15 Temmuz’a Dair

Olup biten her şeyi benmerkezci dünyaları ile hafife alan, hiçbir yerde bulunmadığına inandıkları “orantısız zekâ” coşkusuyla yaratıcılık yoksunu benzetmelere başvuran türevlerin, ısrarla “oyun, tiyatro, film, müsamere” adını verdikleri 15 Temmuz 2016 gecesinden bu yana yaşananlar, yüzlerce kişinin ölümü ve binlerce kişinin tutuklanması ile –şimdilik- sonuçlanmıştır. “Oyun” denilen süreç, 27 Mayıs 1960-12 Mart 1971 arasında ülkemizde meydana gelen başarısız darbeler silsilesinin devamı değil ancak benzeridir. Ek olarak Kubilay’ın katledilmesinden bu yana, yani 86 yıl sonra, ilk kez bir ordu mensubu yobazlar tarafından benzer bir vahşetle öldürülmüştür. Sırf bu iki gerçekliğin bile “oyun” vb benzetmeleri buharlaştırması beklenirken ısrarla aynı yakıştırmalara devam edenlere özellikle son 15 yıldır Türkiye’de yaşananların pekâlâ oyuna benzetilebileceğini, her şeyin oyun olduğu bir ortamda ise aynı zamanda hiçbir şeyin oyun olamayacağını hatırlatmak gerek. İdeoloji ve zihniyetin halen en keskin belirleyen değerler olduğu günümüzde tüm meselelere giyim kuşam üzerinden yani “sivil-asker” ikilemi üzerinden yaklaşılmasının da kabak tadı verdiği unutulmamalı. Geldiğimiz nokta, ülkede haddini aşacak şekilde hâkimiyet kurmuş olan iktidardaki zihniyetin, gerçek anlamda liberal olmaktan bile aciz “kanaat önderleri”nin haklıymışçasına sivil-asker/darbe söylemini yükselterek destekleyeceği yeni bir zafer kazanmış olması. Bu zaferi müthiş bir örgütlülük ile sokakları vahşi gösterilerle ele geçirmeleriyle taçlandırmaları, hali hazırda işlevsiz olan meclisin bir bütün olarak biat edişi ile beraber düşünüldüğünde muazzam bir silaha dönüşeceğini gösteriyor. Sermaye destekli dinci gericiliğin hoşgörüsüne sığınma/maruz kalma tehlikesi kesinlikle oyun değil hakikattir. Yakın geleceğin daha da tehlikeli olduğunu belirtmek ise umutsuzluğun değil bu hakikatin mecburiyetidir. Dizginlerinden tümüyle sıyrılmış, başarısızlık abidesi dış ilişkilerine rağmen sermayenin vazgeçemeyişi ve akıldışı bir yığın desteği ile ayakta durabilen iktidarın, öyle veya böyle bir darbe atlatarak en vahşi seçmen kitlesi ile güpegündüz insan katlederek kent merkezlerini işgal etmesi, ülkemizin aydınlanmacı, cumhuriyetçi ve sosyalist güçlerinin acilen somutluk kazanmaları ihtiyacını doğurmaktadır.

Bu toprakların en güçlü başkaldırısı, Gezi Parkı ile ateşlenen Haziran Direnişi, cemaat ile henüz barışık olduğundan günümüze göre daha güçlü olan aynı iktidar yapısını kentlerden süpürerek, iktidar başının ülkeye dönememenin ötesinde çıkartacak ses bulamamasına sebep olmuştur. Bu beceriyi gösteren halkın sayıca belki az ancak asla azınlık olmadığını hatırlayarak Direnişin somut bir kazanım elde edememesi ile içine düştükleri yenilgi hissini doğru tahlil ederek harekete geçmek şarttır. Söz konusu hareket dâhilinde muhalefet olmayı başaramamış partilerin seçmenlerinin Direnişin omurgası olduğu unutulmamalıdır. O seçmenleri, Gezi’de darbe görüp son iki günde yaşananlarda ise demokrasi görmeyi başarabilen, Kürt toplumunun acılarını sömürerek yurt genelinde popülizmle oy toplayan, tutarsızlık abidesi partinin tekelinden çıkartacak söylemler kurulmalı, etkileşim geliştirilmelidir. Ek olarak yıllardır bu ülkede her dört kişiden birinin oyunu alacak ölçüde kemik bir güce sahip olup, milyonlarca seçmeni kilitlemekten başka işe yaramayan, iki gündür yaşanan vahşi sokak gösterilerini destekleyen partinin üst kadrolarının aşılıp seçmenlerine erişmek bir mecburiyettir. Söz konusu parti, 2011 yılında hükümet tarafından söz verilmesine karşın iki milletvekilinin hapisten çıkarılmamasına yönelik herhangi bir tepki koyamayan, 2013 yılında seçmenlerinin iktidarın polisi karşısında katledilmek pahasına savaştığı Direnişi somut olarak destekleyemeyen, somut en ufak kazanım yok iken “tadında bırakılmalı” pespayeliğini ortaya koyan ve son olarak 2015 yılında cumhurbaşkanı darbesi ile koalisyon kurma yetkisi elinden alınması karşısında meclisi boşaltmak, erken seçimi boykot etmek gibi hiçbir savunma geliştiremeyen yapıdır. Seçmeni kadar cesur olamayarak milyonların bir hayli gerisine düşmüş olan parti yönetiminin kilitlediği toplam, inşa edilmesi mecburi muhalif odağa dâhil edilmelidir. Burada en büyük görev ülkenin sosyalist örgütlerine düşmektedir. Cumhuriyet tarihinin en büyük Direnişinden sonra Türkiye Komünist Partisi’nin üçe bölünmesi, ülke gerçekliğinin karanlığı düşünüldüğünde bir lüks olmaktan öte akıldışılıktır. Her üç partinin son yaşanılanlardan sonra kaleme aldıkları bildiriler “bu işi ancak halk başarabilir, çare örgütlenmek” cümlesi ile sonlanan, birbirlerine benzemenin ötesinde hiçbir somutluğu olmayan sloganlardır. Örgütlenmek için odak yaratmak zorunluluktur. Gün, teorideki ve pratikteki ince ayrımlar üzerinden köprülerin atılıp karşılıklı saldırganlaşmanın günü değildir. En ufağından en büyüğüne hiçbir mevcut sorunda yan yana gelememek, birlikte hareket edememek aksine her fırsatta birbirine hücum etmek sorumsuzluktur. İlerici halkın içinde bulunduğu yenilgi ve umutsuzluk hali düşünüldüğünde hatırı sayılır şekilde belirgin ortak paydada bir araya gelememek utanılacak bir durumdur. Halk ideoloji ve zihniyet temelli bir güç odağına ihtiyaç duymaktadır ve bu sayede örgütlenme çağrısından kaçınmayacaktır. Unutulmamalı ki 1930’ların başında benzer sorumsuzluğu ortaya koyan Almanya’nın komünist ve sosyal demokrat partileri, muazzam bir halk desteğine ek olarak milis gücüne sahip olmalarına rağmen, halkın çoğunluğu tarafından desteklenmeyen Hitler’in Nazi Partisi tarafından imha edilmişlerdir. Söz konusu gücün zerresine ancak sahip olanların ukalalığı, dışlayıcılığı, tembelliği kabul edilemez. Mevcut sosyalist partilerin cemaatvari bir hava ile kumanda edilmelerine karşı en başta o örgütlerin üyeleri karşı çıkmaları, her gün yaşadığımız baskı ve ölümler göz önüne alındığında güç odağına dönüşmek adına asgari ortak paydalara yönelmeleri gerekmektedir. Bu ülkenin sayısı ve gücü asla azımsanmayacak olan aydınlanmacı, cumhuriyetçi, sosyalist insanlarının 15 Temmuz ve sonrasındaki bulanıklıkta yaşadıkları çaresizliği ve devamında gelen vahşetle yükselen korku ve umutsuzluğu asla hak etmedikleri bilinmelidir. Bu insanların sermaye destekli gericiliğin hâkimiyetini, ordunun başarısız darbe girişiminden bile daha uzun soluklu sarstıklarını ve şimdi onlara korku salmayı başarabilenlere hayatlarının en büyük korkularını yaşattıkları hafızalardadır. Çözüm elbette örgütlenmekten geçiyor ancak bu örgütlenme modelinin inandırıcı ve çekici kılınması için mevcut hantallığın, çokbilmişliğin, hiçbir şey beğenmezliğin ve beraberinde somutsuzluğun aşılması gerekmektedir. Meclisteki muhalefet partilerinden meclis dışı sol partilere kadar uzanan bu güçlü toplamda görev partilerin üst kadrolarından çok üyelerine, seçmenlerine, çalışanlarına düşmektedir. Aksi takdirde elde kalan mevzilerin savunmasının da yakın gelecekte mümkün olamama ihtimali vardır.

İdeoloji ve zihniyetin Aydınlanmacı, ilerici ortak paydası ortaya konmalı, örgütlenmeli ve doğru bir savunma sonrası hücuma kalkmalıyız. Sosyalist bir cumhuriyet için savaşmak var oluşumuzun öncü amacı olmalıdır. Bu sayede bir sanat örgütünün akıldışı davranmayı başarabilenlere haddi aşarak akıl verdiği günler yerine kendi manifestosuna odaklanarak üretimleriyle savaşıma katkı sağladığı zamana varılabilir.

Sanat Aydınlanma İçindir!

Azizm Sanat Örgütü

17.07.2016

Görsel: Maleviç – Siyah Kare

Bunu paylaş: