Balkondaki Adam’da Sosyalist Ben’lik Arayışı*
Balkondaki Adam, Hasan Cüneyt Bozkurt’un üniversite yıllarından beri yakından takip ettiğim, zaman zaman çevirilerini yaptığım çalışmalarından sonuncusu. Yazarın güçlü bir araşmacı yönü var. Bilim adamı titizliğiyle çalışıyor ve her çalışmasında farklı deneyler yapıyor. Balkondaki Adam bu deneylerin bir ürünü ve içtenlik üzerine kurulmuş. Kendi benliğini keşfe çıkan karakterleri anlatıyor. Hemen hemen her öyküde Dostoyevski’ye rastlıyoruz ve bu araşmaların sonucunda karanlık noktalara ulaşıyoruz. İnsanın toplumsallığı ve bencilliği arasında düşüncelerimiz karmaşıklaşıyor. Bu, önemli bir şey. Bize yeni olanaklar sunuyor. Zaten derinlik taşıyan her sanat eseri bilimin konusu olmuştur. Freud, teorilerini Dostoyevski’nin romanları üzerine kurduğunu söyler. Balkondaki Adam da böyle katmanlı bir yapıya sahip. Sosyalizm, bencillik ve toplumsallık kavramlarını incelememiz için bize kapı aralıyor.
Aslında “İnsan bencil midir?” sorusu oldukça çetrefilli bir soru, dolayısıyla net cevaplar vermek pek kolay değil. Hem evet hem hayır cevabı verilebilir. İnsan tek boyutlu bir varlık değil. Freudyen bir terminoloji ile söyleyecek olursak, ID, ego ve süperego olmak üzere üç katmanlı bir varlık. Bunu biyolojik düzey, bilinç düzeyi ve toplumsal düzey olarak da adlandırabiliriz.
Tüm canlılar gibi insanın da iki temel biyolojik gereksinimi var; hayatını ve neslini devam ettirme. Bu gereksinimlerin karşılanmasını sağlayan da iki temel güdü var, saldırganlık ve cinsellik. İlkel benliğimiz açısından bakacak olursak, “İnsan bencil midir?” sorusuna evet şeklinde cevap verebiliriz. İlkel benliğimizi her ne kadar küçümsesek de, aşmaya çalışsak da, insanlık olarak bunu pek başarabildiğimiz söylenemez.
Balkondaki Adam’ın karakterleri de bu durumda. İçimizdeki insanları okuyoruz her öyküde. Varlığımızın toplumsal yönünü sorgulamaya başlıyoruz ve ilkinin tersi bir sonuca varıyoruz. İlkçağ, ortaçağ gibi dönemler, “süperego”nun insan aklı üzerinde kesin tahakküm kurduğu, bilinci ve bireyselliği yok ettiği, yok saydığı zamanlardı. Bu dönemleri düşündüğümüzde insanın bencil olmadığını, isteyerek veya istemeyerek nice acılara katlandığını, yine de “bencillik” yapıp yaşadığı toplumun “huzurunu” bozmadan yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz. (Elbette burada gönüllü bir tutumun olmadığının farkındayım. İnsanlar toplumcu oldukları için köleliğe, savaşlarda ölmeye razı olmadılar. Ama ortaçağın veya ilkçağın tamamen zora dayandığını da söyleyemeyiz. Bu düzenlerin ilkel düzeyde de olsa insanlar için bir meşruiyetleri var.)
Şu halde, bu noktaya kadar tarihsel olarak iki zıt tablo çıkıyor önümüze; ilkel benliğimizle yaşadığımız, hayatta kalmak için içgüdüsel olarak sosyeteler oluşturduğumuz, sadece kendimizi düşündüğümüz (hayatta kalmak ve neslimizi devam ettirmek) uzun bir dönem. Sınıflı toplumlardan sonra, sürekli başkaları için çalıştığımız kölelik dönemleri, yoğun olarak toplumsal düşüncenin emrinde yaşadığımız bir dönem.
Ve en son, aydınlanma dönemiyle birlikte, ilkel benliği de, toplumsal yapının ezici tahakkümünü de reddeden, modern bireyle karşılaşıyoruz. Böylece ID ile Süperego’nun “rasyonel” bir uzlaşması olan ego ortaya çıkmış oluyor. Ego, Balkondaki Adam’ın merkezinde duran bir kavram. Yani benliğimiz. Yani bilincimiz. Bu da demek oluyor ki, mutlak bencilliğin ve mutlak toplumsallığın olduğu yerde sağlıklı bir bilincin, benliğin veya kişiliğin oluşması mümkün değildir. Mutlaklık zaten diyalektik olarak mümkün değildir. Anlatmak istediğim, bencilliğe veya toplumsallığa doğru ölçüsüz kayış sağlıklı bir birey olmaya engel teşkil eder. Balkondaki Adam’ın karakterlerinde bu hastalıklı durumu sık sık gözlemliyoruz. Ben bir okur olarak her öyküde “İnsan bencil midir?” sorusunu sorup durdum kendime ve şöyle bir sonuca vardım: İnsan hem bencildir hem de toplumsaldır. Bencillik insanın mutlak olarak kaçınmak zorunda olduğu bir şey değildir. İnsanın yapması gereken şey bencilliği ile toplumsallığı arasında “rasyonel” bir ilişki kurabilmesidir. Kantarın topuzunu bencillik yönünde kaçırırsa hayvanlığa, toplumsallık yönünde kaçırırsa köleliğe doğru ilerler. İşte bu yüzden öykü karakteri zaman zaman hayvanlaşıyor, zaman zaman köleleşiyorlar. Hasan Cüneyt Bozkurt bunları ustalıkla gözlemlemiş.
Tabii burada sorulması gereken soru şudur: Ne yaparsak, bencilliğimiz ile toplum arasındaki o “rasyonel” ilişkiyi kurmuş oluruz? Bu sorunun tek ve kolay bir cevabının olamayacağının çok açık olduğunu düşünüyorum. Zamana, mekâna ve insan(lar)a göre bu sorunun cevabı değişecektir. Bu soruya vereceğimiz cevabı pratiğe dökmek de -hem kişisel düzeyde hem toplumsal düzeyde- ayrıca mücadele gerektiren bir eylem olacaktır.
Asıl meseleye geliyoruz. Bu sorunun amacı elbette, sosyalizmin “insan doğası”na uygun olup olmadığını sorgulamak ve nihayetinde; “insan bencildir, dolayısıyla sosyalizme uygun değildir” sonucuna ulaşmaktır. Fakat ben sosyalizmin mutlak toplumsallık içeren bir sistem olduğunu ve olması gerektiğini düşünmüyorum. “İnsanlar bencildir, insanların en iyi şartlarda yaşayabileceği sistem sosyalizmdir, dolayısıyla “insan doğası” sosyalizme uygundur” tezinin de fazla kolaycı olduğunu düşünüyorum. Ama sosyalizmin de insanın bencilliğine dokunan bir tarafı olacağını söylüyorum. Daha doğrusu bütün sistemler böyledir. Her sistemin az ya da çok insanın hem bencilliğine ve hem de toplumsallığına dokunması gerekir. Aksi takdirde bir meşruiyeti kalmaz. Sosyalizmde farklı olarak: “bencillik ve toplumsallık arasındaki en sağlıklı ilişki ancak bu sistemde mümkündür” denilebilir.
Bunun ötesinde, sosyalizmde insanın toplumsallığının ortaçağda olduğu gibi katlanmaya dayalı olmayacağı gönüllük ve sevgi düzeyinde olacağı söylenebilir. Yani insanlar silah zoruyla, ekonomik veya ideolojik zorla değil bilimsel ve felsefi erişkinlikle toplumsal sorumluluklarını yerine getirecektir denilebilir. Zaten bencilliğimizle toplumsallığımız arasında sağlıklı bir ilişki kurabilmemiz için, toplumun böyle bir toplum olması gerekir. Diğer türlüsüne zaten kölelik diyoruz.
Balkondaki Adam’ı bu açıdan okumanızı öneririm.
Size yeni ufuklar açacaktır.
Balkondaki Adam
Hasan Cüneyt Bozkurt
Agora Kitaplığı, 134 sayfa