambaları sizde olmasanız ne yapardık bu dar sokakta, ne yapardık bu uzun boylu evlerin arasında?” dedi mi kelimeleri yuvarlayarak, ya da devrik cümleler kurarak?

Sokağın darlığından dolayı, yok aynası kırılır, yok kapılarına sürttürürler, yok sarhoşun biri gelir dangadanak girer diye kimse arabasını koymaya cesaret edemezdi, tek bir kişi dışında, o da Erdal Bey. Erdal Bey tüm sarhoşluğuna rağmen, arabayı kullanır, evinin önüne kadar gelir, arabanın kıçı küçük bir açıyla dışarıda kalsa da duvara neredeyse sıfır yanaştırır, motoru susturur, koltuğa yaslanıp, park halinde gözleri kapalı müzik dinlerdi. Her defasında tüm sokak işte sızdı derken arabanın kapısı açılır ve Erdal Bey tüm sokağa içten bir selam çakardı. Sokakla konuştuğu da olurdu kimi zamanlar, ama en çok sokak lambalarıyla konuşurdu.

Karşımdaki, bugün Erdal Bey’in bizimle haftalardan sonra ilk defa konuştuğunu göremediği için çok üzülecek. Hele hakkımızda söylediği güzel şeyleri duyamadı ya…  Ampulü  takılınca  kesin  her  şeyi  soracak  bana  ve  ben  neler  söylediğini anlatmayacağım. Neşesi yerindeydi Erdal Bey’in. Elinde sallanan siyah poşetteki biralardan belliydi evde içmeye devam edeceği. Tüh be!

Erdal Bey, evde içmeye devam ettiği günler, onunla alakası olsun ya da olmasın, kesin bir olay olurdu sokakta. Eve girer, loş ışığını, müzik setini ve birasını açıp, öylece atardı üstündekileri salonun ortasına. Camı perdeyi açar müzik dinlerdi uzandığı koltuğundan. Ama her ne hikmetse, hareketsizce yattığı koltuğunda sokaktan gelen en ufak bir sese tepki gösterir, yüksek bir ses gelirse de pencerenin dibinde biterdi. Ve bütün bundan sonrasını sadece evinin karşısındaki sokak lambası görürdü.

Hayır, anlatmak zorundayım neler söylediğini Erdal Bey’in yoksa şu karşımdaki patlak, sokakta olay olduğu zaman Erdal Bey’in evinde neler oluyor bir daha anlatmaz bana. Neyse bende bir kaç gün geç söylerim. Şu sokağın başındaki kim? Yoksa Emel mi? Vay be demek ki şu mendebur adamla yine barıştı.  Adamın evli olduğunu bile bile gençliğini bu adamla heba etti. Çok mu aşık acaba? Adamın âşık olmadığı belli de, Emel yanıyor. Külün altında harını kaybetmesin diye bekletilen köz gibi yanıyor hem de.

Emel, haftada en az iki üç kez, gecenin geç ya da sabaha yakın saatlerinde sokağın başına gelir, köşedeki kaldırama oturur, evli ve çocuklu sevgilisini beklerdi. İlk zamanlarında adam erken gelirdi de, sonradan sonraya Emel erken gelmeye başlamıştı buluşmalara. Emel’in oturduğu köşe yokuş aşağıydı ve bu yüzden, sokağın içinden çıkıp gelecek sevgilisini sırtı dönük beklerdi. Bu durumu severdi için için. Bir bakar gelen giden yok, bir bakar “işte geliyor benimki” derdi. Görmemiş gibi yapıp, sokak lambalarının arasından gelen, tüm sokak kendinin zanneden bu adamın omzuna dokunuşuyla sevinerek irkilirdi. Tutardı kendini. Koşardı korkakça. Sığınırdı korkaklığına. Korkaklığı, ona savunma hakkı veriyordu. “Herkesin  korktuğu bir  şey  vardır, ben de korktuğum şeyleri göstermekten korkuyorum” diye içinden geçirdimi, hazmederdi tüm yutkunduklarını. Bu karşı koyamadığı korkaklığına karşı koyamadığı gibi, Erdal Bey’in üst katından sessizce inip gelen adama da karşı koyamıyordu. Tüm sokak aralarındaki ilişkiyi öğrenip kıza ‘orospu’ adama da ‘şerefsiz’ demesine rağmen hiç onların kulağına gitmemişti.

Tüh ki ne tüh? Bugün sokağın başında Emel de beklemekte ya, kesin Âdem yine yasağına gidecek ve Erdal Bey kesin bugün odanın içinde deli gibi dolanıp kendi kendine türlü şeyler söylenecek. Keşke karşımdaki patlak olmasaydı da anlatabilseydi tüm olanları.

Neyse bundan sonrasını ben anlatayım size, artık korkaklığın bir lüzumu yok. Bugün Âdem’in ne kadar sessiz olmaya çalışırsa çalışsın o kapıdan çıkışının sebebinin ne olduğunu bilmem beni derinden üzen bir şey olduğu için, yattığım koltuğumdan fırladım ve her zaman yaptığım şekilde perdenin arasından ne olduğu anlaşılmayan bir karartı gibi bu yasak buluşmayı gözetledim. Ne göreyim! Âdem, Emel’in karnına soktu çıkardı bıçağı. Hiç bağrışma kavga, gürültü de olmadı. Her şey birden oluvermişti. Pencereden arabanın üstüne atladığım gibi koşarak, hiçbir şey olmamış gibi geri dönen Âdem’in yanından geçtim. Emel’in yarasına elimi bastırıp başını sağ koluma yatırdım. Ah Emel’im, yıllardır bir türlü sevdiğimi söyleyemediğim, üstümde oturan karı düşkünü Âdem ile birlikte olduğunu duyunca hiç söyleyemediğim Emel’im. Bu it bir gün bu kıza bir şey yapar diye, hemen koşup yetişeyim düşüncesiyle arabamı penceremin altına park ederdim. Neden korktuğumu, çekindiğimi bilmiyorum ama bir türlü söyleyemedim: Kendinden üçüncü tekil şahısmış gibi bahseden ben, Erdal Bey.  Emel gülüyorsun değil mi?

Emel, Erdal Bey’in sayesinde ölümden döndü. Emel hastanenden çıkınca sokakta güzel bir düğün yapıp Erdal Bey’in evinde yaşamaya başladılar. Erdal Bey arabasını artık sokağa park edemiyor, çünkü düğün masrafları için arabasını satmak zorunda kalmıştı. Bu arada karşımda ki yine patlak ama bugün patlak olmaması gerekliydi. Bugün Emel ve Erdal’ın evliliklerinin ilk yıl dönümü ve Emel’in üstündeki külü üflemeyi çok iyi biliyordu Erdal. Bunu ben nerden mi biliyorum? Biliyorum çünkü karşımdaki Emel ile Erdal’ın Âdem ile Havva’yı kıskandıran sevişmelerini soluksuz anlatır bana. Abi kardeşe gelince onlar yazı çizi işlerine devam ediyorlar korkusuzca.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2015

Bunu paylaş: