Romantik olduğu kadar akılcı bir komünisti, sahne sanatlarının ve sinemanın büyük oyuncusu Tuncel Kurtiz’i yitirdik… Her ne kadar son dönemdeki reklam ve dizi seçimlerini eleştirsek de hatta bu uğurda kimi çağdaş bağnazların hışmına uğramış olsak da Tuncel Kurtiz kendisiyle çeşitli tarihlerde geçirme şansına eriştiğimiz kısa anlarda bilgeliği, derinliği ve mütevaziliğiyle “aydın” kimliğinin ne anlama gelmesi gerektiğinin altını çizen bir sanatçıydı. Bugün sinema tarihimize baktığımızda “Yılmaz Güney Sineması” diye bir olgudan söz ediyorsak, bunun atar damarının Tuncel Kurtiz olduğunu unutmamalıyız. Çünkü Kurtiz olmasaydı Umut, Sürü, Duvar iyi filmler olarak kalabilirdi, ama Onun benzersiz oyunculuğu her birini başyapıt yüceliğine taşıdı.
2007 yazında, Kaz Dağları’ndaki Çamlıbel köyünün festivalinde “Şeyh Bedrettin”i değerli sanatçı Sema ile birlikte köy meydanında sahnelemesine tanık olma şansına eriştiğimizde ise “giriş” olarak verdiği tarih tersi en az destanın kendisi kadar destansıydı. Bedrettin’in yoldaşlarına sık sık gökyüzünü ve yıldızları göstererek söylediği “bakın birbirlerinden farklılar, kimi küçük kimi büyük, ama hepsi bir arada denge içerisinde, eşitçe yaşayabiliyorlar” sözlerini paylaştıktan sonra Mustafa Kemal’in isteğiyle kemiklerinin Anadolu’ya getirildiğini belirtmişti. Ama Tuncel Kurtiz’in altını en çok çizdiği dolayısıyla en çarpıcı hale gelen nokta, idam anında Bedrettin’in sarfettiği cümlelerdi: İdam anında cellatlar tarafından halkın karşısında çırılçıplak soyulan Bedrettin, alaylı biçimde o çok sevdiği halkının karşısında kızardığını söyleyen Osmanlı yöneticilerine cevaben “Güneş de Batarken Kızarır” demiştir.
Bedrettin’i ve daha nicelerini ölümsüzleştiren Sevgili Tuncel Kurtiz’i sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe uğurlarken, bilgeler çağının belki de son temsilcilerinden biri olduğunu özümseyerek saygı ve özlemle anıyoruz.