İnternetteki video sayfaları arasında nitelikli tutumuyla öne çıkan Vimeo, kullanıcıların videolarını yükleyebilip kanallar açabildikleri, sinematografik eğitim videolarını da kapsayan dev bir arşive sahip özellikle sinema alanında öğretici bir kurum. Kısa metrajın farklı türlerinde çalışmaların yer aldığı Vimeo’nun günlük olarak paylaştığı ve üyeleri arasında aylık ücret ödeyenlerin çalışmalarından seçtiği Staff Picks videoları ise büyük oranda kaçırılmaması gereken yetkin kısa metrajlardan oluşuyor. Farklı teknik ve türlerde çalışmalar ile sıklıkla farklı coğrafya ve bireylerin yaşamlarına yönelik dramatik belgesellerin öne çıktığı bu videolar arasında son aylarda Küba ile ilintili olanlar ister istemez dikkati çekiyor.
Sovyetler Birliği ve beraberinde sosyalist bloğun çözülmesinin ardından dünyada komünizmin bayrağını taşımayı sürdürmeyi başaran, küçük ancak güçlü ve gururlu ada ülkesinin kapitalist ve gericiler tarafından her daim olumsuzlanması bilinen bir durum. En son ülkemizin meclisinde başkanlık unvanına layık görülen kişinin Küba devriminde Fidel Castro ile birlikte savaşan Ernesto Che Guevara ile ilgili saldırgan sözleri, Küba devriminin, devrimcileri ile birlikte temsil ettiği tüm değerlerin ülke farkı ayırt etmeksizin tüm gericileri, kapitalistleri ve emperyalistleri rahatsız ettiği bir gerçeklik. Geçtiğimiz haftalarda 90. Yaşını kutladığımız Fidel’in birkaç yıl önce devlet başkanlığını Raul Castro’ya devretmesiyle birlikte devrimin izleyeceği eğilime yönelik beliren kimi endişeler, küçük ölçekli kimi özel girişimlere getirilen serbestlik ve devamında geçtiğimiz yıl yeniden başlayan Küba-Amerika Birleşik Devletleri görüşmeleriyle sürmekte. Kapitalist bloğun baskın ülkesinin, 1959’dan beri yanı başında beliren komünist devrime karşı yıkıcı tutumu bilinirken, Küba’nın ambargolar sebebiyle yaşadığı güçlük düşünüldüğünde Nobel Barış Ödüllü(!) ABD Başkanı Obama’nın Küba’ya ilgisini bulanık bulmamak elde değil. Bu çerçeveden yaklaştığımızda Vimeo’da Küba’ya yönelik videoların sıklaşması ve söylem olarak benzeşmesi gözümüze ilişti.
Alex Malliss’in yönettiği Havana’nın Yeni Che’si adlı video, başkent Havana’da yaşayan bir dövme sanatçısının, dövmeden para kazanmanın yasak oluşu ile ilgili derdini renkli bir görsellikle resmediyor. Raul Castro’nun küçük ölçekli kimi girişimlere verdiği iznin bilgisi ile başlayan çalışma dövme işinin bu iznin dışında kaldığını aktarıyor. Che adındaki dövmecinin hayata dair beylik felsefi çıkışı ile derdini evrenselleştirmeyi deneyen belgesel, Che’nin becerilerine dair bir yaklaşım sunmuyor. Yönetmenin dövme sanatçısındaki yeteneğe dair özel bir odağının olmayışı bu belgeseli “özel” yapanın ne olduğu merakını doğuruyor. Kendisini “neo-hippi komünist” olarak niteleyen Che, her ne kadar mesleğini rahatça icra etmek istese de özel girişiminin önünün açılmasından endişe duyduğunu, zengin-fakir ayrımının devrim öncesi diktatör Batista dönemi kadar olmasa da yeniden belirecek olmasından kaygılı. Değişim kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Che, adaşı Che Guevara’nın sömürü/tüketim objesi oluşundan rahatsız olduğu kadar ülkesinin çok sevdiği kimi özelliklerini yitirme tehlikesinden dolayı da huzursuz. Che’nin stüdyosunun devlet yetkililerince basılıp sembolik bir para cezasına çarptırıldığını not düşmeyi ihmal etmeyen yönetmen, belgeselini tamamlarken Küba’nın ekonomik düzeninde özel girişimine dair sayısal verilerin sonuna dövmeciliğin yasal olmasına yönelik temennisini ekliyor.
“Küba’nın Kadın Boksundaki Devrimi” sloganıyla çekici kılınan Namibia, yönetmenliğini Maceo Frost’un üstlendiği, profesyonel boksun kadınlara yasak olduğu Küba’da her şeye rağmen çalışmalarını sürdüren Namibia Florez Rodrigues’in yaşamına dair kısa bir kesit sunuyor. Adeta Küba’nın ulusal sporu olarak anılmasına karşın kadınlara izin verilmeyen boksun, bir erkek sporu olduğuna dair klişelerle boğuştuğunu öğrendiğimiz Namibia’nın süratli bir kurgu ve çoklu mekânlar eşliğinde izlediğimiz idmanları, gücü ve hırsı izleyici olarak Küba hükümetinin söz konusu yasağı kaldırmasını talep etmemizi tetikliyor. Namibia’nın tek gayesinin ülkesini ve halkını temsil ederek Küba’ya dünya ve olimpiyat şampiyonlukları getirmek olduğunu işittiğimizde ise, görsel güzelliğine hayran bırakıldığımız ada ülkesinin Namibia’yı kırmaması dilemekten başka çaremiz yok gibi.
Yönetmenliğini Justin Henning’in gerçekleştirdiği Çabalamak adlı belgesel ise, önceki iki kısa metrajın aksine bu kez dünyaca tanınan eski bir sporcu olan Mario Kindelan Mesa’nın hayatına odaklanıyor. İki kez olimpiyat, üç kezse dünya şampiyonu olmayı başaran ve aynı zamanda hafif sıklet tarihinin en başarılı boksörleri arasında gösterilen Mesa’nın kaderini, 1962 yılında Fidel’in kar amaçlı sportif faaliyetleri yasaklaması sonrası beliren ikileme yaslayan belgesel, Kübalı sporcuların önünde iki seçenek olduğundan dem vuruyor: Ülkesini terk etmemek ya da kaçıp hayallerini gerçekleştirmek. Bir sporcunun yegâne hayalinin zenginlik olacağı öngörüsünün isabetsizliği bir kenara, Henning’in yönetmen olarak kamerasını ve mikrofonunu kullanmaktan vazgeçip kalemi ile ekrana kazıdığı yazılardaki yorumları Mesa’nın zenginlik kattığı içerik ile fazlasıyla çelişiyor. Öyle ki boksörün kendisine defalarca teklif edilen milyon dolarları, malikâneleri Fidel için, devrim için, ülkesi ve halkı için reddettiğini dile getirmesi belgeselin son metni olarak ekrana taşınan “Mesa iki madalyasını 400 dolar karşılığında, iki ay boyunca ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak adına sattı” cümlesi ile tezat oluşturuyor. Küba’da bir ailenin iki aylık masrafının yalnızca 400 dolar olması yönetmenin tercih edeceği bir izleyici alımlaması mıdır bilinmez ancak amacın olumsuzlama olduğunu sezmemek imkânsız.
Üç çalışma üzerinden bir video paylaşım adresinin eğilimleri ardındaki kötücüllüğü keşfe çıkmak gibi bir niyet okumamız yok. Yine de “Batı”dan Küba’ya yönelik yaklaşımların iyi niyetinden fazlasıyla şüphe duymamızı gerektirecek veri fazlasına sahibiz. Üç çalışmanın da sinematografik açıdan yetkin oluşu bir de üstüne Küba’yı görsel olarak güzel resmetme gayretleri reddedilemez. Gündelik yaşamın renkli ve güzel olarak sunulması söylem olarak beliren muğlaklığı gizleyemiyor. Çalışmaların içeriğinde özneleştirilen gerçek kişilerin Küba’ya yönelik büyük oranda olumlu sözleri ve ülkenin karakterini sahiplenmeleri yönetmenlerin yorumlarıyla bariz bir biçimde çelişiyor. Adeta Küba’ya “son dönemde verdiğin kararlarla iyi gidiyorsun, keşfe bu eğilimi biraz daha devam ettirsen” önermeleriyle izleyici karşısına çıkan belgeseller, ne tesadüftür ki sahte gerçek televizyon programlarının en bilinenlerinden olan Kardashian ailesinin geçtiğimiz aylarda iki bölüm boyunca misafir oldukları Küba’ya yönelik izlenimlerinin yanında masum kalamıyor. Kardashian’ların Küba’daki internet sorununa dair eleştirilerini gizlemedikleri ancak devamında sosyalleşmeye yönelik bilinen övgüler neticesinde olumladıkları olumsuzlukla birlikte büyük oranda övdüklerini söylemeliyiz Fidel’in ülkesini. Mimarinin, renklerin, insanların övgüyle sunulduğu izleniminin Chole Kardashian tarafından Küba halkının yüzündeki mutluluk ve gururun ne kadar dikkat çekici bulunduğunu seyretmek, Vimeo’nun yetenekli ve entelektüel yönetmenlerinde göremediğimiz bir tercih olduğunu belirtmeliyiz. Tüm bunlar göz önüne alındığında yine de sormadan edemiyoruz:
Vimeo Küba’dan ne ister?
Onur Keşaplı