Muhammed Ali ve Karakter İnşasının Yenilmezliği*
Bu yazı, boks tarihinin gelmiş geçmiş en büyük şampiyonlarından Muhammed Ali’nin beklenen ölümünü takip eden günlerde yazılmış olmasına karşın, sanal heyecanın yatışması ve yığınların adeta sonradan keşfetmişçesine sarılarak, ergen bir tepkime ile bilgi/veri fazlasıyla yaratılan havanın dağılması ertesine bırakılmıştır. Aslında tek başına bu gerekçe bile sıradan bir mazeret olmanın ötesinde günümüzde var olabilmenin yegâne yöntemi olarak dayatılan sözüm ona eylemlerin, var oluşun ta kendisine engel olduğunun kanıtıdır. Üzerinden bir ay bile geçmemiş olmasına karşın şimdilerde neredeyse hiç kimse Muhammed Ali’den söz etmemektedir. Ali, hastalık sonucu yaşamını yitirerek değil popülizm ve yığınlarınca sömürülerek öldürülmeye çalışılmıştır. Bu durum elbette ilk kez Ali’nin başına gelmiyor. Daha bu yılın başlarında önce David Bowie’ye ardından Prince’e karşı benzer tutum takınıldı. Söz konusu “ünlü” ve üretimleri ile daha önce somut bir bağ kurup kurmadığına bakmayan yığınlar, adeta ergenliğe özgü olmamışlığın görev bilinci ile paylaşımlar yapmakta, bu eğilimi sezen yandaş-muhalif tüm basın da onlarla malzeme yarışına girerek haberciliği tarihe gömmektedirler. Kimi ünlülerin bu sömürüye dayanamayıp simgesel olarak da öldüğü bir gerçek. Pek azının –Black/Colin Vearncombe gibi- sömürüyü daha başından öngörerek reddedip minimal bir sonsuzluğa varabilmeyi başardığı görülüyor. Muhammed Ali ise sömürüyü görmesine karşın buna meydan okuyan, büyük oranda da bunu aşmayı başarabilen bir ünlü. Zira Muhammed Ali kendi karakterini inşa etmenin ötesine geçirip onu bizzat yaşayan ve yaşatan bir ad. Tam da bu yüzden kusursuzlaştırılmayı hak etmiyor. Buna ihtiyaç duymuyor çünkü yarattığı karakter, çoğunluğun aksine kirlenmekten korkmuyor.
Sporcu olarak kariyerinin en karanlık evresi olan zorla askere alınma sürecinde Vietnam’da savaşmayı reddederek şampiyonluğunu ve lisansını kaybederken karakter olarak yaşamının en parlak zirvesini gören Ali, bu durak öncesinde rakiplerini ne kadar sürede devireceğini tahmin eden, her birine birer lakap takarak onları sözel olarak aşağılayan, ringde bu aşağılamaya benzersiz süratiyle bezeli tekniğinin yanında yüzünü korumaya ihtiyaç duymaksızın sürdüren “kötü” biridir. Kötü olmaktan, kötü olarak yorumlanmaktan hiç çekinmemesi özümsediği benlik inşasının sonuçlarından biri.
Siyah olarak ırkçılığa, en az ülkedeki diğer siyahlar kadar maruz kalan, başarı ve ün ile beraber bu ırkçılığın şekil değiştirerek sürdüğü bir ülkede Muhammed Ali gibi gururlu bir karakterin söz konusu vaziyete karşı geliştirdiği bir savunma olabilir “kötülük”. Bu sayede “mağdur ve boynu bükük siyah” izlenimini, ırkçılığa karşı yardıma muhtaçlığı, yetenek ve zekâdan gelen ve önü alınamayan küstahlık ile kapatıyor olması mümkün. Bu küstahlığı temellendiren sosyal zekâ gücünün mizahi yönü ise Ali’nin kötü ününe olumlu bir çekicilik katmıştır. Bu sayede toplamda üç kez karşılaştığı ve ilk mağlubiyetini ellerinden tattığı Joe Frazier’a dünyayı zehir edecek ölçüde yoğun dozda uyguladığı kötücül tutum, sanki herhangi bir boks maçı öncesi medyanın ilgisini çekmek adına yapılan bir kurmaca olarak yorumlanmıştır. Oysa Ali’nin Frazier’a hakaretleri ve yakıştırmaları o kadar zıvanadan çıkmıştır ki Joe’nun oğlu Marvin’in okul yıllarını bezdirici kabadayılık taslamalar ve alay etmelerle geçirmesine sebebiyet vermiştir.
İkilinin üçüncü maçı “Thrilla in Manila”da Marvin’den bizzat özür dileyen Ali’yi Frazier’ın da affettiği söylentilerinin yıllarca dillendirilmesine karşın Smokin’ Joe Frazier, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda meşaleyi taşıyan parkinson hastalığından mustarip Ali’nin ateşe düşmesini dilediğini açıklamıştır. Aynı Ali, ona ikinci yenilgisini tattırmasının ardından devamı gelen iki müsabakada şaibeli iki hakem kararıyla alt ettiği Ken Norton’a maddi manevi desteğini hiçbir zaman esirgememiştir.
Ali yıllar sonra bu huylarından vazgeçmiş ya da pişmanlık belirtisi göstermiş midir? Kamuoyuna karşı her zaman samimi olan ve fazlasıyla dışa dönük davranan Ali’nin bu yönde ne sözlü ne de yazılı bir açıklaması yoktur. Tam da bu yüzden Muhammed Ali inşa ettiği karakteri korkusuzca yaşamaktadır. 11 Eylül sonrası ABD hükümetine destek veren de Bush’un aptallığını doğrudan yüzüne yansıtan da aynı karakterdir. Güçlü ve bitirici bir yumruğu olmadığını erken yaşta fark edip taktik geliştirme tutkusu kapsamında çocukken erkek kardeşinden üzerine taş atmasını talep edip, bu sayede boks tarihinde ancak hafif sıklette görülebilecek bir çabukluğa sahip yegâne ağır sıklet olabilmiştir. Aynı Ali, binlerce kilometre yol kat edip kendisine hiçbir kötülük yapmayan Vietnamlılarla savaşmayı reddettiğinde elinden alınan şampiyonluğu üç yıl aradan sonra geri kazanmaya kalkıştığında hızını yitirdiğinin farkındadır. Bu kez gücünü idareli kullanarak, klasik anlamda ağır sıklet savunmasına yaklaşıp “rope a dope” olarak adlandırdığı iplere yaslanarak kendini koruma yöntemini keşfetmiştir. Frazier gibi bitmek bilmeyen bir hırs ile “tüterek” hücum eden bir şampiyona karşı etkisi az olsa da “Büyük” lakaplı boks tarihinin muhtemelen en güçlü ve yıkıcı dövüşçülerinden George Foreman’da aynı yöntem başarıya ulaşmıştır.
Ali’nin mağlubiyetine hazırlanan çoğunluğa karşın aklı ile dövüşüp 8. rauntta namağlup Foreman’ı yenerek Vietnam ile kendinden çalınan şampiyonluğa kavuştuğu maç aynı zamanda Ali’den esinlenmeye(!) alışkın Slyvester Stallone için de bulunmaz nimet olmuştur. Stallone’un klasikleşen Rocky serisini, Ali’nin yeterince ciddiye almayarak bir hayli zorlandığı hatta bir kez devrildiği Chuck Wepner maçından kurgulayarak yarattığı sıkça dillendirilen bir gerçektir. Muhammed Ali bu durumu Stallone’un yüzüne Oscar törenlerinde vurmuştur. Bunun yanında pek az kişi serinin üçüncü filminde “rakibi yorarak alt etme” hikâyesinin Ali-Foreman maçından temellendiğini görebilmiştir.
Muhammed Ali’nin Vietnam’a gitmeyi reddetmesi, Türkiye dâhil dönemin tüm sosyalist, ulusal bağımsızlıkçı ve de ırkçılık karşıtı politikaları savunanlar arasında büyük yankı uyandırmıştır. Ali ile ilgili önbilgilerimin, 68 kuşağından babam Hüsnü Keşaplı tarafından bu yönde verilmesi ve 1970’li yıllarda Ali’nin maçlarını bölüntü farkı gözetmeksizin solcuların bir arada izlediğini aktarması önemlidir. Savaş karşıtlığının ve beraberinde vicdani reddin en ünlü öncüsü olarak niteleyebileceğimiz Ali’nin antiemperyalist olduğu bir yere kadar dillendirilebilir ancak ondan bir özgürlük savaşçısı, sosyalist çıkartma teşebbüsü rahatsız edicidir çünkü gerçekdışıdır. Eğer öyle ise Ali’nin 1970’lerde, solcu öğrencilerin katillerini besleyen sağ parti liderlerinden Necmettin Erbakan’ın daveti ile ülkemize geldiği gerçeğini ne yapacağız? Yine Ali’nin kendine peygamber süsü vererek ABD’deki azınlık hareketlerini ırkçı ve şiddet içeren bir çizgiye çekmeyi deneyen Elijah Muhammed ve örgütü İslam Milleti’ne bağlı oluşunu nasıl konumlandıracağız. Aynı örgütün, Malcolm X suikastında büyük ihtimalle rol almış oluşu herhalde Ali’den mükemmeliyet yaratanlar için yadırganacak bir durum arz etmiyor olmalı. Birkaç yıl önce benzer bir akıntı ile herkesin ardından paylaşımlar türettiği Robin Williams’ın Irak’taki ABD askerlerini ziyaret edişi üzerinden Williams’ı linç edenlerin Ali’yi kutsama yarışına girmeleri tutarsızlıktır. Tutarsızlık ise Muhammed Ali’de asla tutunamayacak bir karakter özelliğidir.
Muhammed Ali karakterindeki çelişkileri bilen, bunlardan kimi zaman beslenen, yarattığı atmosferin farkında olan ve tüm başarılarını kendi seçtiği ve inşa ettiği karakterden temellendiren, özellikle günümüzde eşine az rastlanır tutarlılıkta bir ünlüdür. Din olarak İslam’ı seçmesi dönemin, beyaz Anglo-Sakson Protestan(WASP) çoğunluğundan fışkıran ırkçı politikalara karşı verilebilecek en güçlü(küstah) tavırken aynı dinin kimi kurallarının onu nasıl boğduğunu açıkça dile getirebilmesi de tutarsız gibi gözükmesine rağmen dürüstlüğün tutarlılığıdır. Ali dürüsttür ve “kötü” olmasına karşın böylesine el üstünde tutulması yığınlarda görülmeyen bu erdemlerden kaynaklanır. Tam da bu yüzden herkes ondan bir parça kopartmanın derdindedir. Ali hem muhafazakârdır hem de “günahkâr”dır ve bunların farkındadır. Ali kapitalizmle savaşmaz ancak kapitalizmin savaşında hayatını riske atacak kadar saf değildir. Solcuların da İslamcıların da sahiplenebilmesi belki de bu şekilde mümkün olur. Ali, Fidel Castro ve Mandela ile bir araya gelir ancak aynı Ali’nin cenazesindeyse Clintonlar boy gösterir, neredeyse Erdoğanlar adım atmaya kalkar. Ali uçlarda gezinebilir çünkü çoğunluğun aksine kendini gerçekleştirebilmiş bir karakterdir. Ali’deki temel değerleri kendilerinde karşılayamayanlar ona karşı eleştirel yaklaşamazlar, eksilerini dile getiremezler. Ali’nin özeleştiri yetisi onlarda yoktur. Dünya onlarındır ancak Ali gibi devleri sanal sömürü güçlerine karşın devirmeleri mümkün değildir. İdealize edilen Ali, Muhammed Ali hakikatini aşamaz.
Ali’nin başarılarını, başarısızlıklarını, yaptıklarını, yapamadıklarını, galibiyetlerini, mağlubiyetlerini on yıllardır sindirerek özümsemiş bir ailenin bireyi olarak, modern zamanın nadir kahramanlarından Muhammed Ali’yi saygı ile anarken, karakter inşasına imkân tanımayan post modern dünya ve farkında olarak veya olmayarak bu duruma sebep olan yandaş ya da muhalif örgütlenmelere karşı çıkışı ararken bulmaktayım kendimi. Ülkemizi de saracak ölçüde küreselleşen ergenlik hali, beğenilme, sevilme gayesiyle akıldan yoksun bir görünüme varmışken, “Ali’nin hangi sözü senin sözün” testleri internette boy göstermesiyle sorunsalımıza ulaşan duruma karşı Muhammed Ali’nin Foreman’a karşı imkânsızı başarırkenki zekâsı ile beliren apaçık karakteri kılavuz görevi görebilir. Ali’nin kıvrak zekâsıyla saf gücü alt ettiği maç aynı zamanda Ali’nin kurallara aykırı olarak rakibinin ensesinden birkaç kez bastırdığı maçtır. Yine aynı maç, Ali’nin sendeleyerek yavaşça devrilen Foreman’a karşı galibiyeti perçinleyecek yumruğu atmayı reddettiği maçtır. Mümkün olmayanı mümkün hale getiren beceri, kural ihlalinden öte insan olma olgunluğunca durdurulan fazladan atılacak olan o yumruktadır. Muhammed Ali var oluşu ile maçı alır çünkü inşa ettiği benliği her ne pahasına olursa olsun şampiyondur ve yarattığı karakter artıları kadar eksileri sayesinde zamanın ötesine geçerek her daim şampiyon kalabilmeyi başarır.