Sone Yazarı Olarak Shakespeare – Gülbike Yıldırım

Sone Yazarı Olarak Shakespeare*

Bir nazım şekli olan sone 13. Yüzyılda İtalya’da ortaya çıkmış, sonrasında Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa’ya yayılmış ve tüm Avrupa edebiyatında yerini almıştır. Soneler 14 dizeden oluşur. İtalyan ve Fransız sonesi iki dörtlük ve iki üçlükten meydana gelir.  İlk iki dörtlükte anlatılmak istenen konuya giriş yapılır bu dörtlükler son iki üçlükte verilmek istenen duygu ve düşünceye okuyucuyu hazırlar. Son iki üçlük ise asıl konu ve şiirin özünü gösterir. İngiliz sonesi ise bunlardan farklı olarak üç dörtlük ve bir beyitten oluşur. İlk dörtlük giriş,  ikinci ve üçüncü dörtlük gelişme niteliğinde ve son beyit şiirin asıl mevzusunu ele alır. Sonelerde nazım türü olarak lirik tercih edilir.

Erken Rönesans dönemi İtalyan şair Petrarca kendi oluşturduğu sone biçimi “Petrarchan sonnet” ile dikkat çekmiş ve tüm Rönesans şiirini etkilemiştir. Bu etkilenmeyi yaşayıp kendi şiirini yaratan William Shakespeare bugün de  “iştahla” okunan İngiliz sonesinin en canlı örneklerini vermiştir. Shakespeare’in sonesi gerçekten canlı bir varlık, yaşayan bir insan gibi aramızda gezinir. Coşkun ve hayat dolu bir ruh iken, birden bitkin ölüme yakın bir portre çizer. Kimi zaman adının anılmayacağını düşünüp varoluşsal kaygılara düşerken, birden büyüklüğünü hatırlar ve onun şiiri kadar kalıcı tek bir şiir olmayacağını dile getirir. Dalgalı bir ruhun gerçek bir yansıması olan şiirleri hislerle dolu dipsiz bir kuyu gibidir. Shakespeare sonelerinin bu denli kalıcı olması ruhunu tüm açıklığı ile gözler önüne sererek gerçek bir insan profili çizmesiyle ilgilidir. Bu insan tutku ve zaafları, erdem ve idealleri, zayıflık ve çaresizliği, kibir ve ukalalığı, yükseliş ve düşüşleri, coşkunluk ve dinginliği bünyesinde barındıran gerçek bir insandır. Her insan gibi ne tümden iyi ne tümden kötüdür. Shakespeare’in bu kendini sumaktan kaçınmadığı gerçekliğini Romantizm’in önde gelen şairlerinden William Wordsworth Shakespeare’in soneleri için söylediği  “Bu anahtarla Shakespeare gönlünün kilidini açmıştır.” (Halman, 2012) sözleriyle başarılı bir şekilde ifade etmiştir.

Shakespeare’in 154 şiirden oluşan sonelerini tam olarak hangi tarihte yazdığı bilinmemektedir (Şengel, 2000). Fakat 1592 yılında yazmaya başladığı, çoğunu 1595 yılında yazdığı ve 1598 yılında da tamamladığı düşünülmektedir (Halman, 2012). Sone 1’den sone 126’ya kadar olan kısım sarışın soylu genç bir erkeğe, sone 127’den sone 152’ye kadar olan kısım esmer bir kadına yazılmıştır. Son iki sone içerik ve ölçü olarak diğer sonelerden farklılık gösterir. Öyle ki konu bütünlüğünden tamamen uzak olan bu iki soneyi Shakespeare tarafından yazılmadığı öne sürülür. Detaylı olarak incelendiğinde Shakespeare’den esintiler taşısa da Yunan Mitolojisi üzerine kurulu olan bu iki şiir eski dönemlerden kalma Yunan şiirlerine benzemektedir. Aslında sonelerin tümü göz önüne alındığında Shakespeare’in Yunan Mitolojisi öğelerinden beslendiği açıkça görülür. Muse (32. sone), Adonis (53. sone), Helena (53. sone), Mars (55. sone) gibi mitolojik karakterler şiirlerinde yerini alır. Fakat sonelerinde Shakespeare bu denli doğrudan bir yansıma yerine daha kapalı bir anlatımı tercih etmiştir. Sonelerde geçen sarışın soylu genç erkek ve esmer kadının kimliği üzerinde her dönem çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Sonelerinden büyük bir aşkla bağlı olduğunu anladığımız sarışın soylu genç erkeğin kimliği özellikle merak konusudur. Shakespeare’in cinsel kimliği üzerinden ilerleyen bu tartışmalarda sarışın soylu gencin kim olduğunu “magazinsel” bir yaklaşımla ele almak Shakespeare dehasını gözler önüne seren sonelerin muazzam gerçekliğine herhangi bir katkı sağlamayacağından sarışın soylu genç erkek için yapılan isim tahminlerine bu yazıda yer verilmeyecektir. Gerçek olan şudur ki soneler kim için ve ne için yazıldığından bağımsız olarak insan doğasında var olan hissiyatı ve çeşitli ruh hallerini anlatmış sanatsal bir başyapıttır.

İçerik yönünden ele alındığında sonelerin Shakespeare’in oyun yazarı kimliğine ayna tutarak teatral bir oyun örgüsü içinde ilerlediği görülür. Sarışın soylu genç erkek için yazılan ilk 126 sonede büyük bir aşkla sarmalanmış Shakespeare’in çeşitli ruh hallerine tanık oluruz. İlk sonelerde sevgilinin güzelliği ve bu güzelliğin zamanın yıkıcı eli yüzünden yok olacağı üzerinde durulur. Bu durumu engellemek için İlk 17 sonede Shakespeare sarışın soylu genç erkeğin güzelliğinin ölümsüzlüğe ulaşması için ona bir çocuk dünyaya getirmesini öğütler. Bunu kimi zaman bir yakarış, kimi zaman bir sitemle dile getirir. Güzelliğini hoyratça kullandığından dem vurur ve yerine bırakacak bir varis vermezse toprak altında çürüyen bir bedenden öteye geçemeyeceğini dillendirir. Dünyaya bir çocuk getirme gerekliliğini en dolaysız şekilde vurguladığı sonelerden biri 13. sonedir:

Ah sen keşke sen olsan! Ne var ki, canlar canı,
Sen değilsin sen, ne de burada yaşayan sensin.
Dilerim şu yaklaşan ecele hazırlanmanı;
Güzel yüzünü başka birine vermelisin.
Şu emanet güzellik böylece son bulmazsa,
Benliğin, sen öldükten sonra yaşatır seni;
Bir çocuğun olursa sürdürür, hiç olmazsa,
O tatlı varlığıyla senin güzelliğini.
Kimse cânım bir evi bırakmaz çürümeye
Görkemini şerefle ayakta tutmak varken,
Kış günlerinde azgın bora öldüresiye,
Sonsuz ecel ayazı, onu yaman sarsarken.
Ah! bu israf, sevgilim. Sen kendinden bilirsin:
Babam var diyorsun ya; bırak, oğlun da desin.

Shakespeare 17 soneden oluşan ilk kısımdan sonra, bu sefer değişen bir tavırla zamanın yıkıcı gücünün sevgilinin güzelliği üzerinde bir etkiye sahip olmayacağını savunur. İlk kısımlarda güzelliğin geçiciliği için duyulan kaygının azaldığını hissederiz. Çünkü Shakespeare büyük bir ozan olduğunun farkına varmış ve sevgilisinin güzelliğinin şiirlerinde sonsuza kadar yaşayıp gideceğine inanmaya başlamıştır. 18. sonede bunu net bir şekilde görebiliriz:

Seni bir yaz gününe benzetmek mi ne gezer?
Çok daha güzelsin sen çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü yakacak kadar sıcak
Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın  bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın gözler görsün elverir
Yaşadıkça şiirim sana da hayat verir.

Devam eden sonelerde ise Shakespeare’in bu sefer oldukça kötü bir ruh haline büründüğüne tanık oluruz. Yine sevgilisine duyduğu sonsuz aşkı dile getirirken ondan uzak yahut ayrı kaldığını anlayabiliriz. Gündüz ve gecenin, akıp giden zamanın ona iyi gelmediğini dile getirir. Nitekim sonrasında sevgilisinin başka bir ozana gönlünü kaptırdığını öğreniyoruz. Bu durum karşısında kimi zaman çaresizliğe düşen Shakespeare ilk başlarda sevgilisini suçlamaz. Çünkü o çok güzeldir ve herkes tarafından arzulanması ve birlikte olmak istenen kişi olması doğaldır. Güzelliğinden başkalarının da pay almasını olağan karşılar. Fakat sonraları güzelliğini hak etmeyen ellerde çürüttüğünü dillendir. Kimi zaman sevgilisinin gönlünü çalan ozan kadar iyi şiir yazamayacağını söyleyerek kendini küçümser kimi zaman ise kendi dışında sevgilisinin güzelliğini yazanları “manzumeci” olarak nitelendirir ve kendini yüceltir.  İlk 126 sone, sevgiliye övgü, ayrılık karşısında yaşanan hüzün ve yıkım, sevgilinin güzelliğinin sonluluk/sonsuzluğu, yaşama sevinci/hayata küsüş ekseninde bir devinim olarak devam eder. Tüm bu duyguların aktarılış şeklinde belirgin bir coşku vardır. Bu coşku teatral monologlardan izler taşır. İlk 126 sonede idealize edilmiş bir güzellik söz konusudur. Her bir sonede farklı benzetmelerle betimlenen görünen güzellik, erdem, başarı, ahlak, soyluluk gibi kişilik özellikleriyle bütünleştirilerek dile getirilir. Bu sonelerde idealize edilen güzelliğin yanı sıra üstü kapalı cinsel duygulara da yer verilir. Shakespeare’in dış güzelliği tanımlarken başvurduğu benzetmeler Antik dönem heykellerini çağrıştırır. Fakat Shakespeare yapılan bu çağrışımın muhtemelen bilincinde olarak şiirini bu benzetmelerin dışına çıkarmaya çalışır. Yapılmış tüm anıt ve heykellerin zamanın elinde yok olacağına inanarak hiçbir görselin onun şiirinde yer alan ideal güzellik ile boy ölçüşemeyeceğini 55. sonede gözler önüne serer:

Ne yaldızlı hükümdar anıtları ne mermer
Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar;
Seni pasaklı Zaman pis bir mezara gömer.
Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar
Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri
Çökertir boğuşanlar yapı demez sur demez
Ama Mars’ın kılıcı cengin ateş selleri
Şiirimde yaşayan anını yok edemez.
Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana
Karşı koyacaksın sen; yeryüzünü mahşere
Yaklaştıran çağların gözünde bile sana
Bir yer var övgüm seni çıkarttıkça göklere.
Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde,
Yaşarsın şiirimde sevenlerin gönlünde.

127. soneden itibaren ise idealize edilen güzellik ve aşk kavramının yerini şehvet ve tutku ve ihtiras alır. Esmer kadına yazılan bu soneler ilk 126 sonede yüceltilen sevgili karakterinden tamamen uzaktır. “sarışın soylu genç erkek” ve “esmer kadın” olarak görünüş açısından ele alındığında bile bu iki karakterin tezat yarattığını söyleyebiliriz. Esmer kadının soylu olduğuna dair herhangi bir söyleme rastlayamayız. Bunun yanında Elizabeth çağında esmer olmanın bir kusur olarak görüldüğünü söylenebilir. 127. sonede bu durumu gösteren “Her yönden eşitse de sarışınlara/Varlığa uzanan dil günahına girmiştir.” dizelerini görürüz. Shakespeare’in esmer kadına olan tavrı bir çelişkiler yumağıdır. Esmer kadın bazen piyano tuşlarında nağmeler yaratan güzel elleri olan biri (128. sone), mağrur kalpli bir kadın (141. sone) ve tatlı bir fettan (151. sone) iken, bazen açgözlü bir tefeci (134. sone), zalim ve zorba (131. sone) ve yalancı (138. sone) olur. Bazen “güzelsin, bence varlığın ışık” (sone 147) derken bazen “senin erdemin nefret” (sone 142) diyerek esmer kadın karşısındaki değişen duygu durumu gözler önüne serilir. İlk 126 sonede üstü kapalı şekilde dile getirilen cinsel benzetmeler 127. soneden itibaren açık seçik bir şekilde ifade kazanır. 135. sone bunun en belirgin şekilde gösterir:

Kadın ne arzu etse sende de o murat var,
O murat bütünüyle senindir, var gücüyle;
Benim bol bol yaptığım, dertlerine dert katar,
Senin tatlı kösnünü ben arttırırım böyle.
Sende bir murat var ki, sereserpe, koskoca:
Meramıma varayım, bırak, bir kez girerek;
Başkaları amaca ulaşırken kolayca,
İtilsin de sönük mü kalsın bendeki erek?
Deniz baştan başa su, ama çeker içine
Yağmuru, bolluğuna bolluk getirir kat kat.
Sen şehvet zenginisin, şehveti çoğalt yine,
Benimkini de alıp muradına murat kat.
Acımasızca itip kıyma taliplerine:
Hepsini bir kişi say, beni de koy içine.

Birçok kişiyle birlikte olduğu dile getirilen esmer kadın Shakespeare’in sarışın soylu genç sevgilisinin de kalbini çalmış ve bu durum Shakespeare’i derinden etkilemiştir. Sarışın soylu genç ve esmer kadın arasında geçenleri 144. sonede işlemiştir:

Biri huzur, biri dert, iki sevgim var benim,
İki görüntü gibi hep gönlümü çelerler:
Sarışın bir erkektir benim iyi meleğim,
Kötü ruh bir kadındır, kapkaranlık bir esmer.
Dişi cin cehennemde beni yok etmek ister,
Meleğimi gönlümden ayartmağa çalışır,
Onun saf varlığını pis kibriyle büyüler,
Kutsal ruhu şeytana çevirmeye kalkışır.
Benim iyi meleğim iblisçe kudurunca
Dosdoğru bilemem de kuşkulara düşerim:
İkisi benden ayrı sıkı dostluk kurunca
Melek, dişi şeytanın cehenneminde derim;
Dertliyim bilemeden kuşkuyla yaşamaktan,
Sonunda meleğimi yakacak dişi şeytan.

Esmer kadına yazılan 28 sone dışında kalan son iki soneyle birlikte 154 soneye ulaşılır. 154 sonenin sıralanışının doğruluğu hakkında kesin bir geçerlilik söz konusu değildir. (Honan, 2014). Eğer ki yazılış sırası doğru ise Halman’ın belirttiği gibi birçoğu 1595 yılında kaleme alındıysa Shakespeare’in oldukça yoğun bir duygusal çalkantı içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Genel hatlarıyla olay örgüsü bağlamında bir bütün olarak ele alınan sonelerde Shakespeare’in duygu durumunu anlatılmak istenmiştir. Fakat bununla birlikte çoğu zaman bir aşk şiiri olarak bilinen sonelerin alt metininde bir düşünür olarak Shakespeare’in kimliği okunur. Ahmet Uysal “Bizce Shakespeare’in her eserinde, mevzuya uygun, derli-toplu bir hayat felsefesi gizlidir, fakat şurası var ki şair bize bu felsefeyi sistematik olarak vermez. Gerçekten, eserlerinde serpili olarak bulunan felsefe kırıntılarını birleştirmek suretiyle onun dünya görüşü hakkında oldukça mufassal bilgiler edinmek mümkün olmuştur.” (Uysal, 1964) diyerek Shakespeare’in filozof yönüne açıklık getirir. Bir düşünür olarak Shakespeare’e sonelerde işlediği zaman kavramı üzerinden şahit oluruz. Shakespeare zaman kavramına alegorik bir bakış açısıyla kişileştirdiği görünür. Bu bakış açısıyla zaman kavramının soyuttan somuta doğru anlaşılırlığını artırır. Zaman kavramı çoğu sonede kötü bir karakter gibi gösterilir. “zamanın tırpanı”, “yıkıcı zaman”, “zamanın toy kalemi”, “zaman ejderi”, “rüzgâr kanatlı zaman”, “zamanın gaddar eli”, “zamanın zalim eli”, “zamanın despotluğu, “zaman orağı”, “kötücül zaman” betimlemelerinde yerini alır. Zaman Shakespeare’e göre yıkıcı güce sahiptir ve her şeyi alıp tüketecektir. Sevgilinin güzelliği de zamanın yıkıcılığından nasibini alacaktır. Zamanın üzerinde bu denli yoğun bir şekilde duruşu Shakespeare’in varoluşsal kaygılarından yola çıkarak ölüm korkusuna vardığını hissettirir. Shakespeare’in düşüncesinde zaman ve doğa bir devinim içerisinde var olur. Doğa düzeni gece gündüz ve mevsimlerin dönüşümü üzerinden muazzam bir şekilde akıp gider. Shakespeare’in sonelerinin neredeyse hepsini doğa betimlemeleri üzerine kurduğu gözlemlenir. Gece ve gündüz, yaz, kış ve ilkbahar, deniz ve dalga, ay, güneş ve yıldızlar, çiçek, dağ,  kır toprak ve gökyüzü,  üzerinden akan onlarca betimleme bulunur. 33. sone bu betimlemeler dikkat çekici ölçüdedir:

Ne görkemli şafaklar görmüşümdür hükümdar
Gözleriyle dağlara koyar en şanlı süsü
Altın yüzü öptükçe yemyeşil olur kırlar
Soluk sulara yaldız kaplar kutsal büyüsü.
Ama birden bırakır gökten inmiş yüzüne
Saldırsın diye hınzır bulutların yığını
Sonra saklar yüzünü üzgün dünyadan yine
Batıya kaçıp gizler kararan varlığını;
Sevgili güneşim de doğup ruhuma doldu
Bir sabah zaferlerle görkemlerle erkenden
Ah sonra gitti ancak bir saat benim oldu
Kara bulutlar onu yine gizledi benden.
Bu yüzden ona karşı sevgim kapılmaz hınca
Yerdekiler solmaz mı gökte güneş solunca?

Shakespeare’in iç dünyasının kapılarını sonuna kadar açtığı soneler çoğu zaman bir aşk serüveninin hikâyesi olarak anılmıştır. Oysa soneler aşkı tüm halleriyle dile getiren sanatsal bir dehayla beraber bir insan olarak Shakespeare’i en belirgin şekliyle görebildiğimiz yegâne eseridir. Bununla birlikte soneler bir düşünür olarak Shakespeare’den de izler taşır. Ölümünün üzerinden geçen 400 yıl ne soneleri ne de Shakespeare’in hayranlık uyandıran sanatçı zihnini tam olarak anlamamıza yetmemiştir. Daha uzun yıllar Shakespeare dehası konuşulup tartışılmaya devam edecektir.

Kaynakça

Halman, S. (2012). Soneler. Türkiye İş Bankası Yayınları: Ankara.

Honan, P. (2014). Shakespeare: Bir Yaşam. YKY: İstanbul.

Şengel, D. (2000), “Shakespeare’in Sonelerini Yorumlama Sanatı”, Parşömen, Sayı 2, ss. 216-23.

Uysal, H. (1964). Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi Cilt: 22 Sayı: 3.4 Sayfa: 135-220.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi100

Bunu paylaş: