Animasyonlar ve Değişen Müzik – Selin Süar

Animasyonlar ve Değişen Müzik*

İnsan, sosyal bir varlık olarak doğduğu andan itibaren çevresiyle etkileşim içine girer. İlk başta anne ve babayı rol model alan çocuk, zaman içerisinde içinde yaşadığı toplumun kültürel özelliklerine olan aidiyetini çevresiyle ve eğitimle kazanır. Günümüzde sosyal çevrenin ve okulun yanında kitle iletişim araçlarının da bu aidiyetin kazanılmasında, ideolojilerin oluşumunda etkin bir rolü bulunmaktadır. Başta televizyon ve internet bireylerin hayatını etkileyen, hatta onu şekillendiren bir yerde konumlanmaktadır. Sinema, bir kitle iletişim aracı ve yedinci sanat olarak varlığından bugüne dek kitleleri şekillendirmekte ve yönlendirmekte büyük bir işleve sahiptir. 1896 yılında, Paris’te bulunan Grand Cafe’de, görüntüleri kaydeden ve bir ekran üzerine yansıtmaya yarayan sinematograf, Lumiere Kardeşler tarafından ilk kez halka tanıtıldığında büyük heyecan uyandırır. Sessiz sinema çağı olarak nitelendirebileceğimiz bu görüntüler, sinema dilinden oldukça uzak olan belge ve haber görüntüleridir. Sinemanın kendine özgü anlatım olanaklarından yararlanma ve öykü anlatma dönemi, temel olarak Fransız yönetmen Georges Melies’le başlar. İlerleyen dönemde, bu alanda baş gösteren rekabet, yapımcıları kitlelerin ilgisini uyandıracak yeni filmler yapmaya iter. Böylelikle birkaç makaralık uzun filmler de yapılmaya başlanır. En nihayetinde Amerika’da uyarlama eserler beyaz perdeye aktarılmaya ve ‘star system’ (yıldız oyuncular) ortaya çıkmaya başlar.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’da Fransız ve İtalyan sinemaları öncül konumdadır. Sinemayı seyirlik eğlenceden bir anlatım aracına yükselten en önemli kişi olan Griffith, tarih sahnesine çıkmıştır. Sinemanın olanaklarıyla atmosfer kuran, duygu ve düşünceleri en çarpıcı biçimde aktaran Griffith, film yapım sürecinin temel ilkelerini oluşturmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında yine en önemli gelişmelerden biri, savaştan mağlup ayrılan Almanya’dan gelmiştir. Dışavurumcu Alman Sineması, 1920’lerde gelişiminin doruğuna varır. Bununla beraber savaş sonrasında sinema alanındaki en önemli gelişmelerden biri de Sovyetler ’de ortaya çıkar. Sinemanın bir propaganda aracı olduğunu kavrayan Sovyet hükümeti, dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü’nü (VGİK) kurar. Amerika ise aynı dönemde film yapım, dağıtım ve gösterimi en önemli sanayi dallarından biri haline gelmiştir. Geniş kitleleri cezbeden popüler sinema türleri de bu zamanda oluşmaya başlamıştır. Elbette bunlar arasında en çok ilgi göreni komedi olmuştur. Herkesin bildiği üzere Charlie Chaplin, Fatty Arbuckle veya Harold Lloyd gibi sanatçılar ortaya çıkmıştır. Bu filmlere bakılacak olduğunda, görüntülere bir piyano eşlik etmiş ve klasik müzik eşliğinde dönemin popüler eserleri çalınmıştır. Zamanla piyano, yerini, salonun kenarına kurulan orkestraya bırakmıştır. Bu nedenle denilebilir ki, sinemanın müzikle birlikteliği eski yıllara dayanmaktadır.

Canlandırma Sineması

Günümüz sinemasının en vazgeçilmez öğelerinden biri olan animasyon, yani canlandırma sineması resimlerin hareketli oldukları yanılsamasını uyandıracak biçimde düzenlenmesidir. Bir başka deyişle fotoğrafların art arda sıralanıp gösterilmesine dayanan animasyon tekniği, var oluşundan bugüne dek çocukların ilgisini en çok çeken türlerden biridir. Farklı olay örgüleri, karakterleri ve anlatım teknikleri ile çocuklara hitap eden animasyonlar daha ziyade eğlenceli, mizah anlayışıyla donatılmış ve hareketlerin seslerle desteklendiği, müziğin yoğunlukta kullanıldığı bir şekilde karşımıza gelmektedir. 1920’li yıllarda Walt Disney’in ilk sesli animasyon filmleri  ile birlikte çizgi film sektörü bir eğlence aracı olarak büyük bir aşama kaydeder. 1923 yılında Walt Disney’in sahibi olduğu stüdyo iflas edince Disney kendine yeni bir stüdyo açar. Burada çizgi film karakterleri kullanarak animasyonlar yapmaya başlar. Bu nedenle Walt Disney, animasyon kültürünü oluşturan en önemli isimlerdendir. Sonuç olarak 1928- 1938 yılları arası, çizgi film sektörü bir anlamda altın çağını yaşar.

Çizgi filmler, çocuğun, hayatı bilişsel ve duyuşsal olarak kavradığı evrelerde, çocuklara hitap eden, onların bilinçaltına sızan oldukça önemli bir tür olarak karşımıza gelir. Animasyonlarda müzik kullanımı yine hikâye örgüsü kadar önemlidir. Müzik, sinema gibi güzel sanatların bir koludur ve sanatın işlevi düşünüldüğünde müzik ve sinemanın bir toplumda kültürün taşıyıcıları olduğunun altını çizmek gerekir. Animasyonlarda film müziği, film görüntüleriyle aynı potada birleşen bir çerçeve içinde sunulmaktadır. Bu nedenle filmin ritmiyle paralel ilerlemekte ve görüntülerden bağımsız değerlendirilememektedir.  Animasyon türünün oldukça geliştiği Japonya ve Amerika gibi ülkelerde sektör içerisinde teknik, çizim, modelleme kadar müzikler de bir endüstri haline gelmiştir ve hayati önem taşımaktadır. Bu anlamda sinema ve müzik; birer popüler kültür ürünüdür ve her popüler kültür ürünü gibi sisteme endeksli icra edilmektedirler. Müziğin önemli bir kültürel olgu olduğunu düşündüğümüzde ve müzikle beraber izlerkitleye sunulan filmlerin etkileyicilik oranının ne kadar arttığı göz önünde bulundurulduğunda her iki sanatın da kitleleri yönlendirme gücünün devasa olduğu görülür.

Günümüzde popüler kültürün dayattığı en önemli olgulardan biri eğlence olmaktadır. Televizyon içerikleri ve yine sinema endüstrisinde yan sanayi ürünlerine kadar her şey eğlenceye ve tüketime dayalı tasarlanmaktadır. Bu bağlamda animasyonlarda müziğin eğitici olma özelliğinden ziyade eğlendirici olma özelliği barındırmasına yer verilmektedir. Amaç, izleyicilerin hoş zaman geçirmesidir. Teknolojinin de etkilediği bu manzarada kuşaklararasındaki fark artmaktadır. “Ekonomik ve mekanik olarak yayılan müziğin canlı ve kaydedilmiş pop müzik dinlemenin standardı haline geldiği, bir çocuğun görüntüyü dondurabildiği, yazılı metinleri ancak yeniden okuyabilecekken bir sesi ya da görsel bir bölümü tekrar tekrar izleyebildiği, televizyon ekranlarında dramatik bir anlatımı otuz saniye içinde aktarmak gibi teknolojik yenilikler karşısında teatral bir görünümün hiçbir etki yaratmadığı bir çağda yetişmiş birinin, modern yüksek teknolojinin bütün mevcut televizyon kanalları sayesinde algının birkaç saniye içinde harekete geçirilmesini mümkün kılmasından önceki günlerde geçerli olan basit çizgisel ya da ardışık algıyı hatırlaması pek mümkün değildir” (Hobsbawm, 2006: 675). Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren çizgi filmlerin de içeriği, yapısı ve buna paralel olarak müzikleri de değişmiştir. Kahramanı temel alan, mücadeleyi ve savaşı hikâye örgüsüne koyan animasyonlar, günümüzde daha çok şiddet içerikli olmuş, yaş grubunun belirlenmesi, olumsuz sözcük kullanımının yasak olması gibi kıstaslar neredeyse ortadan kalkmıştır.

Televizyon bu aşamada bir nebze olsun sansürlenebilen bir kitle iletişim aracıyken internet üzerinden film içeriklerine kolayca ulaşılabilmesi ve elbette üç boyutlu teknolojilerle modellenen bilgisayar oyunları ve yine buna göre tasarlanan müzikler; çocukların şiddete eğilimli olmalarını da beraberinde getirmektedir. Beyaz perdede ise durum biraz daha değişiktir. Yaş grubuna ve cinsiyete göre film içerikleri ve müzikler değişse de hip-hop, rap, rock gibi türler animasyonların içine girmiştir. Bununla beraber Ruhların Kaçışı, Komşum Totoro, Küçük Deniz Kızı, Karınca Z ve ismini sayamayacağımız birçok animasyonun tema müziği çok güçlü orkestralar tarafından, güçlü operalar şeklinde bestelenmiştir.

Sonuç olarak bir sanat yapıtı, kendisini çevreleyen toplumsal, tarihsel, ekonomik ve sosyo-kültürel koşullardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Sinema, toplumların görsel belleğini oluşturan ve gelecekle köprü kuran bir sanat dalıdır. Müzik ise neredeyse insanoğlunun varlığından beri olan en eski sanat dallarından biridir. İlkel insanların taşlardan, kemiklerden yaptıkları enstrümanlarla doğadaki sesleri taklit etmesine kadar uzanan bir tarihi bulunmaktadır. Sinema ve müziğin birlikteliği ise sinemanın ilk yıllarına dayanır. Sessiz film döneminde animasyon örnekleri de dâhil olmak üzere karakterlerin hareketlerine ve olay örgüsüne müzik eşlik etmektedir. Animasyonlarda yer alan çocuk karakterler, mekân, hayvanlar, şirin yaratıklar, fantastik bir dünya; çocukları çizgi filmlere bağlayan temel unsurlar arasındadır. Çocuklar, animasyonda izledikleri kahramanlarının dünyasının gerçekliğini ayırt edememekte ve çoğu çocuk, kendini animasyon kahramanıyla özdeşleştirmektedir. Animasyon için yapılan müziğin payı da bu bağlamda oldukça büyüktür. Çizgi film bir iletişim aracı olarak; içinde barındırdığı karakterler, hikâye kurgusu veya çizdiği atmosferle kültürü ve ideolojiyi izlerkitleye aktardığı gibi çizgi film müziğiyle de aktarabilmektedir. Hatta film müziğinin bu aşamada payı büyüktür. Ancak dayatılan kapitalist hegemonya, iktidar temsillerinin güçlendirilmesi ve popüler kültür kodlarıyla hem çizgi filmlerin içeriği hem de müziğinin tarzı değişmiştir. Bu bağlamda özgün ve eğitici çalışmaların yapılması, şiddet içeren görüntülerin ve bu tarz hisleri uyandıracak müziklerin uzak tutulması her şeyden önce çocukların ruh sağlığı açısından ve bilinçli bireyler yetiştirmek adına önemli bir görevdir.

KAYNAKÇA

HOBSBAWM, E. (1996). Kısa 20. Yüzyıl 1914 – 1991 “Aşırılıklar Çağı”, (Çev: Yavuz Alogan), İstanbul: Sarmal Yayınları.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatederginisan2015

Bunu paylaş: