Özgürlük Maskesi Altında – Selin Süar

Özgürlük Maskesi Altında*

Sanat eserini ortaya koyan sanatçının, içinde bulunduğu ülkenin sosyo-politik şartlarını eserinde yansıtarak topluma liderlik etmesi, toplumu kültürel olarak iyiye taşıma çabası, sanatçı ve toplum konuları ele alındığında olmazsa olmaz niteliklerden biri olarak karşımıza gelmektedir. Marksist ideolojiye göre, devrimle beraber, burjuvazinin tekelinden çıkan kültür, toplumdaki her tabakanın ortak kullanım alanı haline gelmiş, topluma hizmet eden devrimin ideolojisini yansıtan bir niteliğe bürünmüştür. Buna göre işçi sınıfı burjuvaziye karşı yalnızca örgütlü bir mücadeleyle değil, ideolojik olarak da karşı durmalıdır.

Genel olarak bakıldığında sosyalist gerçekçi anlayışın temelinin Marksist ideolojiden, yani Marks ve Engels’in eserlerinden temel aldığı görülmektedir. Buna göre toplumda yer alan sanatçı, toplumun parçası olduğundan ait olduğu sınıfın düşüncelerini yansıtmalı ve toplumdaki her bir kişinin estetik anlayışını, içsel dünyasını şekillendirmesiyle beraber kültürel sahada düşünceleri, kuralları ve değerleri aşılayan bir lider konumunda olmalıdır. Dolayısıyla sanat alanında yalnızca içerik olarak değil, estetik, yani biçimsel açıdan da yapılan her devrim, politik alanda da bireyi şekillendiren bir araç konumunda olmalıdır.

Sanatta gerçeği/gerçekçiliği arayış karşımıza 19.yy’dan önce gelmese de yüzyıllardır insanoğlunun karşısında olan bir durum olarak belirir. Örneğin Platon’a göre sanat gerçeklikten uzaktır. Sanat eseri, temsil ettiği objeye benzese de onun gerçekliğini taşıyamaz, çünkü onun taklididir. Bu taklit ise formun ve görünümün bir taklidi olarak karşımıza gelmektedir. Bu nedenle Platon’a göre sanat, realizmden uzak kalır ve gerçekten/gerçekçilikten uzak olan bir şeyin doğru bir amaca yönelmez. Hatta daha da ileri giderek sanatı zararlı bir uğraş olarak kabul eder. Diğer taraftan 19. yüzyılda Romantizmin duygu yüklü yönüne karşı olarak gelişen Realizm akımı, sanatta, toplumların yaşayışlarını, oluşumlarını gerçekçi bir anlayışla ele alma çabasındadır.

Ekim Devriminin ardından yapılan her işte devrimin tüm alanlara yayılması hedeflendiğinden, ideolojiye uygun olarak eylem sahaları da genişletilmiş ve yalnızca eğitim değil, kültür-sanat alanında da atılımlar yapılmıştır. Devrim öncesi yalnızca burjuvazi ve Çarlık’ın elinde olan sanat kurumları halkın hizmetine açılmış ve hatta yine burjuvaziye ait olan birçok yer kamulaştırılarak sanatın hizmetine sokulmuştur. Sanatın da her alanına yayılan Sosyalist Gerçekçilik, emperyalizm ve geri kalmışlığa karşı, sosyalist demokrasiden yana tavır almaya başlar. Politik bir içeriğe sahip olan bu realizm anlayışı, sanatı da politikanın bir uzantısı haline getirmiş ve proletaryaya yalnızca sosyalist ideolojinin çerçevesi dâhilinde hitap eden sanatsal bir duruş haline gelmiştir. Sanat anlayışının olmadığı bir toplum mutlaka ki tasvir edilemez. Sanatın yönlendirme ve propaganda işlevi ise yalnızca Sovyetlerle keşfedilen bir süreç değildir. Kapitalist toplumların Sovyetlerle ilgili en önemli eleştirilerinden biri sanat alanında Sovyetler Birliği’nin baskıcı, sansürcü, diğer bütün görüşlere yaşam imkânı tanımayan bir diktatörlük olduğudur. Bu konuda yalnızca kapitalist toplumlar değil, Sovyetlerin içinden çıkan kişiler de çeşitli eleştirilerini dile elbette ki getirmişlerdir; ancak özgürlük söylemi adı altında yapılan bütün bu yargılamaları Sovyetler ne kadar hak ettiler?

 

Sinema ve Propaganda

Her yönetimin bir ideolojisi bulunur. Sovyetler Birliği’nde devrim ideolojisinin bütün sanat dalları üzerindeki etkisi önemli bir yerde konumlanır. “…Bireyin dünya görüşü, nihayetinde onun varlığına hükmeden üretim ilişkileriyle gerçek ilişkisini temsil etmek yerine üretim ilişkileriyle olan gerçek ilişkisiyle kurduğu hayali ilişkileri temsil eder. Kısacası Althusser ‘ideoloji eşittir gerçek ilişkilerle kurulan hayali ilişkilerdir’ der (MacBean, 2006, s.146). Ekim Devrimiyle birlikte, Sovyet ideolojisini belirleyen “toplumsal yararlılık” ilkesi, sinemada da kendini gösterir. Bu doğrultuda Lenin, sinemayı büyük bir propaganda aracı olarak görmüş, sosyalist devrimin halkın her kesimine anlatılabilmesi için ajit-trenler oluşturulmuş, sinemaya devlet eliyle büyük bir destek verilmiş ve gerek biçim gerekse içerik açısından ‘Devrim Sineması’, kendini kısa süre içerisinde göstermiştir. 1919 yılında VGIK (Sovyetler Birliği Devlet Sinema Enstitüsü)’in kurulmasıyla sinema endüstrisi yeniden yapılandırılmıştır. Sinema, bir eğitim ve propaganda aracı olarak öne çıkarılmış, toplumsal yararlılık ilkesi gereğince, ideolojik kaynağı Marksizm olan, toplumdaki gerçekleri ve çarpıklıkları saptayan ve bunlara sosyalizm doğrultusunda çözüm arayan, estetik ve öz bakımından da yeni formlar üreten/getiren filmler yapılmaya başlanmıştır. Sosyalist Realizm, Marksizm öğretilerinden yola çıkar ve ilk etapta, toplumu oluşturan farklı sosyal sınıflar arasındaki mücadelenin bir aracı olarak edebiyatı işaret eder. Akım, toplum yapısını, toplumdaki çarpıklıkları incelerken, bunları neden-sonuç ilişkisi bağlamında ele alır ve bir çözüm sunar.

Başta Vertov olmak üzere devrim sinemacıları, sinemayı bir eğitim ve propaganda aracı olarak görmelerinin yanında sinema tarihinde sinemanın kendi dili için belki de en büyük yenilikleri, farklı estetik arayışları ve içerikleri sunmuşlardır. Sine-Göz ve Sine-Gerçek fikriyle toplumun yeniden inşa sürecinde sinema sanatına getirdiği radikal söylemler ve estetikle kamerayı doğruca toplumun içinde konuşlandıran Vertov, ilerleyen yıllarda dışarı itilse de, onun gerçeği arayış hamleleri yedinci sanatın geleneksel hikâye örgüsü anlayışından sıyrılmasına ve yeni çabalara ışık tutmuştur. “Biz kinochestvo’yu yabancı maddelerden, müzik, edebiyat ve tiyatrodan arındırıyoruz; başka bir yerden araklanmamış olan kendi ritmimizi arıyor ve bunu şeylerin hareketinde buluyoruz. BİZ sizi şuna davet ediyoruz: Romansın tatlı kucağından, psikolojik romanın zehrinden, zina tiyatrosunun pençelerinden, sırtınızı müziğe yaslamaktan –uzak durun-. Kendi malzememizi, kendi ölçümüzü ve kendi ritmimizi aramak için açık alanlara, dört boyuta (üç + zaman) –uçun-.” (Vertov, 2007, s.5).

Hollywood sineması kendi sektörel yapılanmasıyla ulusal değerlerini konu alan, neyi anlattığından çok, anlattıklarını sistematikleştirdiği tür filmleri sayesinde izleyicilere kendi geleneklerini, düşüncelerini farklı yollarla aktaran filmler yapmışlardır. Hollywood, ulus-ötesi izleyiciye ulaşmış ve diğer ülkelerin sinemasını da etkileyen büyük bir başarıya ulaşmıştır. I. Dünya Savaşıyla birlikte başlayan tekelci Stüdyo Dönemi ile popüler tür filmleri güçlü bir iç ve dış pazar olanağı çerçevesinde tüm dünyaya yayılmıştır. Evrensel değerlere seslenen bu filmler, Amerikan sistemini kimi zaman eleştirse de ülkedeki sansür mekanizmalarından bağımsız çalışamamış ve temelde Amerika’nın en yüce, en özgürlükçü, en iyi yönetim sistemine sahip olduğu söylemleri daima var edilmiştir. Chomsky’nin kitle iletişim araçları ve medya temelinde propaganda modeli, güç, iktidar, sermaye ve çıkar ilişkilerine dayanır. Kitlelerin düşüncesi üzerinde himaye kurmaya, onları yönlendirmeye ve rızalarının alınması yönünde içeriklerin özelliklerinin açıklanması için kullanılır. Sosyalist Realizme karşı duran anlayışlar, onun yöntemini baskıcı, didaktik ve kısıtlayıcı olarak küçümsemeye çalışmışlardır. Oysa özü itibariyle bu tarz bir gerçekçilik, ilerici, estetik yaratıcı tecrübelerin topluma mal edilmiş bütünü olarak görülebilir. Zira bugün bile kitlelerin en çok tercih ettiği tür filmleri, özgürlükten ve demokrasiden yana, yeniliklere açık, toplumsal sorunları dile getiren ve onlara çözüm bulan nitelikte gibi görünse de sistemin temel iskeletini koruma konusunda hiçbir şekilde taviz vermemektedir. Diğer taraftan bugün bağımsız olarak nitelendirilen, ticari sistemde yer bulamayan filmlerin yaşama şansı ancak festivallerle mümkün olmaktadır. Tekelleşmiş dev stüdyolar ve dağıtım şirketleri bu direnç noktalarını kıran yönetmenlere yaşam şansı tanımamakta, filmler güç bela dağıtıma girse de bir tarafta haftalarca gösterimde kalan filmlerin yanında bir iki gün gösterimde kalan filmlerin yaşam şansı olmamaktadır. Sektörel yapısıyla ve tamamen ticarete dönük yüzüyle kendi değerlerini popüler türler altında kitlelere dağıtan Hollywood, demokratik seçimler adı altında yüzünü gizleyen bir maskeyle yıllardır sistem ve kendi ideolojisi lehine çalışmaktadır.

KAYNAKÇA                          

  • McBean, J.R. (2006). Sinema Ve Devrim. (E. Yılmaz, Çev.). İstanbul: Kabalcı.
  • D. (2007). Sine-Göz. (A. Ergenç, Çev.). İstanbul: Agora.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi95

Bunu paylaş: