Burton’ın Gerçeklikle İmtihanı: Büyük Gözler – Onur Keşaplı

Burton’ın Gerçeklikle İmtihanı: Büyük Gözler*

Bu ay sonunda gösterime girecek olan Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları filminin merak uyandırıcı tanıtımlarının heyecanın yanı sıra endişe yaratmasında yönetmen Tim Burton’ın son dönemde ortaya koyduğu yapıtların eğretiliğinin payı büyük. Yeni filmi öncesi yönetmenin bir önceki filmini, Büyük Gözler’i, hatırlamakta fayda var.

Ülkemizde ilk kez geçtiğimiz yılki !F Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde izleyici ile buluşan Büyük Gözler, son yıllarda büyük hayal kırıklıkları yaratan filmlere imza atan fakat bu rağmen seyircisini yitirmeme başarısı gösteren yönetmen Tim Burton’ın şimdilik son başarısızlığı. Mesleğinin ilk döneminde çektiği Beter Böcek, Makas Eller ve Ed Wood gibi filmlerle gotik, dışavurumcu ve özgün bir biçim tutturarak dünya ölçeğinde süratle kült yönetmen mertebesine erişen Burton, canlandırma ve özel efekt konularında bilgisayar teknolojisine karşı stop-motion tercihiyle de nostaljik bir sempati topladı. Özellikle son on yılda ise içerik ve biçim olarak kendini yenilemek bir yana tekrarlayan yönetmen, Büyük Gözler ile birçok eleştirmen ve izleyici nezdinde yeni bir hamlede bulunuyor.

“Tüm zamanların en kötü yönetmeni” sıfatlı Ed Wood’un hayatını biraz da kişiselleştirerek aktardığı filmden yirmi yıl sonra bir kez daha gerçek bir hikâyeye odaklanan Burton, Büyük Gözler’de 1950’lerden günümüze çocukları, kadınları ve hayvanları pastel tonlar ve iri gözlerle resmeden ressam Margaret Keane ve eşi Walter Keane’in yaşamına çeviriyor kamerasını. Çiftin hikâyesinin ilgi çekici yanı ise resim yeteneği olmayan Walter Keane’nin yıllar boyunca eşi Margaret’in resimlerini kendi eserleri olarak sergilemesi, pazarlaması ve tüm dünyada ün kazanması. Meselenin daha çarpıcı olan kısmı ise modern resim tarihinin en büyük intihallerinden olan bu durumun Margaret tarafından başından beri biliniyor olmasına rağmen ısrarla sürdürülmesi hatta desteklenmesi. 1950’ler gibi ABD muhafazakârlığının günümüze göre daha da baskın olduğu bir dönemde radikal bir kararla boşanabilen Margaret Keane’nin, birkaç yıl sonra evlendiği kişiye karşı kendi sanatını teslim edecek şekilde boyun eğişinin nedenleri filmde sorgulanmıyor. Filmin soru sormak yerine nesnel bir tanıklığı tercih edişi, Margaret Keane’nin intihal sürecini sonlandırma adına açtığı davayı da adeta temelsizleştiriyor.

Burton filmografisine göre oldukça gerçekçi seyreden film, özellikle Walter’ı canlandıran son dönemin gözde oyuncusu Christoph Waltz’ın fazlasıyla abartılı, teatral oyunculuğundan besleniyor. Fakat bu tercih filmin genel dokusundaki gerçekçi atmosfer düşünüldüğünde eğreti duruyor. Farklı bir yaklaşıma göre oldukça trajik, dramatik bir olay örgüsüne sahip olabilecek film, Burton’ın oyuncu yönetimi neticesinde komedi türüne hatta saçmaya dönüşüyor. Bu doku neticesinde filmin gerçeğe sadık kalan içeriği sekteye uğruyor. Örneğin dava sahnesinde gerçek olayla birebir örtüşen Walter’ın kendi kendini çapraz sorguya alışı ve hâkimin karar öncesi Margaret ve Walter’a aynı anda resim yaptırması sırasında Walter’ın omuz ağrısını öne sürmesi gibi detaylar gerçek dışı bir hal alıyor. Olayın bütünü düşünüldüğünde duyulan “gerçek olamayacak kadar saçma” hissiyatı belli ki yönetmen için ölçüt olmuş. Ancak bu yönelimi besleyen bir evren yaratılamayışı filmin iki arada bir derede kalmasıyla sonuçlanıyor.

Tim Burton’ın karanlık bir parıltıya sahip sinemasal gücünü bir türlü geri kazanamamasının gerekçeleri neler olabilir? Bu sorunun yanıtı aynı zamanda Burton’ı farklı kılan temelde yatıyor. Sinema tarihinin ilk büyük akımı olan ancak önce Nazilerin getirdiği kültürel yıkımla sonlanan, ardından sinemacılar tarafından nadiren başvurulan Alman Dışavurumculuğu ve onun figürleri, mekânları deforme eden biçimci yapısı, Burton’ı kültleştiren dokuydu belki de. 2003 yapımı Büyük Balık filmini ayırırsak, Burton filmleri uzunca bir süredir kendi kendisinin parodisi durumuna düşmüş, hali hazırda fantastik olan metinlerin içinde kaybolan, Johhny Deep’in aşırılaştırılmış oyunculuğuna yaslanan sabun köpüğünden öteye geçemiyor. Büyük Gözler’in “gerçek olamayacak kadar tuhaf” gerçekliği, Waltz’ın komediye çalan oyunculuğundan çok Burton’ın dışavurumcu bir sanat yönetimiyle oluşturacağı alışık olmadığımız bir dünyada geçmeliydi. Mevcut gerçekliğin aşırılığını karşılayabilecek bir evrenden yoksun kalan film, aşırılıklar diyarından fırlamışçasına sahnelenen oyunculuğuyla sekteye uğrarken fazlasıyla ilgili çekici bir sanat/intihal olayı da Burton’ın sinemasında harcanmış oluyor.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi105

Bunu paylaş: