Suyu kesin – kilide ateş et
Gidin başka yerde oynayın – başka yere giderim öyleyse
Bekle – neden
Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum – bu iyi bir fikir
Bunu kafana sok – Çık git buradan
Çalışıyordum – Eğitim veriyordum
Yukarıda sıralanan ve hiçbir anlam ifade etmeyen cümlecikler, Luc Besson’un kült filmi Leon’un 4 Ağustos 2014 tarihinde CNBC-e kanalında yayınlanması esnasında ortaya çıkan altyazı hatalarından kısa bir demet. İlk gruptakiler filmde karakterlerin sözleriyken ikinci grup kanalın uygun gördüğü çeviriler. Bir çok DVD’de de yaşanan bu üst düzey özensizliğin ulusal yayın yapan ve “TV’de sinema keyfi” söz konusu olduğunda orijinal dil-altyazı tercihinden ötürü sinemaseverler tarafından hatırı sayılır yegane kurumda yaşanması gerçekten düşündürücü.
Bu konuya eğilirken sorunun temellerine inmek gerek. Bir benzeri ABD’de görülen ve ülkemizde tembellik kokan akıl dışı “altyazıları okurken filmi izleyemiyorum” ezberiyle beslenen dublaj sevdası, film izleme eyleminin sinema seyretmeye evrilememesinin de gerekçeleri arasında görülebilir. Bu durumun tek artısı, dublaj konusunda dünyada isim yapmış bir yetkinliğe erişmemiz. Öyleki geçmişte “Geleceğe Dönüş” ve “Rocky” serileri ve yakın zamanlarda kimi çizgi film örneklerinin özenli ve üzt düzey seslendirmeleri neticesinde filmleri orijinal dillerinde izlemek bariz bir yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Son yıllarda ise yabancı dil eğitimlerinin yaygınlaşmasıyla (gelişmesi değil) birlikte yabancı filmleri altyazıyla izleme talebi de artış gösterdi. Böylelikle ABD izleyicisi gibi her izlediğini kendi dilinde duymak isteyen kitlemizin yanına evrensel sinema kültürü daha yoğun olan bir izleyici kitlesi eklendi. Bu kitlenin büyük bölümünü oluşturan yeni kuşak, seslendirme filmlerindeki çeviri hatalarından ve dildeki sansürden yakınıyordu. Sansürün giderek ezdiği televizyon yayıncılığımız söz konusu olduğunda aynı kitlenin beyaz ekrandan uzaklaşarak internet başta olmak üzere farklı seyir sahalarını tercih etmesi kaçınılmazdı.
Uzunca bir parantez açarak ülkemizdeki aydınların, sanatçı ve sanatseverlerin TV sansürüne süratle boyun eğdiğini ve halen halkın tamamına erişim noktasında en önemli aygıt olan televizyonda bir cephe açmak yerine kendi bildiklerini okuduklarını belirtmek gerek. Artık önü alınamayan sansür karşısında filmlerini televizyona satmayı reddedecek ya da anlaşmalarına buna dair maddeler ekleyecek sanatçılarımız ya da sanatçıları buna zorlayacak izleyici kitlesi çıkmadı. Filmlerin kimi noktalarının sansürlenmesine dair telefon açan muhafazakar bir kesim varken, sansürün anlamsızlığı ve seyir zevkini mahvettiğine dair devlet kurumlarına telefon açıp şikayetçi olan bir toplam yaratamadık. Dünyaca örneği zor bulunacak şekilde parayla satın alınan kimi DVD’lerin, dijital yayıncılığın “izle-öde” veya sinema paketi şeklinde sunduğu paralı kanalların sansürlü yayınlar ortaya koymasına ses çıkartmadık. Bunu yapmadık çünkü nasılsa internet vardı, sinema salonları bizimdi. İnternetin ve eriştiğimiz yayınlarının her hangi birinin yasaklanıp yasaklanmayacağı gerici bir iktidarın tercihine kalmış durumda. Çevrim içi film izleme keyfimizin geleceğini öngörmemiz mümkün değil. Hatta aynı zihniyetin eylem ve söylemlerine bakıldığında sinema salonlarında özgürce seyrettiğimiz filmlere müdahele edilmesi geçtiğimiz aylarda Trier’in “İtiraf” filminin yasaklanmasıyla birlikte distopya olmaktan çıkıp hakikat halini aldı. Tepkisellik noktasında bir diğer boyun eğişimiz ise akıllı işaretler konusu. Bir kanal, yayınına yaş ve içerik konusunda uyarılar ekliyorsa teknik olarak görevini yerine getirmiş demektir ve ailelerin bunu değerlendirerek hareket etmeleri beklenir. Dolayısıyla filmin sansürsüzce yayınlanması mantığa uygunudur. Fakat bunun tam tersi yapılarak filmdeki akıllı işaretlere sebebiyet veren her şey kesiliyor ya da buzlanıyor. Öyleyse şu haklı soruyu kanallara ve RTÜK’e sormamız gerekmiyor mu: Madem akıllı işaretler uyarısı var öyleyse sansür niçin devam ediyor, eğer sansür olacak ve uyarı işaretlerini doğuran sahnelerin tamamı sansürlenecekse niçin her film yayınında “genel izleyici kitlesi” işareti gönül rahatlığıyla yer almıyor?
Durum böyleyken CNBC-e gibi görece öncü bir kanaldaki altyazı hatalarına tepki göstermemizin anlamsız gözükebilir ancak işini iyi yaptığını düşündüğümüz bir kanalın özensizliği ve saygısızlığını dile getirmezsek önünü alamayacağımız bir başka çürüme meydana gelecektir. Çevirileri gerçekleştiren emekçilerin hangi koşullarda çalıştığı ise sorunun en önemli boyutu belki de. Dile hakim olduğu aşikar insanların böylesine basit çeviri hataları yapabilmeleri çalışma koşullarından da kaynaklanabilir. İngilizce’ye kıyasla daha az yaygın olan yabancı dillerdeki filmlerde ne gibi hataların olduğu ise daha sıkı bir takiple ortaya çıkarılabilir. Söz konusu kanalı uyarmak önemlidir zira her cephede mutlak hakimiyet için saldıran gericiliğe karşı cepheleri savaşmadan terketmek resmin bütünündeki yenilgimizin sebeplerindendir.
Son olarak çevrim içi yayınlanan filmlerdeki alt yazılara dair bir not düşmek istiyoruz. Bir çoğu hiçbir karşılık almadan adeta kamu hizmeti verircesine önemli bir iş ortaya koyan bu değerli emekçilerin, yukarıda andığımız seslendirme maduru kuşaktan olduğu hissediliyor. Bunun en büyük kanıtı da özellikle küfür çevirilerinde kendini belli ediyor. Adeta küfürler arasından küfür beğeneceğimiz bu durum kimi zaman abartıya kaçıyor. Seslendirme dönemlerinde sık sık “lanet olsun-kahretsin” olarak çevrildiği için espri konusu olan İngilizce “fuck” sözcüğü, sanki kaçırdığımız yılların acısını çıkartırcasına karşıladığı sözcüğü de katlayan bir küfür dozuyla veriliyor. Kimi zaman gerçekten “lanet olsun” amacıyla başvurulabilen bir sözcüğü her defasında, altını çize çize küfür noktasına çekmenin seyire hiçbir şey katmadığı unutulmamalı.
Görsel: ABD’de “The Professional”, küçük Amerika Türkiye’de ise “Sevginin Gücü” adıyla gösterime giren orijinal adı “Leon” olan Luc Besson yönetimideki 1994 tarihli sinema filmi.
Leon, 1994 (Yönetmen: Luc Besson)